ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1959
Şu an 21 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Bursa: Beyaz Perdedeki Kent (2.Bölüm)Sayı: 618 - 03.09.2008


Sinemanın serüveni aslında insanlık tarihi kadar eskidir. İnsan dili kullanmadan önce meramını anlatmak için taşı oyarak şekiller çizmişti, sonra müziğe başvurmuştu. Resim ve heykelin ardından da yazıyı kullanmıştır. Tüm sanatların bileşimidir sinema. Bir film ancak emekçileriyle bütündür ve oyuncuları, teknik ekibi de ilave edersek, büyük bir dayanışma ürünü olduğu görülür çünkü. “Göl” filmini hatırlayın. Üç önemli ismi biraraya getirmişti: Ömer Kavur yönetmeni filmin. Selim İleri senaristi, Atilla Özdemiroğlu müziklerini yapmıştı. 3’ü de ülkemizin sanat alanında yetkin ve saygın isimlerindendir.

Edebiyatla süren iletişim ve sanat serüveninde sinemanın ortaya çıkışı 19.Yy’ı buldu. İlk kez Bir İtalyan yazar Ricciotto Canuda
yedinci sanat olarak adlandırmıştır sinemayı. Dünya sineması geçen Yy’ın başında ortaya çıkarak bazı bağımsız akımların katkısıyla gelişim sürdürürken Türkiye sineması ise kendine özgü sinema dilini yakalayamamıştı. Kuşkusuz bu durum ülkenin içinde bulunduğu toplumsal koşulların özellikle politik sansürün eseridir. Doğumundan günümüze sinemamız yasakçı bir kültürün ve Amerikan popülerliğinin şematizmiyle ürün vermektedir. Sadece bir kaç yerli yaratıcı ismiyle anılırken Yeşilçam ve Hollywoodcu TV kanallarının anlayış kalıpları belirlemiştir sinemamızın yazgısını…

Bursa bu imkânlardaki Türkiye sinemasına Ahmet Sert, Ertem Göreç, Orhan Aksoy ve Mahinur Ergun gibi yönetmenler kazandırmıştır.

Bursa doğumlu olup sinema filmlerinde rol alan oyunculardan bazıları şunlardır: Halil Ergün, Hüseyin Kutman, Erdal Özyağcılar, Semra Özdamar, Tarık Tarcan, Hande Ataizi, Ceyda Düvenci, Vildan Atasever, Murat Akkoyunlu, Olgun Şimşek, Demet Şener, Ali Uyandıran, Erkan Can, Şerif Sezer. Konusunun Bursa’da geçtiğini ya da Bursa’da çekildiğini bildiğim filmler ise şunlardı: Yol (1981), Gün Doğmadan (1986), Sarı Mercedes (1987), Harem Suare (1999), Fasulye (1999), Dar Alanda Kısa Paslaşmalar (2000),
İçerideki (2002), Hacivat, Karagöz Neden Öldürüldü?(2005), İki Koca Adam ve Bir Küçük Bebek (2007).

Yol, Ankara Sinema Derneği’nin yaptığı anket sonucu belirlenen En İyi 10 Türk filminden biridir.  Senaryosu Yılmaz Güney tarafından yazılmıştır. Yılmaz Güney devrimci kişiliği, yaşamı, sanatı ve dünya görüşü itibariyle Türkiye’de çok sevilen ve tartışmasız sinemamızın yetiştirdiği en büyük ustalardan birisidir.
Son hapisliğinde Mudanya açıklarındeki İmralı Adası yarı açık cezaevinde kalmış ve buradan 1981’de yurt dışına kaçtığı Isparta’daki cezaevine nakledilmiştir.  İmralı’da tutukluğu sürerken başladığı “Yol” filminin senaryosunu Isparta Cezaevinde tamamlamıştır. İmralı Cezaevi’ndeki gözlemlerini de katarak “Ben bazı yakın arkadaşlarım aracılığıyla, hüznü, sevgi ve kederi anlatmaya çalıştım; her ne kadar bazıları tarafından anlaşılmaz ve inanılmaz bulunsa da” sözleriyle ifade ettiği gibi 12 Eylül cuntasının ve sıkıyönetimin en karanlık günlerinde cezaevindeki beş mahkûmun Türkiye’nin değişik yerlerine yaptığı yolculukları aktarır: “Yol, yarı açık cezaevinden bir haftalığına izne çıkmış beş mahkûmun yol hikâyesidir. Önce otobüs ve trenle süren yolculuk boyunca, ayrı ayrı beş mahkûmun hayat hikâyeleri ve yaşantılarından kesitler aracılığıyla, alabildiğine geniş ve ayrıntılı bir Türkiye panoraması çizer. Yoksul ve ezilmiş insanlar, feodal yapı, feodal düşünce ve koşullar altında yaşamaktadırlar. Mahkûmlardan Mevlüt, Yusuf, Seyit Ali, Mehmet ve Ömer’in “yitik yaşamları”na tanıklık eder. Dolayısıyla konusu mahkûmlar aracılığıyla anlatılan hikâyenin sunduğu panorama, asıl olarak, ülkenin ‘içerisi ve dışarısıyla 45 milyonluk bir hapishane’ olduğu gerçeğinin altını çizer” (kapak yazısı).

