♪
Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024
♪
Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023
♪
Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023
♪
GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023
♪
30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023
♪
Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023
♪
18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022
♪
Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022
♪
sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022
♪
Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022
Türk müzik kültürü, ilk kökleri/kökenleri itibariyle Tarih Öncesi’nde başlayan ve tüm Tarih Çağları boyunca devam eden “sürekli bir oluştur”; başlangıcından günümüze değin kesintisiz sürüp gelen varlığı ve evrimiyle Dünya müzik kültürünün en eski, en köklü, en etkin ve en yaygın öğelerinden biridir. Türk müzik kültürünün (en) uzak geçmişinden günümüze değin süregelen bu temel özelliğinin, günümüzden (en) uzak geleceğine doğru da süregitmesi doğaldır, doğal bir beklentidir.
Günümüzde Türk müzik kültürü, Avrasya’da yaklaşık 11 milyon kilometrelik bir alana yayılmış olan, Türk dil-kültür kökeninden gelen, Türkçe konuşan-Türkçe yaşayan, yaklaşık 250 milyonluk bir insan topluluğunun ve onun oluşturduğu Türk Dünyası’nın müzik kültürüdür. Somut olarak günümüz Türk Dünyası’nın müzik kültürü denilince, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere, bağımsızlığına kavuşmuş Kuzey Kıbrıs, Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile özerk, yarı bağımsız veya bağımlı yaşayan, örgütlü veya örgütsüz, irili ufaklı tüm Türk Toplum ve Toplulukları’nın müzik kültürleri anlaşılır.1
2. Türk Müzik Kültürünün Tarihî Dönemleri ve Evrim Evreleri
Bilindiği gibi, “kültürün tahmini yaşı 2 milyon yıl öncesine gider”.2 Başlangıcından günümüze insanlığın kültürel evrim süreci, insanbilimde (çoğu insanbilimcilerce), genel olarak “üretim öncesi” (paleolitik), “üretim” (neolitik) ve “yoğun üretim” (endüstri) olmak üzere en azından üç ana evre ye ayrılır.3 Bu ayrım, kuşkusuz, Türk toplumunun kültürel evrimi ve onun bir parçası’ olan Türk müzik kültürünün evrimi için de geçerlidir. Ancak, Türk müzik kültürünün “üretim öncesi” (paleolitik) evresine ilişkin eldeki insanbilimsel bulgu, kazıbilimsel buluntu ve tarihbilimsel bilgiler henüz çok yetersizdir.4 Müzikbilimsel veriler de henüz son derece kısıtlıdır, hatta yok denecek kadar azdır. Bu nedenle Türk müzik kültürünün varlığını ve evrimini inceleme ve betimleme işine, daha çok “üretim” (neolitik)5 evresinden başlamak (daha) doğru olur.6
Türk müzik kültürünün “üretim” (neolitik) evresinden bu yana geçirdiği en azından 5000 yıllık uzun evrim süreci, Türk kültür tarihinin kendine özgü akışı içinde kendine özgü belirli dönemlere, her bir dönemde kendine özgü belirli evrelere ayrılır.
Türk müzik kültürünün “üretim” (neolitik) evresinden bu yana geçirdiği uzun evrim sürecinde Türk kültür tarihinin kendine özgü akışı içinde ortaya çıkan kendine özgü belirli dönem ve evrelere bakarken yüzer yıllık, beşyüzer yıllık ve biner yıllık zaman dilimleri “anlamlı birimler” olarak belirir ve evrimin tarihî akışının izlenmesinde çok büyük kolaylıklar sağlar. Çünkü, kültürel evrim sürecinde yüzyıllar beşyüzyıllara, beşyüzyıllar binyıllara ağar, akar, dökülür ve yığılır. Bu bağlamda göreli olarak binyıllar “geniş zaman dilimleri”, beşyüzyıllar “orta zaman dilimleri”, yüzyıllar ise “dar zaman dilimleri” olarak işlev görür.
Nitekim, “tarih öncesi”ne dayanan kökleriyle “tarih çağları insanlığı”nın en önemli ve en sürekli öğelerinden biri olan Türk toplumunun müzik kültürünün yaklaşık beşbin yıllık evrim sürecine geniş zaman dilimleri halinde bakıldığında “binyıllar”, orta zaman dilimleri halinde bakıldığında “beşyüzyıllar”, dar zaman dilimleri halinde bakıldığında ise “yüzyıllar” daha çok anlam ve önem kazanır. Öbür yandan aynı sürecin yakın geçmişine “yüzer yıllık”, orta geçmişine “beşyüzeryıllık”, uzak geçmişine ise “bineryıllık” zaman dilimleri halinde bakışın (kendine özgü) belli kolaylık, yararlık ve üstünlükleri vardır.
Türk müzik kültürünün yaklaşık beşbinyıllık evrim süreci dikkatlice incelendiğinde, bu sürecin, her yüzeryıllık dilimler içinde adım adım
3. Karahanlılar-Gazneliler-Selçuklular Dönemi,
4. Türkiye Selçukluları, [Türkiye] Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi,
5.Bağımsız Türk Cumhuriyetleri Dönemi: Türkiye-KKTC-Azerbaycan-Kazakistan-Özbekistan-Kırgızistan-Türkmenistan Cumhuriyetleri Dönemi.
Şimdi, önce Türk müzik kültürünün bu dönemlerdeki genel durumunu kısaca gözden geçirelim.
3. Türk Müzik Kültürünün Tarihî Dönemleri
Bilindiği gibi Türk kültürünün ve dolayısıyla Türk müzik kültürünün tarihteki “ilk kökleri-ilk kökenleri” Orta Asya’da Altaylar’da olup, orada İlk Çağın derinliklerine dayanır, hatta Tarih Öncesi Çağlara uzanır. Eldeki en son, en yeni ve en geçerli-en güvenilir insanbilimsel bulgulara, kazıbilimsel buluntulara ve kültür tarihi bilgilerine göre Altaylılar “Türklerin ataları “dır, “Ön-Türkler “dir, “ilk Türkler “dir.14 Öyleyse, Türk müzik kültürünün Orta Asya’daki ilk köklerini kökenlerini ve ilk-ön-temel oluşumunu Altaylılar dönemini inceleyerek, o dönemin başlarından yola çıkarak belirlemek gerekir.
3. 1. Altaylılar Döneminde Türk Müzik Kültürü
Altaylılar önceleri (M.Ö. 4. bine kadar) kendilerine özgü bir avcı toplayıcı kültüre sahip iken, M.Ö. 3. binde hayvan (at, sığır, deve) beslemeğe başlayıp üretim evresine yani üretici yaşama geçtiler ve “avcılık”la birlikte “çobanlık”ı da yürüttüler, M.Ö. 2. binde “çobanlık”la birlikte madenci kültürü geliştirip “altın işlemecilik” ile “altın kaplamacılık”ın merkezi konumuna geldiler, M.Ö. 1. binde ise “tunç (bronz) çağı”nı aşıp zamanla “demirci bir halk” oldular. Böylece Altaylılar, genel olarak, Tarih Öncesi’nde üretim öncesi evre müzik kültürüne sahip iken Tarih Çağlarnnn başlamasıyla birlikte üretim evresi müzik kültürü aşamasına geldiler
Kökleri-kökenleri İlk Çağ’nı derinliklerine dayanan ve Tarih Öncesi Çağlara uzanan her müzik gibi Türk müziği de başlangıçta çok az perdeli idi. Ezgiler belirli aralıkta iki ses (perde) üzerinde oluşur, iki ses üzerinde dolaşır dururdu. Kullanılan perde sayısı, zamanla artıp giderek üçe, dörde yükseldi. Dörtperdelilik (tetratonik)le birlikte “mod öncesi müzik”te15 en ileri aşamaya gelindi. Ezgisel seyir (gidiş-akış) yalın, ritim ise çeşitli idi. Biçim (form) çoğunlukla yineleme (tekrarlama) ve başkalama (çeşitleme) dizilişindeydi. İnsan sesi ve şarkı çalgıdan önceydi, öncelikli idi. İnsan sesine ve şarkıya eşlikte davul ve defin önceliği vardı. Boru (borguy) ve kopuzun (kubuzun) ilk-ön örneklerine erişildi. “Şaman müziği” denilen “büyüsel-dinsel-törensel müzik” giderek belirginleşti. “Şaman” denilen “mesleksel müzikçi”nin topluluk ve toplum içinde önemli bir konumu ve saygın bir yeri vardı. Türk dilinin evriminde oluşmaya-belirmeye başlayan “Ön Türkçe”ye [Proto Türkçe’ye] bağlı-asılı olarak “sözlü Ön Türk Müziği” [sözlü Proto Türk Müziği] de oluşmaya-belirmeye başladı.
