ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1974
Şu an 13 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


Müziğin Yaşamınızdaki Yeri Nedir?

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Özel Dosyalar


Çağdaş Çoksesli Türk Klâsik Müziği ve Atatürk “En Güç Devrim Musîki Devrimidir"

1938'de yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk: "Memleketimizde çalınan Türk musıkîsi değildir. Bir Bizans aksiyonudur."

Ve ekliyor: “Bizim milli musıkîmizi ancak köylerde çobanlar çalar. Fakat onu da garp musıkîsinin
şimdiki seviyesine yükseltmek için takriben dört asır lâzımdır. Bu kadar beklemek fazladır. Onun için Avrupa musıkîsini nakle çalışıyoruz.”

Her fırsatta “Benim milletim, benim musıkîm, benim sanatkârım” diye övünen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, 1928 yılı A
ğustos ayında İstanbul’daki hayır kurumlarından birinin Sarayburnu’nda bir gazinoda icra ettiği konseri dinledikten sonra en çok güvendiği ümit bağladığı bir kuvvetin elinden çıkmış olduğuna tanık olunca cephede askerini yitirmiş bir kumandan gibi  çok üzülmüştü.

Bu durum kar
şısında derhal oturduğu yerden ayağa kalktı. Atatürk’ün yerinden öfkeyle ayağa kalkması, kendisinden gözünü ayırmayan halktan dinleyicinin dikkatini çekmiş, herkes suspus olmuştu. Sahnede faslı icra eden çocuklarda fasılı kesmişlerdi.

Atatürk, etrafına duyuracak bir öfkeyle: “Gidelim; bu musıkî bizim heyecanımızı ifade etmekten uzaktır.” demi
ş ve oradan ayrılmıştır. (Kaynak Kişi: Burhanettin Ökte)

Radyolarda ‘Geleneksel Türk Müzi
ği’nin yasaklanması’ safsatasının bu olaydan sonra cereyan ettiği vurgulanır. Oysa düşünürsek, Geleneksel Türk Müziği’nin radyoda yasaklanması ne ifade ederdi? 1926 yılında Türkiye’de kaç radyo istasyonu vardı, kaç evde radyo alıcısı vardı?

Atatürk'ün özellikle müzik sanatına olan ola
ğanüstü ilgisinin nedenini araştırmak için yapılan araştırmalar ilginç sonuçlar ortaya koymaktadır ve Atatürk’ü tarihte gelip giden hiçbir devlet adamıyla karşılaştırmak mümkün değildir. Çünkü tarih boyunca, cumhurbaşkanlığı sorumluluğunu üstlenenlerin neredeyse tamamı, gelişme çabasında olup, duraklama dönemine girmemiş bir müzik kültürünün zenginleşmesine katkıda bulunmuşlardır. Atatürk ise, yüzyıllar boyunca süren sert savaşların yol açtığı gelgitlerin ve müzik kültürünü modernleştirme çabalarındaki duraklamaların yarattığı açığı bir an önce kapatmanın kaygısını taşıyordu. Bu nedenle, "Bir milletin medeni değişiminin ölçüsü, müzikteki değişimi algılama ve kavrama yeteneğidir." demiştir.

Müzik sanatına derinden ba
ğlı olan Atatürk’ün, ulusal müzik konusunda benimsediği başka düşünceler de vardır ki bunlar da, değişmenin ve yenilenmenin tek yolunun ‘çok seslilik’ olduğunu vurgulamasıdır. Çünkü Atatürk bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki açılış konuşmalarında konunun önemini ortaya koymuştur. Bu konuşmalarında ortaya koyduğu ilkeler bir araya getirildiğinde, "müzikte değişimi alabilmek ve kavrayabilmek" ilkesine ışık tutan, kendi deyimlerine dayalı, özgün bir bakış açısıyla karşılaşılır. Atatürk şöyle demektedir:  “Müzikte çağdaşlaşmada en çabuk öne çıkarılması gereken müzik Türk müziğidir. Bugün Türk zihni müzik hakkında düşündüğünde, kişilere basit ve geçici bir heyecan verecek müzik aramıyor. Müzik dendiğinde, yüksek duygularımız, hayatlarımızın ve anılarımızın ifadesini bulan bir müzik istiyoruz. Bugünün Türkleri, diğer yüksek ve gelişmiş toplumların müzikten beklediği hizmeti bekliyor... Ulusal, esas duygu ve düşünceleri ifade eden yüksek sözleri toplamak ve bunları genel nihai müzik kurallarına göre işlemek gerekiyor. Ancak bu yolla Türk ulusal müziği yükselebilir ve evrensel müzikteki yerini alabilir”.