Agah Özgüç’ün deyişiyle Türk sinema tarihinde baştan sona bir romana konu olabilecek kadar hareketli bir serüveni olan bir filmdir “Yol”.  Yılmaz Güney, Erden Kıral’ın Ayvalık Cunda Adası’nda başladığı ilk çekimleri iptal etmişti. Film daha sonra yine “Endişe’de kendisine asistanlık yaptığı sırada tutuklanması üzerine filmini tamamlayan Şerif Gören’e teklif edilir. Filmin negatifleri yurtdışına kaçırılarak Yılmaz Güney'in de başında bulunduğu bir ekip tarafından kurgulanır.
1982’de 35. Cannes Film Festivali’ne katılarak Costa Gavras’ın “Missing (Kayıp)” filmiyle beraber Altın Palmiye’yi kazanır.  Yol, o sıralarda ABD’de de bile en çok izlenen yabancı filmler arasına girmesine rağmen Türkiye’de gösterilmesi yasaklanır.     

Filmin çekimleri İstanbul, Bursa, İzmir, Konya, Eskişehir, Mersin, Adana, Bingöl, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır ve Ankara’da yapılmıştır.  Filmin başrol oyuncularından Tarık Akan “Bana kalırsa, Yol filmi, dünyada en zor şartlar altında çekilmiş filmlerden biri” diyerek filmin Bursa’daki çekim macerasını şöyle anlatır: “Hızla filme başladık. İstanbul’da hapishane sahnelerini bitirdik. Artık Anadolu’ya hareket edecektik; ilk durak Bursa. Elimizde Bursa Sıkıyönetim Komutanlığı’nın film çekme izni vardı. Buna karşın çekim yapmamıza izin vermediler. Tüm kapıları çaldık, ilgili ilgisiz herkese derdimizi anlattık, iznimizi gösterdik, olmadı. Bu arada bir de gözdağı verdiler; çekim yaparsak başımızın derde gireceğini söylediler. Bursa il sınırlarını terk etmemiz emredildi. Üç minibüsle Bursa'dan ayrıldık.  Minibüslerden birinin camlarını kamuflaj yapıp, çekimi olan oyuncular ve kamerayla tekrar Bursa’ya girdik. Aracı uygun bir yere park ettik. Kamera minibüsün içinde kaldı; çekimler kapalı perdenin aralığından yapıldı. Dört-beş saatte gerekli sahneleri çekip işimizi bitirdik ve Bursa’dan kaçtık”... 

Filmde Tarık Akan’ın yanısıra Bursalı oyuncular Halil Ergün ve Şerif Sezer de yeralmıştır. Ancak 17 yıl sonra ülkesinde gösterime girebilen Yol filminin o yıllardaki koşullar nedeniyle pek başarılı olmayan seslendirmesi yeniden yapılmış bu defa Seyit Ali rolündeki Tarık Akan’ı, “Erdal Özyağcılar” seslendirmiştir… 

1981’de çekilen “Yol” filminde önce Erden Kıral yönetmenlik yapmıştır. Ancak Yılmaz Güney’in oyuncu sayısını sınırlı tutmak istemesi üzerine film Şerif Gören’e teklif edilerek tamamlanmıştı. Erden Kıral yıllar sonra Yılmaz Güney’in Bursa Cezaevi'nden Isparta'ya nakli sırasında yaşadığı iki günü beyaz perdeye “Yolda” filmiyle aktarmıştır. Senaryosunu da Erden Kıral’ın yazdığı Yolda (2005), Yılmaz Güney ekseninde bir dönemin gizli tanıklarını perdeye taşıyor ve Halil Ergün Yılmaz Güney’i canlandırıyordu…