Altaylıların M.Ö. 2. binde yavaş yavaş Altaylardan çıkıp adım adım (ve özellikle M.Ö.700/600 dolaylarında yoğun biçimde) Orta Asya’ya dağılmaları-yayılmaları ve genişlemeleriyle birlikte Altay-Türk müzik kültürü “dar yöresel” bir müzik kültürü olmaktan çıkıp “geniş bölgesel” bir müzik kültürü niteliğine bürünmeye ve böylece “çevre müzik kültürleriyle çok yönlü etkileşime açık” bir konuma girmeye başladı. Daha sonra Büyük Hun Devleti’ni kuracak boyların (M.Ö. 500 dolaylarında) Orta Asya’da yavaş yavaş kendilerini göstermeğe başlamalarıyla16 “Orta Asya-Türk müzik kültürü” olma özelliği kazanmaya başladı.
3. 2. Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar Dönemlerinde Türk Müzik Kültürü
Türk müzik kültürü, Altaylılar döneminde gerçekleşen ilk-ön-temel oluşum ve gelişimin ardından gözlenen ilk geniş kapsamlı oluşum/gelişim, değişim ve dönüşümü Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar dönemlerinde göstermiştir. Bu dönemde Türk müzik kültürü ilkin tam anlamıyla bir Orta Asya-Türk müzik kültürüne ve giderek Orta Asya’nın Türkistanlaşması’yla 17 Türkistan müzik kültürüne dönüşmüştür.
Hunlar Döneminde (yaklaşık M.Ö. 4./3. yüzyıl-M.S. 3. yüzyıl/557) Türk müzik kültürü, Devlet ve kamu eliyle, sonraki dönemlerin tümüne temel oluşturacak biçimde yapılandı, örgütlendi ve kuruluşlaştı. Hun Kağanlığına bağlı ilk “devlet askeri müzik topluluğu” olarak “Tuğ takımı” kuruldu, ilk “devlet sivil müzikçileri topluluğu” olarak “kopuzcu ozanlar” yada “ozan kopuzcular” bulunduruldu-görevlendirildi. “Dinsel müzikdünyasal müzik”, “sivil müzik-askerî müzik’’, “devlet müziği-halk müziği yada “sanat müziği-halk müziği” doğrultulu ilk ana ayrımlaşmalar başladı (meydana geldi). Türk müziği “modal müzik”18 aşamasına ve bu aşamada ileri basamaklara ulaştı. Türk müziği ses sistemi “beşperdelilik” (pentatonik) temele oturduktan sonra giderek altı, yedi, sekiz perdeliliğe erişti. Halk müziğinde “beşperdeli ezgi tipi” [tüm Orta Asya’da] kök saldı ve yaygınlaştı. Ezgilerde inici karakter [iyice] belirginleşti, “başkalama”nın (çeşitlemenin) yanı sıra “karşıtlama-sıralama” biçimi kullanılmaya başlandı. Bu arada “davul-zurna ikilisi” oluşup birbiriyle kaynaşmaya başladı. Daha çok “sanat müziği” doğrultulu olmak üzere “kam (şaman) müziği, tuğ müziği, ozan-kopuz müziği, tören-şölen-oyun-eğlence müziği” türleşmeler belirginleşti. Kendine özgü bağdaştırmacı-bireştirmeci bir “göçebe imparatorluk müzik kültürü” niteliği kazandı ve tüm Orta Asya’ya damgasını vurdu. Bir yandan kendi içinde karıştı, harmanlandı, kaynaştı, birleşti ve bütünleşti: diğer yandan Yakın Doğu (İran) ve Uzak Doğu (Çin) Müzik kültürleriyle etkileşim içine girdi Bu etkileşimde zaman zaman İpek Yolu etkin Rol oynadı.
Göktürkler Döneminde (552-745) Türk müzik kültürü, yapısı ve niteliğinin yanı sıra Devletin ve toplumun adıyla-sanıyla da “Türk müzik kültürü” oldu. Modal müzik aşamasında yeni ilerlemeler sağlandı, halk ve sanat müziklerinde kullanılan değişik perde sayıları arttı, ezgi genlikleri genişledi. Vokal/sözel müziklere yır, çalgısal müziklere ise, kök denildi. Sanat müziğinde daha “incelikli ve sanatlı bir üslup” gözlenmeye başladı. İki telli kopuzun yanı sıra ıklığ denilen “yaylı (oklu) kopuz” gelişti. Göçebe müzik kültüründen yarı göçebe-yarı yerleşik müzik kültürüne geçildi. İpek Yolu’yla dışa açılım süreklilik kazandı. Adları ve yaptıkları, yazılı Çin kaynakları yoluyla günümüze kadar ulaşan ilk büyük Türk müzikçileri yetişip kalıcı izli etkinliklerde bulundu. Bunların en ünlülerinden biri olan Sacup Akari19 560’lı yıllarda “12 perdeli Türk müziği ses sistemini-kuramını” ve Türk müziği modlarını-çığırlarını Çinli müzikçilere tanıttı, açıkladı ve sunduğu müziklerle örneklendirdi. Türk müziği Çin müzik yaşamını derinden etkiledi.
Uygurlar Döneminde (745-840/1209) Türk müzik kültürü, modal müziğin en gelişkin düzeyine erişti. Yerleşik yaşama geçişle birlikte yerleşik yaşam biçimi müzik kültürüne geçildi, müzikte yepyeni türler ve çeşitler ortaya çıkmaya başladı. Onyediperdeli Türk müziği ses dizgesine giden yolda önemli ilerlemeler gözlendi. Ezgiler daha geniş genlikli, incelerden kalınlara doğru daha büyük adımlı, daha uzun örgeli (motifli), çoğun simetrik ölçülü ve yalınç sıralama biçimli bir yapı kazandı. Ezgisel-ritimsel tunsal örgü ve doku karmaşıklaştı. Çeşitli dinlerin benimsenmesine de bağlı olarak dini müzik kendi içinde zengin bir çeşitliliğe büründü. Kullanılan çalgıların tür ve çeşitleri, görevlendirimleri-oturtumları, tutuluş biçimleri ve çalınış yöntemleri, müzik topluluklarının oluşum biçimleri, müziğin yapıldığı yer ve gerçekleştirildiği ortam bakımlarından yeni ayrımlılaşmalar ortaya çıktı. Bütün bunlar yeni tavır ve üslup farklılaşmalarına yol açtı. Müzik yaşamında belirli ilke, kural, kalıp, yöntem ve tekniklere bağlı kalınarak müzik yapma ve yaratma anlayışı yaygınlaştı. Yazıya dayalı müzik yapma-yaratma aşamasına gelindi. Özellikle “ozan çalgıcılık” kendine özgü bağımsız bir iş veya meslek niteliği kazandı. Başta Çin, İran, Hint, Arap, Kore ve Japon müzikleri olmak üzere çevre müzik kültürleriyle yoğun ilişkiler ve etkileşimler içine girdi, onları etkidi.20 Çok yönlü, çok boyutlu, çok katmanlı, çok türlü, çok çeşitli, çok zengin ve çok canlı (dirik-dinamik) bir müzik yaşamı oluştu.
