ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1956
Şu an 68 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Televizyonda popüler yarışma: Modern Gladyatörlerin Kansız Ölümü!Sayı: - 10.05.2007


Sorun
Günümüzde kendilerini fiziksel olarak üretme olanaklarından özel mülkiyet yapısı ve ilişkilerinden geçerek yoksun bırakılmış kitlelerin zamanları iş zamanı (eğer çalışıyorlarsa) ve iş dışı zaman olarak ikiye ayrılmıştır. Kapitalist bilinç yönetimine işlevsel bir şekilde “boş zaman” olarak isimlendirilen “iş dışı zaman” çalışan serbest-köleler için dinlenme zamanıdır. Bu zaman kişinin fiziksel ve psikolojik bakımlardan kendine baktığı, kendini yenilediği, diğer bir deyimle, işgücünün üretim, yeniden üretim ve tamir zamanıdır. Bu yenileme ve üretim de insanın, uyumak dahil, bir şeyler yapmasını gerektirir. Gerçi dinlenme zamanında çalışan sınıf işgücünü doğrudan kapitalist sermayeye satmak zorunda değildir; ama satacak biçimde iş gücü yaratmak için kullanmak zorundadır. Bu iş dışı zamanda, insanlar zamanlarını kendileri sanki özgürce örgütlüyor gibi görünür. Fakat kitle üretimiyle ve kitlelerin yönetimiyle gelen zorunluluklar nedeniyle iş dışı zaman da materyal ve ideolojik pazarlama ve tüketime yönlendirme amaçlı olarak kolonileştirilmiştir. Bu kolonileştirilmeyle iş dışı zamanın geçirildiği yerler (ev dahil) örgütlenmiş ve bu yerlerde geçirilen “boş zaman” bilinçlerin şekillendirilmesi ve yönetimi, talep yaratılması, tutulması, sürdürülmesi ve geliştirilmesi amaçlı egemen ideolojik sembolsel faaliyetlerle (örneğin televizyon, radyo, müzik, paralı-eğlenceyle) işgal edilmiştir. İnsan kendi evinde ve kendi oturma odasında dinlenirken bile, evine kendi eliyle soktuğu Truva’nın atının içinden çıkanlara karşı mücadele vermek veya zorunlu veya istekle boyunsunmak/katılmak seçenekleriyle karşı karşıya bırakılmıştır. İş dışı zamanın kolonileştirilmesiyle birlikte insanlar post-modern çöplüklerde (= kaliteli yerlerde) standartlaştırılmış yiyecekler, içecekler, giyecekler, eğlenceler, tatiller, bilgiler, haberler, dersler, sınavlar vb ile zamanlarını “değerlendirmektedir”. Bu pratiklerden geçerek oluşturulan standartlaşmış beynin artık yoğun ve derin düşünmeye ne ihtiyacı ne isteği ne de fiziksel-ussal potansiyeli kalmıştır: Gerekli gereksiz, tamir edilebilir, yeniden kullanılabilir, hemen kullanılıp atılan her şeyi hazır-yapılmış olarak satın alan varlığın beyni sadece satın almayı düşler ve satın alma üzerinde ne “düşünmeyi düşünür”, ne de “düşüneni dinleyecek” kadar dikkatini verme kapasitesine sahiptir. İnsanın zevkiyle, tercihiyle ve ilgisiyle bilincinin 12-14 yaş arasında dondurulduğu bir dünya egemenliğinde bu oldukça normaldir. Bu yolla, eskiden olduğundan çok daha fazla bir şekilde, hem “serbest-köle kitlelerden” egemen sistemin korunması sağlanmaya çalışılmakta hem de sistem materyal ve bu materyalin düşünselinin satışını yapmaktadır. Bu materyal ve düşünsel satışı gerçekleştirme araçlarından biri de televizyondur. Televizyondan geçerek yapılan paketlenmiş bilinç ve ürün satışları arasında Pop-Star ve Akademi Türkiye gibi televizyon yarışma programları vardır.