Atatürk’ün ola
ğanüstü amacının dayandığı temel ilke olan genel son müzik kurallarına göre, yüksek deyişler derlenerek, kurallara göre işlenerek oluşturulacak sanata, yine kendi tanımlarıyla, uluslararası olduğu kadar ulusal bir karakter kazandırmak mümkündür. Bu ancak çok seslilik tekniğiyle başarılabilir. Atatürk’ün "ulusal müziğimizi genel son müzik kurallarına göre işlemek" görüşünü ortaya koyarak açıkladığı temel ilke, tüm ulusal müziklerin oluşumunda ve gelişiminde "genel olarak" kullanılan tek yöntemin çok seslilik tekniği olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Atatürk'ün kültür devrimleri ı
şığında, Batı'da eğitim görmüş bestecilerimiz ve Ankara Devlet Konservatuarı’nda sahne alan genç kuşak bestecilerimiz, çok sesli Türk sanat müziğinin oluşumuna ve gelişimine öncülük etmişler ve çağdaş teknik ve estetiğe uygun olarak ürettikleri eserlerle çok sesli Türk sanat müziği repertuarına katılmışlar, uluslararası sanat müziği repertuarına katkıda bulunmuşlardır.

Ça
ğdaş bilimin uluslararası ortak tekniğiyle beslenen Türk sanat müziğinin yurtiçinde ve yurtdışında etkili olabilmesi için basın-yayın, radyo, televizyon vb ulusal iletişim kuruluşlarımıza büyük bir ihtiyacı vardır. Ancak, Atatürk'ün sanat ilkelerine bağlılığına yürekten inandığım ulusal iletişim kuruluşlarımızın, çok sesli çağdaş Türk sanat müziğinin oluşumunu ve gelişimini gerçekleştiren kurumlarımızın başarısını desteklemeleri halinde, daha kısa sürede verimli sonuçlara ulaşılacağı kesindir.

Ça
ğdaş Türk sanatı ve müziğinin, yerel sınırları aşarak, Atatürk’ün vurguladığı gibi "evrensel müzikte yerini alması", yani ülkemizde ve tüm medeni ülkelerde uygulanması ve anlaşılması, ülkemizde uluslararası çok seslilik tekniğine paralel bir tekniğin oluşturulması ve yalnızca bu tür çabalarda kullanılması, uluslararası standartta enstrümanlar kullanılarak mümkündür. Bunu uygulamak ve buna katılmak, sanat dünyasında amansızca süren kültürde üstünlük mücadelesine katılamamak ve uluslararası sanat dünyasında hak ettiğimiz yeri eşit hak ve düzeyde alamamak anlamına gelir.

89 yıllık geçmi
şi ile ülkemizdeki yüksek sanatın çekirdeğini oluşturan Ankara Devlet Konservatuarı ve bu ocaktan yetişen sanatçıların emekleriyle yükselen Devlet Senfoni Orkestraları ile Devlet Opera ve Baleleri'nin yoğunlaşan çabaları, Atatürk’ün çağdaşlık düzeyine en kısa sürede ulaşma ilkesinden beslenmektedir. Ancak bu yolla elde edilecek polifonik tekniğin çağdaş Türk sanat müziğine getirdiği canlılık ve renkli bir anlatım gücü, bu teknikten başka hiçbir teknikle elde edilemeyecek bir yorum biçiminin yaratılmasını mümkün kılmaktadır. Atatürk’ün kastettiği böyle bir yenilenme, özellikle senfoni, konçerto, oratoryo ve opera olmak üzere büyük form ve ölçekteki eserlere çok yönlü bir anlatım gücü kazandırmaktadır. Yaratılışa hâkim olan gölge-ışık karşıtlıklarında yansıyan felsefi mizah, polifonik dokunun çok zengin bir ifade potansiyeline ulaşmasında da etkilidir.

Atatürk'e göre -dünyanın medeni ülkelerinde oldu
ğu gibi- ulusal kültürün her dalı için önemli olan ifade zenginliğine ulaşma çabası, güzel sanatların çağın özelliklerine uygun olarak yenilenmesidir. Durum böyle olunca örneğin ulusal bir müzik, uluslararası bir yaratıcılığın ortaya çıkmasında da etkili olur.