3. 3. Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular Döneminde Türk Müzik Kültürü
Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu Devletleri, birbirlerinin yerine değil birbirleri ardısıra kuruldular ve belirli bir süre birbirine komşu olarak aynı zamanda yanyana yaşadılar ve ayrı ayrı egemenliklerini sürdürdüler. Bu üç devlet, İslâmlığı tüm toplumca ve devletçe-resmen benimsediler ve bu nedenle tarihçiler tarafından “ilk Türk-İslâm devletleri” olarak anıldılar ve nitelendirildiler. Türk müzik kültürü bu üç devlet döneminde resmen içine girdiği İslâm kültür çevresinde adım adım yeni ve köklü bir oluşum-gelişim, değişim ve dönüşüm evresi geçirdi. Bu dönemde Türk toplumunun ve Türk müzik kültürünün etkisiyle İslâm toplumu ve müzik kültürü de derinlemesine bir değişime ve dönüşüme uğradı.
Karahanlılar Döneminde (840-1212) Türk müzik kültürü İslâmlığın toplumca benimsenmesi ve Devlet’in resmî dini haline gelmesiyle yeni bir oluşum-gelişim, değişim ve dönüşüm sürecine girdi. Köklü “modal” Türk müziği makamsal müzik çevresine açıldı ve onun etkin bir öğesi olmaya başladı. Tuğ takımı tabılhaneye dönüştü, “kopuz eşliğinde türkü söyleme”nin yanı sıra tanbur eşliğinde şarkı söyleme geleneği oluşmaya başladı. Yeni tür, çeşit ve biçimler belirdi. Türk sanat müziğinde kullanılan perde sayısı arttı, bir sekizliyi onyedi aralığa bölen ve ilk sesin sekizlisi ile birlikte onsekiz perdeden oluşan (geleneksel) Türk sanat müziği ses sistemi Mehmet Farabi tarafından Horasan tanburu üzerinde gösterildi-anlatıldı. Böylece tanbur Türk sanat müziğinde temel-ölçek çalgı oldu. İlk Türk müzik kuram kitapları yazıldı. Bunlardan Mehmet Farabi (874-950)’nin yazdığı Kitab-ül Mudhal fi’il Musiki (Musikiye Giriş Kitabı) ile Kitap-ül Musiki-ül Kebir (Büyük Musiki Kitabı) yalnız Türk ve İslâm dünyasının değil, aynı zamanda çağının en önemli iki temel kuram kitabı oldu. Kaşgarlı Mahmut (11. yüzyıl) yazdığı ünlü Divan-ı Lügat-it Türk’te Türk müzik kültürüne ilişkin çok önemli ve kapsamlı bilgilere yer verdi. Hoca Ahmet Yesevi (1103?-1166) öncüsü olduğu Türk tekke şiirine asılı olan “Türk tekke müziği”nin doğmasına yol açan temelleri oluşturdu.
Gazneliler Döneminde (962–1187) Türk müzik kültürü, büyük bir kültür, sanat ve müzik merkezi durumuna gelen Gazne kentinde çok yönlü bir değişim-gelişim gösterdi. Fars, Arap ve Hint müzik kültürleriyle yoğun bir etkileşim içine girdi. Makamsal müziğin belli özelliklerini edindi. Çoğu övgü amaçlı “kaside” türündeki şiirler “doğaçtan” ve “usûl”süz ezgilendirildi, “klâsik şiir”le ilintili “klâsik müzik” ortaya çıkmaya başladı. Türk müziği özellikle Kuzey Batı Hint müziğini etkiledi. Türk müziği dizgesi Kuzey Hint müzik bilginlerince çok iyi biliniyor ve “Turuşka” adıyla anılıyordu.
Selçuklular Döneminde (1040–1157/1308) Türk müzik kültürü, yeniden imparatorluk müzik kültürü niteliği kazandı. Ama bu kez Türk müzik kültürü göçebe değil, kendine özgü bir yerleşik imparatorluk müzik kültürü idi. Aynı sınırlar içinde Fars ve Arap müzik kültürleriyle birlikte oldu, yan yana yaşadı, iç içe geçti, doğrudan etkileşti ve giderek kaynaştı. Kendi gelişim, değişim ve dönüşümünü gerçekleştirirken İslâm müzik kültürüne yepyeni bir canlılık, devingenlik, çeşitlilik ve zenginlik getirdi. Kısa bir süre içinde İslâm müzik kültürünün en güçlü, en etkin ve en belirleyici öğesi durumuna geldi.
3. 4. Türkiye Selçukluları, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemlerinde Türk Müzik Kültürü
Türk müzik kültürü, coğrafi ve kültürel olarak Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesişme noktasında yer alan Türkiye’de yeni bir oluşum/gelişim, değişim ve dönüşüm dönemine girdi. Altaylılar döneminde başlayıp Orta Asya ve Orta-Batı Asya Türk devletleri dönemlerinden geçerek oluşan Türk müzik kültürü birikimi Türkiye’de21 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’nun, 14. yüzyıldan itibaren Balkanların ve daha sonra Orta ve giderek Batı Avrupa’nın müzik kültürleriyle etkileşti. Ayrıca Kuzey Afrika, Doğu Avrupa ve Güney Batı Asya müzik kültürleriyle de ilişki ve etkileşim içinde bulundu. Türkiye’de birbirinin yerine kurulan, birbirinin yerini alan, birbirinin yerine geçen, birbirinin devamı sayılan ve dolayısıyla birbirinin (sonraki öncekinin) birikimini devralan Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti devletleri dönemlerinde Türk müzik kültürü birbirini izleyen, birbiri üstüne kurulan, birbirine dayanan fakat birbirinden farklı oluşum/gelişim. değişim ve dönüşüm evreleri geçirdi.
Türkiye Selçukluları Döneminde (1071/1075-1308) Türk müzik kültürü, “sanat müziği” ve “halk müziği” türlerinde yeni bir oluşum-gelişim evresine girdi. İnançsal müzik alanında özellikle “tekke müziği” çok hızlı bir gelişme gösterdi. Batıda Türkistan’dan getirilen eski-köklü-çokyönlü Orta Asya Türk dinsel müziği geleneklerinin çok büyük etkileri-katkıları oldu. Kentsel tekke müziğinde Mevlânâ ( 1207-1273) ve oğlu Sultan Veled (1227-1312), kırsal tekke müziğinde ise Taptuk Emre (13. yüzyıl), Yunus Emre (1240-1320) ve Şeyyad Hamza (13. yüzyıl) belirleyici oldular. sDünyasal müzik alanında sanat müziğinin belli dallarında oturtum ve üslûp farklılaşmaları belirginleşti, halk müziğinin bazı çalgıları ise ad, yapı ve işlev değişikliğine uğradı. Orta Asya’dan getirilen “kopuz”dan, uzun saplı Anadolu “saz”ı geliştirilmeye başladı. Müzik yaşamında geniş bir özgürlük ve hoşgörü ortamı oluştu, egemen oldu. Türk müzik kültürü, yeryüzünün en eski kültür ülkelerinin başında gelen Anadolu’nun köklü, güçlü ve zengin müzik kültür birikimiyle buluştu, etkileşti, içiçeleşti ve daha da zenginleşti.