Televizyonla gelen satışın doğası
Bir zamanlar gladyatör-kölelerin birbirlerini öldürdüğü ve onları hararetle seyreden serbest-kölelerin eğlence yeri olan Roma arenaları vardı. Roma arenaları ekmek ve sirk politikalarının yürütüldüğü önemli yerlerden biriydi. Günümüzde bu arenaların yerini Televizyon aldı: Televizyonda sunulan, yarışma dahil, eğlence programları ekmek ve sirk politikalarının bilişsel yanının her gün sürekli meşrulaştırıldığı yer oldu. Televizyonla olan iletişim yönetici sınıfların tek yönlü olarak kitleye doğru yaptıkları iletişimdir. Bu iletişimle belli bir siyasal ve ekonomik sistemin pazarlaması ve satışı yapılır. Bu satış enformasyon, eğlence, yarışma, spor, film, açık oturum, çocuk programları gibi çeşitli anlamlandırma örtüleriyle ve bu örtüler altında gelir. Hangi biçimlerde sunulmuş olursa olsun, televizyonda dikkatle hazırlanmış bir amaç paketlenmiştir. Bu amaç (a) herhangi bir ürünün tanıtımını, (b) belli tutum, görüş, davranış, alışkanlık, zevk ve tüketim biçimin teşvikini, (c) ekonomik sömürünün ekonomik kalkınma olarak satılmasını, (ç) belli güçlerin siyasal egemenliğinin demokrasi ve özgürlük olarak yutturulmasını, (d) Amerika, Avrupa Birliği veya Japon emperyalizminin kalkınmanın itici ortağı olarak tanıtılmasını, (e) kendi TV kanalına mümkün olduğu kadar çok izleyici çekerek reklam gelirlerini artırmayı vb amaçları içerir.

Yarışma Programlarıyla satılan
İnsanlar ne bugün ne de dün birbiriyle yarışmaya başlamıştır: Örgütlü yaşamla birlikte o örgütlü yaşamın doğasına uygun ve o örgütlü tarzı destekleyen veya karşıtlığı üreten yarışma da gelir. Özel mülkiyet ilişkileriyle birlikte maddi ve maddi olmayan şeyler gasp edilmiş ve bu gasp artan bir şekilde devam etmiştir. Meşrulaştırılmış gasp günümüzde eskisinden çok yoğun bir şekilde sadece ekonomik alanda değil, aynı zamanda dinlenme ve eğlence alanlarında olmaktadır. Ekonomik alanda zenginliklere ve üretilen değerlere meşrulaştırılmış gasp yoluyla sahip çıkanlar, aynı zamanda yoksun ve yoksul bırakılan, baskı ve terör altında yaşatılan insanların eşitlik, demokrasi, insanlık gibi özledikleri duygularına ve serbest zaman faaliyetlerinin düzenlenmesiyle ilgili her şeye de sahip çıkmaktadır. Bu sahip çıkma özellikle İkinci Dünya savaşından sonra gelişen yeni-sömürgeciliğin ideolojisinin gittikçe daha da incelikle işlenen ana karakterlerinden biridir. Bu nedenle serbest zamanın kullanımında ve dilde yoğun bir egemenlik ( emperyalizm) ve mücadele vardır. Bu mücadelenin egemenliği yansıtan biçimde ifade edildiği bir yer de televizyondur. Televizyon yarışma programlarından haberlere kadar bütün sunumlarında emperyalizmin dilinin (egemen bilincinin) Anadolu’da egemen “start” almasına (başlamasına değil!) ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadır. Bu dilin Pop-Star gibi yarışma programlarında getirdiği bilinç belli dünya görüşünün, umutların, umutsuzlukların, beklentilerin, iyileri, kötülerin, arzu edilenlerin, arzu edilmeyenlerin, başarının, başarısızlığın, değerli olanın, değersizin tanımlarını yapar ve bunlarla desteklenen ilişki tarzlarını meşrulaştırır. Bu meşrulaştırmayla, örneğin yaşam koşulları elinden alınmış serbest köle veya serbest yeni-sömürge, efendisi Avrupa Birliği’nin onu kabul etmesi çabasında Tanrısını bile satar. Mutlak kölelik ve doğrudan sömürgecilik koşuluyla gelen mutlak-kölenin özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi, serbest pazarın serbest kölelik koşulunda anlamını yitirir: Serbest kölenin ve yeni-sömürgenin serbestliği aç ve yoksun bırakılmanın garantisi yapıldığı için, artık özgürlük ve bağımsızlık ücret/maaş köleliğinden geçerek, sömüren pazara onu “kabul etmesi” için yalvarmaktan geçerek gerçekleşebilmektedir. Kölenin zincirine vuruluşu koşullarında Pop-stara katılma ve seyretme bir kurtuluş umudunu heceler. En alçalmış çağın insanının yarattığı insanlığın acıklı durumu. Bu durumun küçük ve nicel durumuyla ilgili bir örnek: Akademi Türkiye ve Pop-star seçmelerinin yapıldığı Ankara’da öğrencilerim küçük bir araştırma yaptılar. Bu araştırmanın bulgularının ima ettiği sonuçlar bu acıklı durumun psikolojisini, ekonomisini, siyasetini ve insan ilişkilerini çok iyi ortaya koymaktadır. Pop-Star ve Akademi Türkiye seçmelerinde insanlık durumu başlığıyla sunulan bu araştırmayı okumanızı öneririm.