İsmail Güneş, 1999’da Cüneyt Arkın’lı “Gülün Bittiği Yerde” filmiyle 12 Eylül ve işkence konusunu işlemişti. Bu filmden sonra 2005’te “The İmam” adlı filmi çekmiş ve bu yüzden eleştirilmişti. Güneş bu defa dinsel hoşgörü mesajı iletiyordu. Ancak “The İmam” sinemasal açıdan kusurlu olduğu kadar TV’deki dizilerden fırlamış aynı oyuncular, benzer tonlar taşıyan zorlama diyaloglarla sıradan bir film görüntüsü veriyor, özellikle mütedeyyin kanallarda sıkça başvurulan ve kaderci bir yaklaşımla ele alınmış “sır kapısı”,  “gönül gözü” gibi benzeri yapımları tekrarlamaktan ileri gidemiyordu

“Gündoğmadan” yönetmenin 35 mm’lik ilk uzun metrajlı filmi. 2004’te kendisiyle yapılan bir söyleşide "Gün Doğmadan filminde kaderi anlattım. İnsanın yazılı kaderinden kaçamayacağını anlattım.” diyordu.  Bir akrabasının cenazesini memleketine götürmek için yola çıkan bir karı kocanın hayatı bu seyahat sırasında altüst olur. Polisten kaçan bir çete tarafından yolda rehin alınan genç çift çaresizlik içinde kurtuluş yolları aramaya başlar…

Sunay Akın 9 Ekim 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yazdığı “Denizi göreceksin sakın şaşırma!” başlıklı yazıda “Yıkıntı Mustafa'nın dünyası 'Gündoğmadan' adlı filmde görünür. 1986 yılında çekilen bu filmde, küçük bir rol de Yıkıntı Mustafa'ya verilir ölümünden önce” diyordu.  Bursa’nın meşhur simalarından Yıkıntı Mustafa’yı şair Sunay Akın’ın kaleminden aktarayım: “Gemlik'te yaşayan ve şoförlük yapan ‘Yıkıntı Mustafa’ biriktirdiği yüzlerce şişeyi kamyonun arkasına yükleyerek, 1974 yılında, karısı ve çocuğuyla Karsak Boğazı'na gelir. Gemlik'e beş kilometre uzaklıktaki bu yerde, derenin kıyısına şişelerden lokanta ve ev konduran Yıkıntı Mustafa, ilkokul mezunu olmasına rağmen yaptığı çarklarla da sudan elektrik elde eder. Zamanla bir de cami yapar derenin kıyısına. Tabii yine şişelerden!”… İsmail Güneş filmini “Biz ilk defa Türk Sinemasında bir şeyi daha yaptık. Hiç görülmedi, incelenmedi. Cünüplüğün acısını çeken bir adamın hikâyesi de vardı içinde. Gece hamamcı olmuş, yıkanamamış, gusül abdesti alamamış. Vuruluyor, ölüm acısını değil, o şekilde öleceğinin acısını çekiyor, ‘beni yıkayın’ diye yalvarıyor” sözleriyle özetliyordu.

Filmlerini din konularında seçen yönetmenler yaptıklarına artık “Beyaz Sinema” adını veriyorlar. Eskiden milli sinema denirdi. İsmail Güneş işte bu çizgide bir yönetmen olarak kabul ediyor kendini…

Gemlik, Bursa’nın 30 km. kuzey batısında, Marmara Denizi kıyısında kendi adıyla anılan körfezdeki ilçesidir. Bursa’nın diğer ilçelerine nazaran Gemlik’i daha fazla sevmişimdir. Sanırım körfezde denizle iç içe olduğundan bana da tabiatla içli dışlı olma duygusu veriyor. Son gidişimde de bu duyguyu yeniden tadmak istedim.

Celal Yalınız (nâm-ı diğer Sakallı Celal)’ın dediği gibi, kimimizin yüzü hep batıya dönmüş, kimimiz neden sürekli doğuya gitme uğraşı verir anlayabilmiş değilimdir.  Niye korkuturlar ki bizi birbirimizden. Mahalle baskısı dedikleri ne menem şey bu olsa gerek. Gemlik’te hangi akla hizmetse bir nevi harem selâmlık uygulaması çarpmıştı gözüme. Sahildeki en müstesna çay bahçesinde bile “aileye mahsustur” tarzı yaklaşımla karşılaşıyorsunuz. Oysa sadece denize daha yakın durmak şöylebir çaylarınızı yudumlayıp gazetenize gözatmak isteyemez misiniz? …