Bu arada, Türkiye Selçuklularının son ve Osmanlıların ilk döneminde bu ülkenin doğu sınırları dışında Azerbaycan’da yaşayan büyük Türk müzik bilgini Urmiyeli Safiyüddin (1224-1294) bir sekizli içinde “onyedi aralıklı-onsekiz perdeli Türk müziği ses sistemi”nin dizgesel betimlemesini ve kuramsal açıklamasını yaptı. Ortaya koyduğu sistem ve kuram tüm Orta ve Yakın Doğu’ya yayıldı, yerleşti, kök saldı. Yazdığı Kitab-ül Edvar ve Şerefiyye (Şerefiyyad Risalesi) kendinden sonraki tüm kuram kitaplarına temel oldu. Kitab-ül Edvar’da ebced yazısıyla yer alan nevruz bestesi, günümüze ulaşan yazılı Türk müziği dağarının en eski yapıtı sayılır. Daha sonra aynı ülkeden Maragalı Abdülkadir ( 1360-1435) Cami-ül Elhan adlı kitabıyla ve diğer eserleriyle Türk müziğini ve onun kuramsal temellerini daha da geliştirdi. Yazdğı Makasid-ül Elhan adlı kitapta Safiyüddin’inkinden sonra günümüze yazılı olarak ulaşan ikinci en eski Türk ezgisine yer verdi.22 Öbür yandan Orta Asya’da Timurlular Döneminde (1370–1507) “Türk müzik kültürünün ilk rönesansı” denilebilen çok ileri, çok gelişkin bir evre yaşandı23.Bu evrede Timurluların müzik yaşamında çok etkin ve belirleyici rol oynadı.
Osmanlılar Döneminde (1299-1920/l922) Türk müzik kültürü yeniden, ama bu kez Avrasya’nın yanı sıra Afrika’ya da yayılan, kendine özgü bir yerleşik imparatorluk müzik kültürü niteliği kazandı. Üç kıtaya yayılarak gerçek anlamda bir Dünya müziği oldu. Dünyasal ve inançsal müziğin ana kurum ve kuruluşları olan Tabılhane Mehterhane’ye, Saray Musiki Meşkhanesi Enderun Musiki Mektebi’ne dönüştü, Mevlevihaneler diğer belli tekkeler ile birlikte çok etkin bir yapıya kavuştu. Bunların yanı sıra Darülkurra ve Darüllhuffazlar etkinleşti. Yeni yeni makamlar ve usuller kullanıldı. En sanatlı türler ve çeşitler büyük canlılık gösterdi, gözde tutuldu.
Besteleme ve seslendirme alanında çok yüksek düzeylere erişildi. Kuram ve kuramsal çözümleme geleneği canlılığını korudu, çok çeşitli kuram kitapları yazıldı. çeşitli müzik yazı sistemleri oluşturuldu, bunlarla günümüze kadar ulaşan yüzlerce yapıt yazılaştırıldı, ancak. belleğe dayalı meşk yöntemi etkinliğini sürdürdü. Batı Avrupa’lı müzikçiler Türkiye’ye gelip konserler verdiler (1543), Avrupa “nota yazısı” Türk müziğine uyarlandı (1650),24Avrupa kemanı saray fasıl müziğinde kullanıldı (1740), Batı-Avrupa örneğine uygun ilk “boru-trampet takımı” oluşturuldu (1794). Öbür yandan Avrupa’da “Türk modası’’ ve “alla Turca” müzik yaratma-yapma yaygınlaştı. Avrupalı besteciler Türk müziğiyle ve Türklükle ilgili eserler bestelediler. Türk mehter müziğinin “davul-zil-çeliküçgen” üçlüsü Batı Avrupa senfonik orkastrasına girdi ( 18.-19. yüzyıl). Türkiye’de ise Batı Avrupa örneğine uygun “Bando” kuruldu, “müzikte çokseslilik” devletçe-resmen benimsendi ve böylece Türk müzik kültüründe kesin olarak yeniköklü bir dönüşüm sürecine girildi (1826). İlk “çoksesli Türk müzik eseri” olan ve “ilk Türk ulusal marşı” sayılan “Mahmudiye Marşı” bestelendi seslendirildi (1829) ve böylece “modal-makamsal-tonal evre”ye geçilmiş oldu. Doğu ve Batı müziğini kapsayan bir okul olan Muzika-i Humayun kuruldu ( 1826-1831), ilk Türk Senfonik Orkestrası’nın çekirdeği oluşturuldu (1840). Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’yle (Genel Eğitim Tüzüğü’yle) müzik eğitiminde batılı anlayışla yeni-modern düzenlemelere gidildi (1869).25 “Avrupa modası” ve “alla Franga” müzik yapma-yaratma yaygınlaştı. “Nota basımı ve yayımı”na başlandı (1876)26’, “yazıya dayalı müzik yapma-yaratma” yaygınlaşmaya başladı. Devlet adına müzik öğrenimi görmek üzere Orta-Batı Avrupa’ya öğrenci gönderildi ( 1908), halka açık ilk resmî müzik okulu olarak Darülelhan kurulup açıldı ve Saray Senfonik Orkestrası Avrupa’nın çeşitli kentlerinde konserler verdi ( 1917).
Türkiye Cumhuriyeti Döneminde (1920/1923’ten günümüze) Türk müzik kültürü, daha önce başlamış olan “yenileşme ve batılılaşma” ile yetinmemeyi ve ulusal özyapıyı (karakteri) koruyup geliştirerek çağdaşlaşma ve evrenselleşmeyi amaçlayan yeni bir süreç içine girdi. Bu süreçte özde ulusallık, yöntemde-teknikte çağdaşlık ve nitelikte evrensellik birbirlerini tamamlayıp bütünleyen üç temel-vazgeçilmez ilke-ölçüt ve amaç olarak belirlendi.27 Kısaca ulusallık-çağdaşlık-evrensellik biçiminde dile getirilen bu üçlü ilke-ölçüt ve amaç doğrultusunda yeniden temellenme, yeniden yapılanma, yeniden örgütlenme, yeniden kuruluşlaşma atılımları gerçekleştirildi. Bütün bunlar tümüyle lâik düzen içinde belirli bir sistem bütünlüğüne kavuşturuldu; anayasal, yasal, tüzüksel, yönetmeliksel, yönergesel ve programsal düzenlemelere bağlandı. Bu düzenlemeler müziği “yapma-yaşama, öğrenme-öğretme, yaratma-besteleme, seslendirme yorumlama, dinleme-dinletme, üretme-tüketme, derleme-sınıflama, inceleme-araştırma, kuram-lama-uygulama, koruma-destekleme ve yayma-yaygınlaştırma” alanlarının tümünü kapsayıcı biçimde geniş tutuldu. Müziğin bireysel, toplumsal, kültürel, ekonomik ve eğitimsel boyutları birlikte gözönüne alındı. Yerel/yöresel, bölgesel, ulusal ve uluslararası müziksel iletişim ve etkileşim ile müziksel kültürleşim, çağın ve çağcıllığın gerektirdiği biçimde sürekli gelişen bir düzeneğe (mekanizmaya) bağlandı.
Bu bağlamda Tevhîd-i Tedrisat Kanunu (Öğretimi Birleştirme Yasası) yürürlüğe girdi (1924) ve ana kurumlar olan Musiki Muallim Mektebi (1924) kuruldu-açıldı, 1923’te yeniden açılan Darülelhan Konservatuar’a dönüştürüldü (1926), geleneksel Türk sanat müziği Tespit ve Tasnif Heyeti (1926) ve İcra Heyeti (1927) oluşturuldu, Radyo müzik yayını başladı (1927), Devlet Konservatuarı (1936) kuruldu, Gazi Terbiye Enstitüsü Müzik Bölümü açıldı ve Musiki Muallim Mektebi buraya aktarıldı (1937), Askerî Muzıka Ortaokulu (1938) açıldı, Türk Halk Müziği Belgeliği (1938) oluşturuldu. Devlet Operası (1949) ve Balesi (1959) kuruldu, Televizyon müzik yayını başladı(1968). TRT Çoksesli Korosu (1971), Güzel Sanatlar Fakültesi Müzikbilimleri Bölümü (1975), Türk Musikisi Devlet Konservatuarı (1975), Devlet Klâsik Türk Müziği Korosu (1978), Devlet Türk Halk Müziği Korosu (1987), Devlet Çoksesli Korosu (1989), Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi (1986), Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümü (1989) kuruldu ve işlerliğe kavuşturuldu.