Yukarıda belirtilen nedenlerle birlikte, çözülemeyen günlük sorunlardan bir süre kaçış sağlama işlevini de gören yarışma programlarıyla desteklenen bilinç ve ilişki tarzının bize öğrettiklerinin bazıları şunlardır:

Toplumda hem fırsatlar hem de fırsat eşitliği vardır. Dolayısıyla toplumda fırsatlar kullanılmaya açıktır. Faydalanmak isteyenler kendi tarihlerini yazan aktörlerdir ve diğerleri ise seyirciliği tercih eden izleyicilerdir. (Benim öğrencilerimin sadece “zengin dayısı” ve “dayısının dayısı” olanlar fırsatları kullanmakta: Neden dersiniz?)

Fırsatlar eski katil Bayhan’a (ve topluma geri kazandırma yasasıyla teroristlere) bile tanınmıştır. Yeter ki fırsatları kullanmak için harekete geçin. Bu günün katili yarının meşhur iş adamı ve yıldızı olabilir. (Eski siyasal katillerin bugün işadamı ve politikacı olması gibi).

Her insan aynı beceriye ve kapasiteye sahip değildir: Bayhan ancak üçüncülüğe kadar yükselebilecek bir yeteneğe sahipti. Bayhan bunu kabul etti. Siz de kendinizle ve kendi durumunuzla olanı kabul edin. (Buna iğfal edilenin ikinci kez iğfal edilmesi denir).

Fırsatları değerlendirmesi bilen herkes zengin olabilir. (Fırsatlar tavanda asılı, al beni al beni diye yalvarıyor! Alan alıyor. Sen de al. Alabilirsen tabi).

Başarının olabilmesi yetenek yanında çaba gerektirir. Fakat ne denli çabalarsan çabala, senden iyileri varsa, kaçınılmaz olarak neredeysen, nereye gelebildiysen, orada kalacaksın. Dolayısıyla çaba zorunludur, değerlidir; fakat sizi ancak belli bir yere kadar götürür. Çünkü daima sizden daha iyileri vardır (Abidin birinci geldi ama Tarkan ondan daha yetenekli bir “süperstardır”).

Çaba ve yeteneğiniz yoksa hiçbir yere varamazsınız; kaderinize küsün. Tanrı size o kadar vermiş.

Toplumda yarışta olan birçok insan vardır. Sen de bunlardan birisin. Nerede ve nasıl olduğun bu yarışın bir sonucudur. (Dikkat edilirse, en beceriklinin kazandığı orman kanununun toplumun doğal bir gerçeği olduğu ve gücün, üstünlüğün, başarının, zenginliğin vb nedeninin tümüyle bireyin fiziksel, psikolojik, beyinsel, düşünsel, yeteneksel doğasına bağlı olduğu vurgulanmaktadır. Keşke öyle olsaydı!. Bu bile yok).

Dolayısıyla, terbiyesizliği ve haksızlığı bırakıp demokrasiye ve özgürlüğe çamur atma yerine başarısızlığın için kendine bak; çünkü eğer işsizsen, eğer fakirsen, bunun nedeni sensin. (Bu şekilde biçimlendirilen bilinçle kaybedenin kendini suçlaması, kaybedenlerin birbirine düşman olması, dayanışma düşüncesinin yok edilmesi sağlanmaktadır).