Atatürk’ün müzikte de
ğişim ve yenilenme formülünün, ünlü düşünürümüz Ziya Gökalp'in (1875-1924) klasik-pozitivist bir temelde, ideal-pozitivist ve hatta pragmatist bir bakış açısıyla kurduğu "gelenekteki yenilenme" ilkesini belgelediğine şüphe yoktur. Çünkü Ziya Gökalp de Atatürk’ün "müzikteki değişim, bir milletin tümüyle yeni bir değişiminin ölçüsü olacaktır" ilkesine paralel bir yorumu, kendi kişiliğine özgü bir yenilenme felsefesiyle dile getirmiş ve şöyle demiştir: “Gelenek, yaratma ve gelişme demektir. Çünkü gelenek, çeşitli anları birbiriyle kaynaştırmış bir geçmişi hareket ettiren bir güç gibi, onu arkadan ileri iten bir akıma sahiptir, sürekli olarak yeni gelişmelere ve eğilimlere yol açar.”

Ziya Gökalp'in yukarıda yazdı
ğım sözlerinde "yabancı yenilikler" kavramının özü, Atatürk’ün her şeyden önce önemsediği eğitimin getireceği yeniliklerin katkısı ve ardından uluslararası kültürel ve sanatsal karşılaşmalarda dışarıdan içeriye yansıtılabilen çeşitli türde yararlı etkenler anlamına gelir ve bu şekilde sanat dünyamızda gerçekleşen iki olağanüstü yenilenmeden ilki: 19. yüzyılın başlarında tek boyutlu minyatürün yerini almaya başlayan perspektifli (üç boyutlu) yeni Türk resmi ve ikincisi: monofonik (monodik-modal) [monodik-modal] Türk müziği, ülke folklorunun doğrudan veya dolaylı etkisi altında veya özgür ilhamla bestelenmiş çok sesli bir ulusal Türk sanat müziğidir.

Şu ana kadar yaptığımız araştırma ve analizler gösteriyor ki, Atatürk devrimlerinin çoksesli sanat-müzik alanında başarılı bir şekilde gerçekleştirdiği yeniliklerin en önemlileri şunlardır: Senfoni, konçerto, oratoryo, opera, kendi müziğimize uygun çoksesli tekniğin desteğiyle uluslararası müzik literatürünün formlarına konu olan senfoni. A capella veya grubu olmayan korolar ile bale müziği gibi farklı türlerden enstrümantal ve vokal eserleri içeren çok sesli çağdaş Türk sanat müziği.

Atatürk'ün milli kültürde yüceltme ilkesinden güç alan genç Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün sanat dallarını ça
ğdaşlaştırma çabası, çok kısa bir sürede milli müzik edebiyatımıza yeni eserler kazandırmış, hatta bazı önemli eserlerle uluslararası müzik repertuarına girmiştir. Bu arada çağdaş Türk bestecileri, "orkestra, solo ve koro" topluluğu için büyük ölçekli eserler yazarak çok sesli Türk sanat müziğini yurtiçinde ve yurtdışında başarıyla tanıtmışlardır. Atatürk devrimlerinin yarattığı böyle bir sanat hareketi, çağdaş Türk edebiyatı ile Türk Tasavvuf edebiyatının ortak katkılarıyla ortaya çıkan büyük ölçekli eserlerin yeni ve taze bir hayata göz açmasını sağlamıştır. Bu çok önemli konuya örnek olarak: Ahmet Adnan Saygun'un "Yunus Emre Oratoryosu" ve Nevit Kodallı'nın, Cahit Külebi'nin Kurtuluş Savaşı'nı anlatan manzum metninden yarattığı "Atatürk Oratoryosu"nu saymadan geçemeyiz. Ahmet Adnan Saygun'un Yunus Emre (1240-1321) gibi dünyayı etkileyen büyük bir adamın divanından esinlenerek yazdığı oratoryonun Türkiye prömiyeri, 25 Mayıs 1946'da Ankara'da Dil Fakültesi Tarih-Coğrafya Salonu'nda Saygun'un rejisörlüğünde gerçekleştirdi. Öte yandan Yunus divanının Fransız müzikologu Eugène Borrel'in (1876-1961) çevirisiyle 1947'de Paris'te, yine Ahmet Adnan Saygun'un rejisörlüğünde önce Fransız Radyosu'nda radyonun orkestra, koro ve solistleri tarafından, ardından aynı yıl tekrar Paris'te Saygun'un rejisörlüğünde Lamoureux Orkestrası ve St. Eustache koro ve solistleri tarafından Pleyel Salonu'nda seslendirildi.