Türkiye’nin tarihsel gelişimi, coğrafi konumu, kültürel birikimi ve siyasal yönelimi ile iç ve dış dinamiklerinin doğal bir gereği ve sonucu olarak biri geleneksel- teksesli Türk müzik kültürü, diğeri çağdaş-çoksesli Türk müzik kültürü olmak üzere iki ana kol da biçimlenen çok yoğun bir oluşum-gelişim, değişim ve dönüşüm süreci yaşandı. Türk müzik kültürü. bu iki ana koldan oluşan kendine özgü birlik-bütünlük içinde “temel müzik” “halk müziği” “sanat müziği”, “yığın müziği” (“popüler müzik”) ve “öncü müzik” (“avantgart müzik”) diye adlandırılan altı ana türden (oluşan bir nitelik kazandı. Türk müziğinin gerek “geleneksel-teksesli” ve gerekse “çağdaş-çoksesli” alanlarında çok sayıda ünlü besteci, seslendirici-yorumcu, müzikbilimci-kuramcı ve eğitimciler yetişti, çalıştı, hizmet verdi. Bu arada geleneksel-teksesli Türk müziğinde “eşit olmayan 24 aralıklı ses sistemi” geliştirildi,28 çağdaş çoksesli Türk müziğinde ise- bir yandan daha önce Batı’dan alınmış olan “12 eşit aralıklı ses sistemi”29 iyice yerleşti-kökleşti-yaygınlaştı, diğer yandan kendine özgü “çoksesli Türk müzik-bestecilik okulu” oluşturma yolunda “dörtlüsel uyum dizgesi” diye anılan kuram ortaya konuldu ( 1944/1945).30 Devletin yapısı ve işleyişi, toplumun ve bireylerin amaç ve beklentileri, ülkenin koşul ve olanakları, köklü-güçlü Türk kültürünün özellikleri, ileri-modern Dünya kültürünün boyutları ve çağın gerekleri doğrultusunda gerçekleştirilen atılım ve açılımlarla, kendine özgü bir “lâik-demokratik-özgürlükçü-serbest müzik kültürü”ne dönüştü. Böylece, Türk müzik kültürü, kendi içinde çağın gerektirdiği çokluk, çeşitlilik ve zenginlik özelliklerine sahip bir “çağdaş-modern ülke müzik kültürü” kimliğine (ve görünümüne) büründü. Bu kimlik ve görünüm içinde kendine özgü modal-makamsal-tonal-atonal müzik aşamasına gelindi ve bu aşamada epey yol alındı.
3. 5. Bağımsız Türk Cumhuriyetleri Döneminde Türk Müzik Kültürü
Hun’lardan günümüze bağımsız Türk devletleri zincirinin son halkasını 1983 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti oluşturuyordu. 1983’ten itibaren Kıbrıs’ta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve 1990-1991’den itibaren Sovyetler Birliği’nin çözülüp dağılmasıyla Kafkasya’da Azerbaycan Cumhuriyeti ile Orta Asya’da Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan Cumhuriyetleri egemenlik, bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuştu. Böylece yaklaşık iki bin beş yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğu bilinen bağımsız Türk devletleri zincirinde son halka olan Türkiye Cumhuriyeti’nin yanına yeni kardeş halkalar eklendi ve Türk müzik kültüründe yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönemde Türk müzik kültürü önceki dönemden farklı olarak yeniden çok merkezli bir duruma geldi. KKTC, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan’ın, geleneksel-teksesli müzik kültürlerinin yanı sıra çağdaş-çoksesli müzik kültürlerini oluşturma-geliştirme doğrultusunda belli bir süreden beri gerçekleştirdikleri yeniden temellenme, yeniden yapılanma, yeniden örgütlenme ve yeniden kuruluşlaşma çalışmaları belirli bir aşamaya ulaştı. Bunlarla bağlantılı olarak söz konusu ülkelerin müzik kültürleri de geleneksel teksesli ve çağdaş çoksesli tür ve çeşitleriyle çok ileri düzeylere erişti. Bütün bunlar, günümüz Türk Dünyası müzik kültürünü geleneksel-çağdaş boyutlarıyla bir bütün olarak eskisinden çok daha güçlü bir duruma getirdi; çok daha geniş kapsamlı, çok daha çeşitli ve çok daha zengin (yeni) bir görünüme büründürdü. Bu arada Türkiye Cumhuriyeti ile diğer bağımsız Türk Cumhuriyetleri arasındaki her türlü müziksel iletişim-etkileşim, alışveriş ve işbirliği belirgin bir hız ve yoğunluk kazandı. Bu arada Türkiye’de Ahmed Adnan Saygun (1907-1991), Azerbaycan’da Üzeyir Hacıbeyli (Hacıbekov) (1885-1948) ve Türkistan’da Veli Muhatov (1916- ) gibi çağdaş besteciler, yaşadıkları ülkelerin çağdaş müzik kültürlerinin yanı sıra, doğrudan ve dolaylı olarak, Türk Dünyası çağdaş müzik kültürünün gelişmesine de önemli katkılarda bulundu.
5. Türk Müzik Kültürünün En Köklü Oluşum-Gelişim, Değişim ve Dönüşüm Evreleri
Bilindiği gibi insanoğlu yaklaşık beşbin yıl önce yazıyı kullanmaya başladı ve böylece Tarih Çağları’na girdi. İnsanlığın oluşturup geliştirdiği “tarih öncesi müzikler” tarih çağlarında birden yok olmadı, bireyin ve toplumun, uygarlığın ve kültürün gelişmesiyle “ilkel müzikler”e ve giderek “halk müzikleri”ne dönüştü. Bu bakımdan tarih çağlarının “ilkel müzikler”i, genel olarak, “tarih öncesi müzikler”den daha gelişkin sayılır.31
Türk müzik kültürü başlangıçta “üretim öncesi” (paleolitik) evreye özgü bir “avcı ve toplayıcı müzik kültürü” iken Altaylılar döneminde “üretim” (neolitik) evresine geçilmesiyle “hayvancı-çobancı müzik kültürü” oldu, Hunlar döneminde “göçebe imparatorluk müzik kültürü” niteliği kazandı, Göktürkler döneminde “yarı göçebe-yarı yerleşik müzik kültürü” görünümüne girdi, Uygurlar döneminde “yerleşik yaşam biçimi”ne ve “tarımsal üretim”e geçişle birlikte yeni bir aşamaya daha ulaştı ve kendine özgü bir “hayvancı-tarımcı müzik kültürü”ne dönüştü. Karahanlılar ve Gazneliler dönemlerinden sonraki Selçuklular ve onu izleyen Osmanlılar dönemlerinde iki kez “yerleşik imparatorluk müzik kültürü” niteliği kazandı ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde girilen “endüstrileşme” evresiyle başlayan “yoğun üretim”e geçişle birlikte “yoğun üretici yaşam (biçimi) müzik kültürü”ne dönüştü. Bu dönüşüm daha sonra yavaş yavaş diğer (bağımsız) Türk Cumhuriyetleri döneminde de gözlendi ve giderek yoğunlaşmaya başladı.