Bakın başarılı olmak için okumaya da gerek yok. Çok uzun uğraşa gerek yok birden parlayıp zengin olabilirsin. (Resmi eğitimin ve uzun çabanın yerine, yakalanmadan yapılan hırsızlığın ve kısa yoldan köşe dönmenin egemen olduğu bir yapının meşrulaştırılması; yoksun bırakılmışa sunulan umutsuz umut: lotto, toto, piyango, yarışma programları)

Seçme ve seçilme hakkı vardır: Başarılı ve zenginlik hakkaniyet ölçülerine göre olan seçme ve seçilmenin bir sonucudur. Halkın istediği bazılarına yanlış görünebilir; ama doğru olandır.

Telefon firmalarına ve ortaklarına para kazandırma yanında, “halkın oyu” çığırtkanlığıyla, televizyonun halka istediğini verdiği yalanı desteklenmektedir.

Yukarıda belirtilenlere baktığımızda, köşe dönmeci bir kültürün meşrulaştırıldığı; herkesin kendi bacağından asıldığı bireyciliğin vurgulandığını görürüz.

Yarışmacı bir toplumda dayanışma olamaz. Abidin ve Firdez gibi “birbirine aşık” olsalar bile yarışmak zorundadırlar ve biri kazanırken diğeri kaybedecektir. (Sevenlerin bile birbirinde yarışta olduğu vurgulanıyor.

Yarışmacılara birbiri için timsah gözyaşları döktürülüyor; arkadaş ve dost oldukları söyletiliyor. İçleri kanayarak üzüntüyle infaz için imza atılıyor. En alçalmış çağın en alçalmış insanı yaratılıyor: Bölüşmeyi, paylaşmayı ortadan kaldıran ve diğerini yoksun bırakan “zenginliği elde etme” yarışında, Makyavelliyi utandıracak derecede sahte ve iki yüzlü duyarlılık, yakınlık, arkadaşlık, dostluk, dayanışma atmosferi yaratılıyor. Bu atmosferde biri öldürülüyor; öldürenler cenaze merasiminde gözyaşlarıyla arkadaşlık, dostluk ve sevgiden bahsediyor.

Dayanışma anlamsızdır; çünkü hayat bir yarıştır ve daima kaybedenler ve kazananlar olacaktır. Dolayısıyla kaybetme ve kazanma doğaldır. Bu nedenle, yoksun bırakma veya bırakılmadan bahsedemeyiz; Yoksun olma vardır ve bunun nedeni de kıt kaynaklar üzerindeki mücadelede, birilerinin kaybetmesinin kaçınılmazlığıdır. Kaybedenleri gözyaşlarıyla, derinden hissederek uğurlarız; kazananları da alkışlarız. Dikkat edilirse yiyemeyeceği ve kullanamayacağı kadar zenginliklerin üzerine yatarak diğer insanları yoksun bırakan (örneğin ancak bir anda ancak bir yıldız olmasını, 40 odalı köşkte birkaç kişinin yaşaması ve bir sürü insanın evsiz kalmasını, zenginliklerin birkaç elde toplanmasını ve yaygın yoksulluğun ve yoksunluğun yaratılmasını getiren) hunhar-psikopatlık, bir mental hastalık (kafadan sakatlık) değil de arzulanan bir değer olarak sunulmaktadır. Bu hastalık da toplumsal bir kaçınılmazlık ve doğallık olarak nitelenmektedir.

Bütün yukarıda belirtilenlerde kapitalizm ne denli başarılı? Etrafınızdaki yaşam koşullarına ve hasta insanların nicel çokluğuna bakarsanız, oldukça başarılı. Bu başarının nedeni bilinçten geçerek kurulan egemenlik mi? Hayır. Bilinçten geçerek kurulan egemenlik hasta insanlığın yürüttüğü mülkiyet ilişkileri düzeninin örgütlü baskı ve terörü olmazsa asla var olamaz. Dolayısıyla bir hasta sistemi ve o sistemin bilincini (insanı ve düşüncesini) belirleyen bu sistemin (insanın) kendi hakkında ne düşündüğü değil, nasıl örgütlendiği ve bu örgütlülük içinde neyi nasıl yaptığıdır.