“Yunus Emre Oratoryosu”nun
İngilizce metinle Amerika Birleşik Devletleri prömiyeri, dönemin ünlü şefi Leopold Stokowsky (1882-1974) yönetiminde, Symphony of the Air Orkestrası ve New York State University Higher Teacher Training School ile 25 Kasım 1958'de gerçekleşti. Koro (Crane Korosu) ve solistleri tarafından New York'taki Birleşmiş Milletler binasının büyük salonunda icra edildi ve eser 14 Aralık 1958’de Ahmet Adnan Saygun'un yönetimi altında Crane College'da tekrarlandı. Eserin hem Paris'te hem de New York'ta seslendirilmesinin yankıları, yabancı basında büyük ses getirdi.

Yunus Emre Oratoryosu’nun kazandı
ğı uluslararası başarı, Atatürk'ün çağdaş sanat diliyle ulusal kültürümüzü tazeleme ve yenileme ilkesinin tam teşekküllü bir örneği olduğu görülmektedir, Ahmet Adnan Saygun "Yunus Emre Oratoryosu", Nevit Kodallı "Atatürk Oratoryosu", ulusal müzik literatürümüze olduğu kadar uluslararası müzik literatürüne de kendini kabul ettirmiştir. Bu arada Saygun, Yunus Emre'nin zihni ve ruhu yüceltme çabasında sevgiye verdiği önceliği, çağdaş Türk sanat ve müziğinin eşsiz felsefesinde sunmanın ve bunu sadece bize değil tüm dünyaya sunmanın mutluluğunu yaşamıştır.

Türk Ulusal Ça
ğdaş Müziği’nin yaşanan bu uluslararası büyük başarının ardından sanatçılarımız uluslararası sahnelerde yer bulmuşlar ve bu şekilde Çağdaş Türk Müziğini dünyaya tanıtmışlar, tanıtmaya devam etmişlerdir. Bu sanatçılarımızdan sadece bir tanesinin başarısını anmak bile olağanüstü bir sanatsal olayı açıkça yansıtmaktadır: Sadece Türkiye'de müzik eğitimi görmüş ünlü dramatik sopranomuz Leyla Gencer 26 Ocak 1957 gecesi kendisine koyduğu Milano'nun ünlü La Scala Tiyatrosu'nda sahneye çıkma hedefine ilk defa ulaştı. Fransız besteci Francis Poulenc'in Carmelit'lerin Diyaloğu eserinin dünyadaki ilk temsilinde başrolü (Lidoine-başrahibe) oynadı. Scala'daki ilk sahneye çıkışından sonra Leyla Gencer, 18 Şubat 1957'de tüm zamanların en büyük orkestra şefi kabul edilen ve kısa bir süre önce ABD'de hayatını kaybeden Arturo Toscanini için Milano'nun Duomo di Milano Katedrali'nde düzenlenen görkemli cenaze töreninde Verdi'nin Requiem'ini seslendirilirken soprano partisini başarıyla söyledi. Bu başarının ardında La Scala Operası'nın; dünya sanatçısı olma yolunda emin adımlarla yürüdü ve orada emekli oldu. Öte yandan özel yasa ile yurt dışına müzik eğitimi için gönderilmiş ve müzik eğitimini Ankara Devlet Konservatuarı’nda tamamlamış Keman sanatçısı Suna Kan, Atatürk Devrimlerinin ve Atatürk’ün müzik devriminin yılmaz savunucusu idi. 1971 yılında engellenen Itri konseri için Kemancı Suna Kan, Başbakan Nihat Erim'e gönderdiği mektupta; "İş ne Itri meselesidir, ne Devlet Konser Salonu'nda alaturka konser vermek meselesidir. Mesele kökünden Atatürk devrimleriyle sıkı sıkıya ilgilidir" diyordu.