Türk müzik kültürü Altaylılar döneminin başlangıcından bu yana geçen yaklaşık beşbin yıllık tarihî evrim sürecinin yaklaşık ilk ikibinbeşyüz yıllık bölümünü (M.Ö. 3000-500) “devletsiz” -yani devlet biçiminde bir siyasal örgütlenmenin olmadığı- bir ortamda, yaklaşık son ikibinbeşyüz yıllık dönemini (M.Ö. 500-M.S. 1997/2000) ise, “devletli” -yani devlet biçiminde bir siyasal örgütlenmenin olduğu- bir ortamda geçirmiştir. Türk müzik kültürünün evriminde bu iki ortam arasındaki fark çok büyük ve derindir. Bu nedenle Türk müzik kültürünün son beşbin yıllık evrimini en makro yaklaşımla “devletsiz dönem” ve “devletli dönem” olmak üzere iki döneme ayırarak incelemek ve betimlemek olanaklıdır. Türk müzik kültürünün evrimi, ilk ikibinbeşyüz yıllık “devletsiz dönem”de çok yavaş, son ikibinbeşyüz yıllık “devletli dönem”de ise oldukça hızlı bir seyir izlemiştir. Çünkü, devlet kurma veya devlet haline gelme ile müziksel gelişme arasında olumlu (pozitif) yönde, doğrusal ve çok sıkı bir ilişki vardır. Devlet kurma veya devlet haline gelmeyle birlikte müzik yeni ve daha ileri işlevler kazanır, (yeniden) katmanlaşır, türleşir ve çeşitleşir.
Türk müzik kültürü ilk Türk devletini kuran Hunlar ve dolayısıyla Büyük Hun Devleti döneminde, sonraki dönemlerin tümüne temel oluşturacak biçimde yapılandı, örgütlendi ve kuruluşlaştı. Hun Kağanlığına bağlı ilk “devlet askeri müzik topluluğu” olarak “Tuğ takımı” kuruldu, ilk “devlet sivil müzikçileri (topluluğu” olarak “Kopuzcu ozanlar” ya da “Ozan kopuzcular” bulunduruldu-görevlendirildi. “Dinsel müzik-dünyasal müzik”, “sivil müzik-askeri müzik”, “devlet müziği-halk müziği” ya da “sanat müziği-halk müziği” doğrultulu ilk ana ayrımlaşmalar başladı (meydana geldi). Bu temel yapılanma, örgütlenme, kurumlaşma ve ayrımlaşmalar Göktürkler ve Uygurlar döneminde daha da gelişti.32 Bunlardan “tuğ takımı’’ Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular dönemlerinde “Tabılhane”ye, “tabılhane”de Osmanlılar döneminde “Mehterhane”ye dönüştü.”33 Hun Kağanlığına bağlı ilk “devlet sivil müzikçileri” olan “ozan kopuzcular” Göktürkler ve Uygurlar döneminde varlıklarını koruyup geliştirdiler, Karahanlı-Gazneli-Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde “Saray hanendelerisazendeleri” oldular ve “Saray Fasıl Topluluğu”nu oluşturdular, Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise “Devlet Türk Halk ve Sanat Müziği Koroları”na dönüştürüldüler. Öbür yandan Osmanlı’nın son döneminde modern “Saray bandosu”34 ile “Saray orkestrası” kuruldu ve bunlar Türkiye Cumhuriyeti döneminde Devlete bağlı “Armoni Muzıkası” ve/veya “Askeri-Sivil Bando”. ile “Devlet Senfoni Orkestrası”na dönüştürüldü, bunların yanı sıra yetişkin, genç ve çocuk müzikçilerden ayrı ayrı “Devlet Çoksesli Koroları” ile ses çalgı veya koro-orkestra birleşimli “Karma Müzik Toplulukları” kuruldu. Diğer Türk Cumhuriyetleri’nde de adım adım benzer kurum, kurulmuş ve topluluklar oluşturuldu.
Kökleri-kökenleri İlk Çağ’ın derinliklerine ve Tarih Öncesi Çağlara dayanan her müzik gibi Türk müziği de başlangıçta çok az perdeli idi. Ezgilerde kullanılan değişik perde sayısı Türk bireyinin-toplumunun ve kültürünün gelişmesiyle arttı. Bu artışla birlikte Türk müzik kültürü. Altaylılar döneminde “mod-öncesi müzik”te en ileri aşamaya ulaştı, Hunlar döneminde “modal müzik” aşamasına erişti, Göktürkler ve Uygurlar döneminde “modal müzik’’ aşamasında çok ileri düzeylere yükseldi, Karahanlılar döneminde “modal yapı”sını koruyarak “makamsal müzik” çevresine açıldı-girdi, Gazneliler ve Selçuklular döneminde “modal-makamsal müzik” görünümüne girdi (büründü), Osmanlılar döneminde “modal-makamsal-tonal müzik” yapısına büründü, Türkiye Cumhuriyeti döneminde “modal-makamsal-tonal-atonal müzik” niteliği kazandı. Türk Cumhuriyetleri döneminde de “modal-makamsal-tonal-atonal müzik” aşamasında çok ileri düzeylere ulaştı. Görülüyor ki, diğer benzer gelişkin yüksek müzik kültürlerinde olduğu gibi Türk müzik kültürünün evriminde de önceki evrelere ilişkin kalıcı müziksel yapılar sonraki evrelerde hemen yokolmadı-yitipgitmedi, varlığını korudu, etkinliğini sürdürdü, birikti, üstüste yığıldı, içiçe girdi. Böylece Türk müzik kültürü, tarihî gelişim sürecinde, günümüzde yaşayan çok az kültürde rastlanılabilen çok yönlü bir “evrimsel derinlik” kazanmış oldu.
Türk müziğinin dayandığı “ses sistemi” ilk kez Göktürkler döneminde 6. yüzyılda Türkistanlı ünlü müzikçi Sucup Akari tarafından “7 çığırlı (modlu)” ve “12 perdeli” bir Türkistan “Türk müziği ses sistemi “olarak ortaya konulup tanıtıldı. Ondan yaklaşık dörtyüz yıl sonra Karahanlılar döneminde 10. yüzyılda yine bir Türkistanlı olan Mehmet Farabi tarafından “17 perdeli” bir sistem olarak Horasan tanburu üzerinde gösterilip anlatıldı. Ondan yaklaşık üçbuçuk yüzyıl sonra ise, Türkiye Selçukluları döneminde 13. yüzyılda Azerbaycan’dan Urmiyeli Safiyüddin tarafından “17 perdeli Türk müziği ses sistemi” olarak dizgesel biçimde tanımlanıp-betimlenip açıklandı. 15. yüzyılda Azerbaycan’dan Maragalı Abdülkadir, Türk müziği kuramını geliştirdi. 20. yüzyılda ise, Türkiye’li Yekta-Arel-Ezgi-Uzdilek tarafından “24 perdeli Türk müziği ses sistemi” diye anılan sistemi ortaya konuldu. Bunların tümü, eşit olmayan bölünüm temeline dayalı, eşit olmayan aralıklı ses sistemleri ve bunlara ilişkin müzik kuramlarıdır. Öbür yandan 19. yüzyıldan itibaren Türkiye’de, 20. yüzyıldan itibaren ise, Türkistan’da eşit bölünüm temeline dayalı 12 eşit aralıklı ses sistemi ile buna ilişkin müzik kuramı da kullanılmaya başlandı ve bundan yeni-modern Türk nıüziği kuramı doğdu.
Türk müzik kültürü “edim (uygulama) ve kuramı” veya “kuramı ve edim” olarak, Türkler’in kendileri tarafından ilk kez 6. yüzyılda tam bir açıklık. kesinlik ve bütünlükle ortaya konuldu ve başkalarınca yazılı belgelere geçirildi. Türk müzik kültüründe Türklerce oluşturulan “yazılı kuram” ve “yazılı kuram kitapları” geleneği ise bilindiği kadarıyla 10. yüzyılda başladı ve günümüze değin hemen hemen kesintisiz sürdü. Bu gelenek, yani “el yazmalı kuranı kitapları geleneği”, 19. yüzyıldan itibaren matbaanın kullanılmasıyla birlikte “basılı kuram kitapları” geleneğine dönüşmeye başladı, bu yeni gelenek 20. yüzyılda kökleşti, yerleşti ve yaygınlaştı.