Sonuç
Çalışan sınıflar en önemli zamanlarını kapitaliste ve kapitalistin devlet kuruluşlarına emeklerini satarak ücret\maaş köleliği ilişkisi ve iletişimi içinde geçirirler. İnsan uyku dışındaki hayatının çok az bir kısmını iş dışında geçirir. İnsanın "boş zaman" (veya iş dışı zaman) olarak nitelediği zaman bile gerçekte kapitalist tüketim ve eğlence endüstrilerinin işgali altındadır. İster iş isterse iş dışı olsun, zaman üretim, dağıtım ve tüketim içinde sosyalleştirilmiştir. Sosyal zaman egemenlik ilişkilerine göre biçimlendirilmiş zamandır. Bu zaman kölelerin yönetildiği ve çeşitli biçimlerde yaşam mücadelesi verdiği zamandır. Bu zaman içindeki iletişim biçimi de bu yapının özelliklerine göre şekillendirilir. Televizyon bu boş zamanın kolonileştirildiği ve boş zamanda televizyon dışında neler yapılması gerektiği hakkında gündem belirleyen ve böylece kolonileştirilmenin Migros ve Armada gibi büyük alışveriş merkezlerinden geçerek sürdürülmesine katkıda bulunan örgütlü yönetim aracıdır.

Televizyondaki yarışmalarda olduğu gibi, kolonileştirilmiş zamanda eğlence sadece zararsız, amaçsız hoş vakit geçirilen, rahatlama sağlama ötesinde bir öneme sahiptir. Eğlence belli bir yaşam tarzının kendini üretme biçimini anlatır. Yani eğlenceyle insan kendini dinlendirirken, zevk alırken, izleyici veya katılımcı olarak bir şeyler yaparken hem biyolojik ve sosyal, siyasal, kültürel ve psikolojik-kendini üretir hem de bu üretimin gerçekleştiği toplumsal yapıyı üretir. Eğlencenin masumiyeti veya ideolojiden veya siyasaldan uzaklığı düşüncesi ciddi bir yanılgıdır. Ne televizyondaki eğlence ne de televizyon dışı eğlence evrensel bir tarafsızlığa, yansızlığa ve ideolojisizliğe sahiptir. Öyle sunulur fakat aslında öyle değildir.

Televizyon eğlencesinin ürünü, ister yarışmalar olsun isterse haber vb olsun, sosyo-ekonomik yapıdaki ilişkilerin her safhasında ve her kesiminde pazarlanabilir ve pazarlanan bir ürün yaratır. İletişimin en çok üzerinde durulan ürünü fikirler, tutumlar, davranışlar, görüşlerle ilgili olan ve ekonomik yapıyla çoğu kez kopuk olarak, soyutlanmış olarak, ele alınan ideolojik (ve kültürel) yandır. Bu yanda, iletişimin ürünü ekonomik pazar değeri olmadığı varsayılan eğlence, spor, haber, eğitim ve yorum adlarıyla anlamlandırılan çeşitli mesaj (veya metin) biçimleridir. Aslında, her mesajın, örneğin enformasyonun, doğrudan pazar değeri vardır ve alınıp satılan oldukça pahalı bir emtiadır. Mesaj biçimlerinin hepside ideolojik ve kültürel bir üründür. Sosyal iletişimin ideolojik üst yapısal faaliyetleri sistem tutma ve sürdürme faaliyetleridir. Bu faaliyetler aynı zamanda sistem geliştirme ve değiştirmeyi de içerir.