Atatürk ilkeleri ı
şığında eserler üretme çabalarını tükenmez bir inançla sürdüren Türk besteciler, ulusal geleneklerimizin yanı sıra uluslararası kaynaklardan da ilham almayı ihmal etmemiş, özellikle son yarım yüzyılda eserlerine çeşitli türlerde operalar eklemeyi başarmışlardır; bu operaların ve bestecilerinin en önemlileri kronolojik sırayla şunlardır: Sultan Cem, Zeybek, Çelebi (Cemal Reşit Rey); Öz Soy, Taş Bebek, Kerem, Köroğlu, Gılgamış destansı draması (Ahmet Adnan Saygun); Bayonder (Necil Kazım Akses); Van Gogh, Gılgamış (Nevit Kodallı), Nasreddin Hoca (Sabahattin Kalender); Midas'ın Kulakları (Ferit Tüzün); Gülbahar (Çetin Işıközlü), Deli Dumrul (Cengiz Tanç); IV. Murat (Okan Demiris).

Bugüne kadar yapılan analizler, Ulu Önder Atatürk'ün eline geçene kadar ça
ğdaş Türk sanatında, özellikle müzikte neleri kaybettiğimizi açıkça ortaya koymaktadır. Ancak geçmiş yönetimlerin bu konuyu Atatürk'ün reform ilkeleriyle tam olarak ele alamamış olması, çağdaş sanat çalışmalarımıza istenilen hedefe yaklaşmak için gereken hızı verememiştir, ancak doğanın gelişme yasası egemen olmaya devam etmektedir ve devam edecektir.

Batı emperyalizmine sava
ş açmış bir kişi olarak Atatürk’ün Batı’ya yönelimini Batı’nın medeniyetine hayranlık ifadesi olarak görmemek gerekir. Atatürk Batı’yı ‘Batı’ yapan düşünüş biçiminin kaynaklarına, tekellerine uzanmak istemiştir. O da aklın kılavuzluğunda bilimsel düşünüştür. Yani kuşku duyan, sorup soruşturan, eleştiren, araştıran, aklını kendine kılavuz ederken gözlemler, deneyler yapan, deneylerin verilerini aklın ışığında değerlendiren Batılı düşünce. Atatürk’ün Batı kültürüne yönelirken göz önünde tuttuğu şudur: “Kültürün gelişerek en yüksek düzeye ulaşğı Batılı toplumlara temel olan bilimsel görüşlere varmak, o temel üzerine Türk kültürünü oturtmak ve böylece o kültür düzeyinin üstüne çıkmak.” Çünkü Atatürk’e göre, “uluslar çeşitli olsa da uygarlık tektir ve ilerlemek için bu kültüre katılmak gerekir.”

Atatürk döneminde gerçekle
ştirilen devrimler, yeni cumhuriyetin batı medeniyetine dönük yüzünü göstermesi anlamında kurulan-oluşturulan-yapılandırılan kurumlar bağlamında, dönemin koşullarına göre oldukça önemli kazanımlar elde edildiği gerçeği ortadadır. En azından son yedi yüz yıldan beri batı müziğinde gerçekleşen büyük değişim ve gelişim gözönüne alındığında, bu dönemler içinde ve Cumhuriyet’e kadar uzanan yıllar süresinde, büyük değişim ve ilerleme gösteremeyen ve sürekli kendini tekrar eden süreç içinde devam eden Türk müzik yaşantısının, Cumhuriyet dönemiyle birlikte büyük bir dinamizm içinde yeniden yapılanışı sayesinde uluslararası sanat alanında önemli bir noktaya ulaşıldığı görülmektedir. Müzik devrimi de işte bu açıdan bakıldığında, dönemin siyasal anlayışı açısından, bir çağdaşlaşma aracı olarak ele alınmıştır. Fakat bu yeniden yapılanış sırasında oluşan yanlış anlamaların, hiçbir anlamı olmayan yasaklamaların, ayak diremelerin, kraldan fazla kralcı olmaların, müzik devriminin Atatürk’ten ve amacından saptırıldığının açık delilidir.

Çok partili sisteme geçi
ş süreci sonucu 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle, Ankara ve İstanbul Radyosu’nda faaliyet gösteren Geleneksel Türk Müziği Korolarının ‘klasik koro’ adı altında ‘Unison Koro’ olma özünden uzaklaştırılarak, hadi kibarca söyleyeyim liberal bir yaklaşımla yeni bir yapıya büründürülürken, ülkedeki, Atatürk’ün fikirlerine danışğı, tartışarak sonuca vardığı müzik eğitimcileri tarafından önerilerek ‘Tevhidi Tedrisat’ta uygulamaya koyduğu müzik eğitimi, çağdaş sürecinden koparılıp zayıf bir eğitime ve gerici bir yapıya dönüştürülmesi, ülkemizin Çağdaş Müzik Devrimine ilk vurulan darbelerdi.