Türk müzik kültüründe “yazıya dayalı müzik yapma” ilk kez (Türkistan’da) Uygurlar döneminde gözlendi. Bu amaçla ayalgu denilen ilk “Türk müzik (nota) yazısı” ya da “ezgiler yazmada kullanılan med, nota” kullanıldı.35 Böylece “yazısız müzik kültürü”nden “yazılı müzik kültürü” ya da “yazıya dayalı müzik kültürü’’ olma aşamasına erişildi. 10. yüzyılda “ebced” yazısı benimsendi. (Türkiye’de) 17. yüzyılda Avrupa nota yazısından uyarlanan “Ali Ufki nota yazısı” oluşturuldu, 18. yüzyılda “Kantemiroğlu yazısı” geliştirildi, 18./19. yüzyılda “Hamparsum yazısı” geliştirilip sınırlı bir yaygınlıkla kullanıldı, 19. yüzyılda sonraları “uluslararası nota yazısı” da denilen “Avrupa nota yazısı” kesin olarak benimsendi ve kullanımı hızla yaygınlaşmaya başladı, nihayet 20. yüzyılda “çağdaş-grafiksel yazı”ya gelindi.36 Bütün bunlara rağmen, Türk müzik kültüründe yazıya dayalı müzik yaratma-yapma geleneği belli nedenlerle uzun süre oluşmadı37 genel olarak oldukça geç oluştu, oldukça geç yerleşti, oldukça geç kökleşti, oldukça geç yaygınlaştı. Bu arada resmen kesin olarak 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde girmesine karşın Avrupa nota yazısıyla müzik yazma-yapma geleneği hızla oluştu, gelişti, yerleşti, kökleşti ve yaygınlaştı.
Türk müzik kültüründe, 10. yüzyılda başlayan “müzik eserlerini elle yazma geleneği”, epey sınırlı da olsa varlığını ve etkinliğini en azından sekizyüz yıl sürdürdü, matbaa ise, oldukça geç kullanılmaya başlandı. Bir Türk müzik eseri Batı (Avrupa)’da nota yazısıyla ilk kez 17. yüzyılda yayınlanmış olmasına karşın, Türkiye’de Türk müzik eserleri ve notaları ilk kez, matbaanın girmesinden yaklaşık yüzelli yıl sonra, 19. yüzyılda basılıp yayınlandı. Bu yeni yöntemin ilk adımını izleyen yeni kişiler tarafından benimsenmesiyle birlikte “müzik eserlerini basım-yayın geleneği” denilen yeni bir gelenek oluştu. Bu yeni gelenek özellikle 20. yüzyılda belirgin bir yoğunluk, etkinlik ve yaygınlık kazandı.38
Türk müzik yaşamında başlangıcından 18. yüzyıla kadar, bazı ayrıcalıklı (istisnai) durumlar dışında, genellikle “teksesli müzik kültürü” egemendi. Türkiye’de, daha önce 16. yüzyılda başlayan belli tanışma, karşılaşma ve etkileşmelerden sonra 18. yüzyıl sonlarındaki kısa süreli bir “ilk adım”ın ya da “ilk deneme”nin ardından 19. yüzyılda “çoksesli müzik kültürü çevresi”ne tam açılım sağlandı ve sınırlı biçimde fakat gerçek anlamda “çoksesli müzik kültürü”ne geçildi. Bu geçiş, Türk müzik kültüründe daha öncekilerden çok farklı, yepyeni, köpköklü ve depderin bir oluşum/gelişim, değişim ve dönüşüme yol açtı. Burada tam yeri gelmişken hemen belirtmek gerekir ki, geleneksel Türk müziği, öteden beri, özellikle bazı çevreler tarafından, genellikle “salt teksesli müzik” olarak görülmesine bilinmesine ve tanınmasına karşın, aslında, yer yer bilinçli ve edimsel olarak ‘`geleneksel-doğal çokseslilik” öğelerini de kapsayan-içeren bir müziktir. Ne varki, sözü edilen “geleneksel-doğal çokseslilik” öğeleri, kısmen “kurallı” olmasına karşın hemen hemen tümüyle “kuramsız”dı. Bu bakımdan Türk müzik kültüründe, geleneksel “tekseslilik”in yanı sıra amaçlanan modern “çokseslilik”, aslında, köklü Türk müziğinin özüne ve yapısına temelden aykırı, bambaşka bir unsur değildi. Nitekim, gerçek anlamda “kuramlı çoksesli müzik” yaşamına geçiş gereksinimi doğduğunda, bu gereksinimi gidermeye yönelik doğru-tutarlı düzenlemeler ve çabalar, [bazı çevrelerde beklenenin ötesinde bazı yanlış anlama ve yorumlamalara yol açtıysa da. ilgili çevrelerde pek fazla yadırganmadı], kısa sürede kolay kabul gördü. Türk Dünyası’nda ilkin Türkiye’de başlayan çoksesli müzik kültürüne geçiş süreci, daha sonra 20. yüzyılda diğer Türk Cumhuriyetlerinde de gerçekleşti. Önce batıcılaşma olarak başlayan, sonra batılılaşma olarak gelişen bu süreç daha sonra kendine özgü çağdaşlaşmaya dönüştü ve böylece ikiyüz yıl içinde çok önemli bir aşamaya erişti.
Türk müzik kültürü İlk Çağ’dan bu yana çevre müzik kültürleriyle ilişki ve etkileşim içindedir. Bir başka deyişle İlk Çağ’dan bu yana çevre müzik kültürleri Türk müzik kültürüyle ilişki ve etkileşimde bulunmaktadır. Türk müzik kültürü ilk kez Altaylılar döneminde İç-Asya müzik kültürleriyle ilişki ve etkileşime başlamış, onu Hunlar döneminde Uzak Doğu-Çin ve Yakın Doğu-İran müzik kültürleriyle, Göktürkler döneminde Çin, İran ve Bizans müzik kültürleriyle, Uygurlar döneminde Çin, Kore, Japon, İran, Arap ve Hint müzik kültürleriyle, Karahanlılar döneminde İran ve Arap müzik kültürleriyle, Gazneliler döneminde Kuzey Batı Hint müzik kültürüyle, Selçuklular döneminde Acem, Arap ve Bizans müzik kültürleriyle, Osmanlı döneminde Asya, Avrupa ve Afrika müzik kültürleriyle, Türkiye Cumhuriyeti döneminde Avrupa, Asya ve Amerika müzik kültürleriyle, Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri döneminde ise özellikle Rus müzik kültürü ve onun aracılığı sayesinde Avrupa müzik kültürüyle olan ilişki ve etkileşimler izlemiştir. Yaklaşık dörtbin yıl öncesinden bu yana meydana gelen bu çok yönlü, çok boyutlu ilişki ve etkileşimlerin büyük (ve önemli) bir bölümünde Türk müzik kültürü genellikle daha çok etkileyici konum da, çevre müzik kültürleri ise, daha çok etkilenici konum da olmuştur.39
Türk müzik kültürünün gerek iç ve gerekse dış etkileşiminde tarihî İpek Yolu her zaman çok önemli ve son derece belirleyici bir rol oynamıştır. Bu yol Türk müzik kültürünün belli iç dinamikleriyle erken gelişmesinde, erken dışa açılmasında, sürekli dışa açık kalmasında ve bir bütün olarak erken tarihlerde Avrasya ölçeğinde kıtalararası müzik kültürü olma niteliği kazanmasında en büyük, en uzun süreli, en etkili ve en stratejik müziksel ulaşım, dolaşım, iletişim ve etkileşim yolu olmuştur. Bu yol üstündeki bin yıllık Türkistan-Türkiye ekseni, Türk Dünyası müzik kültürünün bütünlüğünü korumasında ve Doğu ile Batı kanatları arasındaki bağların kopmadan sürdürülmesinde çok önemli işlev görmüştür.