Aslında, televizyonla iletişimde, örneğin haftanın belli günleri tekrarlanan Pop-star, Akademi Türkiye, Evlenmek İstiyoruz veya Çarkı Felek gibi programların ürettiği sadece masum ve basit bir "eğlence veya oyun" değildir. Programı yapan ve yürütenler için yarattıkları şey bir üründür. İzleyiciler bu ürünün tüketimine/kullanımına katılmakla kalmaz aynı zamanda bu ürünün entegral, vazgeçilemez bir parçası olurlar. Televizyonlarının başındaki izleyiciler programı izlediklerinde hem bir eğlence\oyun ürününün üretilmesine hem de aynı anda ürünü tüketerek bu tüketim sırasında sosyal-siyasal-ekonomik ve kültürel kendinin, bizlerin ve onların yeniden üretilmesine katılırlar. Bu katılmayla birlikte bu katılmanın ve bu katılmanın ardındaki ilişkiler düzeninin bilinci de (egemenlik ve mücadele) nicel ve aynı tarz içinde nitel olarak farklılaştırılmış koşullarda yeniden-üretilir. Dikkat edilirse, televizyonla olan bu iletişime izleyiciyi kattığımızda, ürün, aynı zamanda izleyicinin kendisi oluyor: Bu izleyici-ürün sosyo-ekonomik düzenin yeniden-yaratılmasında belli ürünlerin tüketimine katılarak hem ekonomik-sosyali hem de "sosyal-kendini" üretiyor. Yani, iletişimin ürünü ideoloji ve ideolojinin çıkıp geldiği ve geri-dönerek desteklediği materyal ilişkiler ve sosyal üretim tarzıdır. İletişimin ürünü toplumsallaşmış kendimizdir; Sosyalin, siyasalın, ekonomiğin ve kültürelin çeşitli biçimlerdeki "mesajlarla" paketlenmiş ussal-sembolsel anlatımından öte, sosyalin, siyasalın, ekonomiğin ve kültürelin kendisidir. Dolayısıyla, bir yarışma programıyla üretilen belli biçimdeki materyal yaşam ve bu yaşamın ideoloji ve bilincidir. Yaşamın ideolojisi ve bilincinin üretimi de, materyal kültürün üretim özellikleriyle beraber gider, onun tarafından belirlendikten sonra, onunla etkileşime başlar. Bu etkileşim sürecinde, sadece egemen kültürler yeniden-üretilip sürekliliği sağlanmaya çalışılmaz, aynı zamanda, karşıt olan kültürler üretilir ve mücadele verirler.

Televizyon yarışma programıyla hasta örgütlülük içinde insanın insana yaptığı hunharlıklar meşrulaştırılır: Yarışma programlarıyla toplum yaşamında dostluk, yakınlık ve siyasal tavır almada önemli bir gerileme üretilir; bireyciliği, özgürlüğü, demokrasiyi, insanlığı, başarıyı ve başarısızlığı toplumdan geçerek anlamlandırma ve anlamlı toplumsal tartışma ortadan kaldırılır (yarışmalar olduğu zamanlarda izleyiciler arasındaki tartışmaları düşünün); sosyal sınıf anlayışı yok edilir; eğlence, tatil, boş vakit geçirme ve sosyo-kültürel yaşamda bireysel-fiziksel doyum, "hemen kullan hemen at tüketiciliği" ekseni etrafında dönen egemen bir kültürel, ekonomik, siyasal pratik yüceltilir. Yüceltilen bu toplum yapısında bir fırsat gider (pop-star programı biter) fakat diğeri gelir: Daima yeni yarışmalar vardır. Dolayısıyla, fırsatlar sonsuzdur, sen kullanmayı bilmiyorsan, kullanmıyorsan, bardağın yarısı boş diyorsan, beceriksizsen kimseyi suçlamaya hakkın yok; kendini suçla.

Evimizdeki Truva’nın atı bizim de içinde yer aldığımız örgütlü bir egemenliğin araçlarından biridir. Bu araç, yarışmasıyla, eğlencesiyle ve haberiyle psikolojik-bakımdan hasta ve çok tehlikeli bir insanlık durumunun çarpık aynası olarak kullanılmaktadır. Tv’de yarışma programları katılanları ve izleyenleriyle serbest kölelere verilen umutları tazeler. Bu tazelemede yarışmaya katılanlar elenirken, Roma arenalarındaki bir kez ölümle kurtulan gladyatörün yerini, modern kölelik sisteminin Tv arenasında en hunhar ölüm gerçekleştirilir: Başarısızlığın ve aynı yaşam koşuluna dönmenin terörüyle gelen, umudun bittiği, yoksun bırakılmışlığın terörünü her an hissettiren kansız ölüm. Bu ölüme karar veren modern teröristler (oy veren izleyiciler) gladyatörlerin yarışıyla eğlenirken kendi kölelik koşullarının umudunu, umutsuzluğunu, özlüce bilincini, bu bilincin çıkıp geldiği ve beslediği insanlık durumunu yeniden-yaratırlar.
 

Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.