İlerleyen süreçte Atatürk’ün TBMM konuşmasında söylediği gibi; “…kişilere basit ve geçici bir heyecan verecek müzik” yerine , “… yüksek duygularımızın, hayatlarımızın ve anılarımızın ifadesini bulan bir müzik istiyoruz” ifadesinde yerini bulan müzik devrimi es geçilmiş, hatta “Türk Müziği radyolarda yasaklanmıştır” gibi asılsız, tamamen kilükâl dedikodularla Türk Müziğinin çağdaşlaşmasının önünde büyük engellerle durulmuştur.

1960’larda 27 Mayıs Devrimi’nin getirdi
ği sosyal ilerleme rüzgârının etkisiyle yeniden gelişme sürecine giren Çağdaş Türk Sanat Müziği, Suat Sayın’ın ilk arabesk bestesi ile 1965 yılında karşılaşştır. Halk tarafından da geçici bir heyecanla karşılanan Suat Sayın besteleri sevilmiş ve yukarıda yazdığım tarihsel süreç yaşanmıştır.

SONUÇ

Bu hızla 12 Mart gerici darbesinin de yol vermesiyle 1970’lerin ortasında bütünüyle siyasal bir kart olarak masaya sürülen “Türk Müzi
ği Konservatuarı”, bütünüyle kültürel anlamda Atatürk’ün Çağdaş Türk Sanat Müziği Devrimi’ne karşı oluşturulmuş bir gerici yapılanmanın uygulanması olmuştur. Masaya sürülen bu siyasal kart o yıllarda dünyaya hâkim soğuk savaş sisteminin kullanışlı aparatından başka hiçbir işe yaramayacağı gibi bu yolda meşruluk da taşımamaktadır!

Müzikal algı, kültür ve estetik açısından de
ğerlendirirsek, Geleneksel Türk Sanat Müziğini ulusal müzik kaynak ve mirasımız olarak kabul eden, batı ve Geleneksel Türk Sanat Müziği’nin birbiri ile geçişkenliğini kayıtsız şartsız kabul eden, halk arasında geleneksel olduğu üzere “her tür müziği severim” biatını estetik ölçü olarak benimsemiş zihniyetler, Atatürk’ün Çağdaş Müzik Devrimi’ni geleneksel yapıyla kısa devre kontakt yaptırmanın yolunu bulmuşlardır.

Günümüzde ülkemizin hı
şır hale gelmiş müzik eğitiminin en başındaki zafiyeti; halkın kültürel müzik çekiciliğini en zor olan yüksek zevk sansüründen geçirilmiş müzik kültürü ile gidermesi gerekirken, çağdaş yorum adı altında yapılan tavşanın suyunun suyu tarzı fantezist bestelerle, deneysel yaşayan az gelişmiş ülke aydınlarının sıkça düşğü bir tuzak olmuştur.

Kaynakça:
Görkem KIZILDA
Ğ (Müziksiz Devrim de Olmaz Cumhuriyet de!, Onedio, Makale, 28. Ekim. 2020)
Müfit Semih BAYLAN  (Trabzonlu Müzisyenler ve Musıkîmizde
İz Bırakanlar, kendi yayını, Ocak 1991)
Cevad Memduh ALTAR (Milli Kültür Dergisi, Kültür ve Turizm Bakanlı
ğı, Sayı: 34, 1982)
Cevad Memduh ALTAR (Atatürk’ün Önderli
ğinde Türkiye’nin Çağdaş Sanat Mücadelesi – T. İş Bankası Kültür Yayınları 2019)
Melis GÖNENÇ (
İslamcı Yıllarda Devlet Opera ve Balesi, Yazılama Yayınları, Kasım 2023)
Leyla YVONNE ERG
İL (100 Years of Turkish Music: A Timeline, Daily Sabah Columnist. 3. Aralık. 2023)
Doç. C. Hakan ÇUHADAR (Atatürk’ün Müzik Devrimi, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 24, Sayı 2, 2015)

Müfit Semih Baylan

Tüm Özel Dosyalar