Türk müzik kültürü tarihi evrim süreci içinde yaşanan belli oluşum/gelişim, değişim ve dönüşüm evreleriyle başka kültürlerin, başka kültürlerden insanların sürekli ilgi odağı olmuştur. Türk müzik kültürüne başka kültür ve insanlar tarafından gösterilen ilgi, genellikle varlığını sürdürmekle birlikte, belli nedenlerle veya belli niçinlerle, belli dönemlerde azalan, belli dönemlerde artan, belli dönemlerde sığlaşan, belli dönemlerde yoğunlaşan yeğinleşen derinleşen bir seyir izlemiştir. Bu ilgi sadece yakın çevre müzik kültürleriyle veya insanlarıyla sınırlı kalmamış, zaman zaman onları aşan, onların çok ötesine ulaşan boyutlar kazanmıştır.40
Türk müzik kültürünün tarihsel evrim sürecinde “Küğ/Küy”, “Musiki” ve “Müzik” sözcükleri can alıcı bir anlam ve önem taşır. Çünkü bu üç sözcükten her biri, Türk müzik kültürünün evrim sürecinde belli bir aşamadan sonra, yaklaşık biner yıl arayla yaşanan üç ana oluşum-gelişim, değişim ve dönüşüm evresinden birini simgeler. Bunlardan “küğ/küy” sözcüğü daha çok “modal müzik evresi”ne, “musiki” sözcüğü daha çok “makamsal müzik evresi”ne, “müzik” sözcüğü. ise, daha çok “tonal müzik evresi”ne ilişkin köklü oluşum-gelişim, değişim ve dönüşümü anımsatır, çağrıştırır. Ayrıca “küğ/küy” sözcüğü ilk evre kültürümüzün, ondan kopmayışımızın ve onu sürdürüşümüzün, “musiki” ve “müzik” sözcükleri ise, “batı”ya yönelişimizin-yürüyüşümüzün ve onunla bağlantılı oluşan gelişen ikinci ve üçüncü evre kültürlerimizin anısını taşırlar.41
Günümüzde Türk müzik kültürü genel olarak biri “geleneksel Türk müzik kültürü”, diğeri “modern Türk müzik kültürü” olmak üzere, birbirini tamamlayan-bütünleyen iki ana kolda gerçekleşmekte ve yaşanmaktadır. Bunlardan “geleneksel Türk müzik kültürü” yaklaşık beşbin yıllık, “modern Türk müzik kültürü” ise, yaklaşık ikiyüz yıllık bir geçmişe sahip bulunmaktadır. Bu arada, “geleneksel” (ananevî) ile “modern” arasında, genellikle “eski kuşak” ile “yeni kuşak” arasında yaşanan “göreneğe (adete) göre oluşan” ve bu nedenle “göreneksel Türk müzik kültürü” denilebilen kendine özgü bir müzik kültürünün de varlığından ve etkinliğinden söz etmek gerekir. Bunlardan başka, henüz çok sınırlı çevre ve ortamlarda da olsa, “postmodern Türk müzik kültürü” denilen, “modern ötesi” bir yeni müzik kültürü daha yavaş yavaş oluşmaya ve yaşanmaya başlamaktadır.
Günümüzde Türk müzik kültürü, kendine özgü bir bütün olarak, beş ana katmandan veya beş ana türden oluşmaktadır: Bunlar sırasıyla temel müzik (elementar müzik), halk müziği, sanat müziği, yığın müziği (popüler müzik) ve öncü müzik (avantgard müzik)tir. Bu ana müzik katmanları veya türleri arasında belirli iletişim ve etkileşim kanalları ile belirli örtüşüm. çakışım ve kesişim alanları bulunmaktadır. Bu kanallar ve alanlar yoluyla söz konusu katmanlar veya türler birbirlerine bağlanmakta, birbirlerini dengelemekte, tamamlamakta ve bütünlemektedir.
Günümüz Türk müzik kültüründe “geleneksel”, “modern” ve “elektro” nitelikli olmak üzere “tepmeli, vurmalı, çarpmalı-çırpmalı, sallamalı, üflemeli, ditmeli, sürtmeli, dokunmalı ve kurmalı” çalgıların tümü yer almakta ve kullanılmaktadır. Günümüz Türk müzik kültürü, kullanılan çalgı türleri ve çeşitleri bakımından Dünya’nın en zengin müzik kültürlerinden biridir.
Günümüz Türk müzik kültüründe yerel, bölgesel, ulusal, uluslararası, kıtalararası, küresel ve evrensel nitelikli, küçük, orta ve büyük ölçekli boyutlu müzikler yan yana, birlikte ve iç içe yaşamaktadır. Müzik eserleri en yalın “çocuk tekerlemeleri”nden en karmaşık “koro eserleri”ne, en yalın “türküler ve şarkılar”dan en karmaşık ve artistik “şan eserleri”ne, en yalın “marşlar”dan en karmaşık “bando eserleri”ne, en yalın “çalgı ezgileri”nden en karmaşık “konçertolar’’a ve “senfonik eserler”e, en yalın “oyun havaları’’ndan en karmaşık “dans” ve “bale müzikleri”ne, en yalın “ortaoyunu havaları”ndan en karmaşık “opera eserleri”ne, en yalın “ilâhiler”den en karmaşık “oratoryolar”a kadar uzanan, alabildiğince zengin bir çokluk ve çeşitlilik göstermektedir. Günümüz Türk müzik kültüründeki bu alabildiğinece çokluk, çeşitlilik ve zenginlik başta Türkiye olmak üzere tüm Türk Cumhuriyetlerinde yaşanmaktadır.
Günümüzde Türk müzik kültürü, genel olarak “müzik eğitimi “ yoluyla, özel olarak ise, onun üç ana türünü oluşturan “genel müzik eğitimi’’. “özengen (amatör) müzik eğitimi” ve “mesleksel (profesyonel) müzik eğitimi” yoluyla42 ilköğretim öncesi, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve yüksek öğretim sonrası düzeylerde örgün müzik eğitimi kurumlarında veya örgün olmayan müzik eğitimi ortamlarında çocuklar, gençler ve yetişkinler tarafından öğrenilmekte, öğretilmekte ve geliştirilmektedir. Müzik alanında lisans, yüksek lisans, doktora ve ona eşdeğer sanatta yeterlik programlarıyla akademik dereceler alınmakta, üniversite anlamda yardımcı doçentlik, doçentlik ve profesörlük ünvan ve yetkileri kazanılmaktadır. Türkiye’de gözlenen bu olgu, özellikle diğer köklü ve bağımsız Türk Cumhuriyetlerinde de gittikçe yaygınlaşmaktadır.
Günümüz Türk müzik kültürünün geleneksel ve çağdaş her alanında yöresel, bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyde çok değerli “müzikçiler” veya “uzman müzikçiler” yetişmiş ve yetişmektedir. Genel olarak “müzik sanatçıları, müzik bilimciler, müzik eğitimcileri, müzik eleştirmenleri ve müzik teknikçiler” olarak da adlandırılıp nitelendirilen söz konusu uzman müzikçiler arasında çok sayıda ünlü besteciler, seslendiriciler-yorumcular, kuramcılar, araştırmacılar, eğitimciler, yazarlar, eleştirmenler ve çalgı yapımcılar yer almaktadır.43
Günümüz Türk müzik kültüründe yer alan bilimsel, sanatsal, tekniksel ve eğitimsel kurum ve kuruluşların, çalışma ve etkinliklerin, araştırma ve yayınların, kitap ve dergilerin, kaset band plak ve CD’lerin çalgıların, müzik yapma-yaratma dinleme araçlarının tür, çeşit ve sayılarında önemli artışlar, niteliklerinde anlamlı yükselişler, kullanımlarında geniş yayılışlar ve yararlanımında dengeli dağılışlar gözlenmektedir.44 Müzik kültürüne katılım, müzik kültürünü paylaşım yeni boyutlar kazanmaktadır.
devam edecek
Kaynak: http://www.akmb.gov.tr
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.