Eğer kendimiz gibi olamayacaksak herşeyi örneğin Maalouf’un tarih bilgesi, çok dil konuşan karakterlerinden birisi gibi mi okumak gerekiyor.  Bakın içimizden birisi, Adalet Ağaoğlu Öksüz Bayram’ın birkaç saatlik yolculuğunda ne güzel anlatıyor Gemlik’i: “Yolun solunda bir su akıyor. Karsak Suyu. Güzel, köpürerek akan bir su. Az sonra hemen sağına geçiyor. Basamaklardan atlaya zıplaya, taşa kabara akıyor. Bayram, özlemle bakıyor suya. Ona ulaşabileceği bir fırsat kolluyor. Ama daha göz açıp kapayıncaya dek suyun yoldan iyice uzak düştüğünü anlıyor… Gemlik Körfezi, hemen ayaklarının altında. Tuğla fırınlarını, konserve fabrikalarını, yazlık blok konutları, Deniz Kuvvetleri dinlenme yerlerini, tersanesini ve daha bir-iki öteberisini kendine çerçeve etmiş. Çok eski bir yağlıboyanın vernikli dişbudakla çerçevelenmesi. Kimyevi gübre kokusunun kaplıca kokusuna karışması. Bir zeytinliğin uzakta bir zırhlıyla tokalaşması. Bir boru fabrikasının bir reçel fabrikasına dil çıkarması. Bir tepenin bir ovayla kavgaya tutuşması. Bir kavaklığın, üstüne yama vurulan asfalta üzülerek bakması. Yine de uzağında kalması. Bir martının bir yakıt tankeri üzerinde kanat çırpması. Ve güneşin, bütün bunları kuşatıp aynı kaba tıkması”…     

“Sarı Mercedes” filmi Adalet Ağaoğlu’nun “Fikrimin İnce Gülü” adlı romanından uyarlanmıştı. Balkız adını verdiği arabasıyla Almanya’dan yola çıkan gurbetçi Bayram’ın
Kapıkule’den başlayıp akşam gün batarken ulaştığı Ballıhisar adındaki köyünde hazin bir şekilde son bulan bir günlük yolculuk öyküsünü anlatır: “Almanya’ya çalışmaya gidip, para biriktirerek bir araba almayı düşleyen bir adam, bu uğurda en yakın arkadaşına kazık atar, sevdiğini pervasızca geride bırakır. Sonunda emellerine kavuşur. Almanya’dan Türkiye’ye dönüş yolu boyunca kendi kendisiyle hesaplaşır. Ancak birçok güzelliği çiğneyerek sahip olduğu sarı mercedes’i ona yar olmaz ve memleketine gittiğinde bir kaza yapar” (kapak yazısı).

“Fikrimin ince gülü / Kalbimin şen bülbülü
Fikrimin ince gülü / Kalbimin şen bülbülü
O gün ki gördüm seni / Yaktın ah yaktın beni…


Bayram, önce içinden, sonra usuldan, sıra ‘O gün ki gördüm seni’ye gelince de, bütün sesini koyvererek şarkıya katılıyor. Özel deri geçirilmiş direksiyon, ellerinin altında seviliyor. Bayram, direksiyonu sağa büküyor, okşayarak. Sola büküyor okşayarak. Ağzında şarkı, önde parıldayan yıldıza, derken, güzel bir eğimle ön camın dibine doğru uzanıp gelen motor kapağının süzülmüş balrengine bakıyor…” (Fikrimin İnce Gülü, 18.baskı, s.38). 

Adalet Ağaoğlu yaşamı, yazarlığı, politik görüşleri ve tavırları sebebiyle basında adı sık sık duyulan edebiyatın önemli ustalarından. Kitapları yasaklanan, yargılanan, sürekli tartışılan ismi. Fikrimin İnce Gülü romanı 1976 yılında kaleme alınmış 1981’de 4. baskısında toplatılmıştı. Dış göç olayını ele alan ilk filmi “Otobüs”te sansüre takılan ancak Danıştay kararıyla gösterim izni alan Tunç Okan, romandan senaryolaştırılarak yapılan bu filminde yazarının sözleriyle “otoriter kurumlara karşı tavrı budanmış ve içeriği boşaltılmış” olarak çektiği için eleştiriliyordu.

1994’te yayınlanan “Sinemada Yedinci Adam” adlı kitapta Dr.Oğuz Makal “Göç” olgusunun sinemadaki yansımalarını çevrilen filmlerin çözümlemeleriyle beraber elealmıştı. Dış göç konusunun da Türk edebiyatında bir “düzen sorunu” olarak ele alındığını vurgulayan Makal, Sarı Mercedes’le ilgili olarak “Adalet Ağaoğlu’nun değişmeyi ve değişememeyi anlattığı roman, uzun bir yapım sürecinden sonra Tunç Okan tarafından ortaya çıkartıldı” demektedir.
1960’larda başlayan yoğun dış göç bir devlet politikası olarak benimsenmişti. “Bitmeyen Göç”te ünlü ‘Gastarbeiter’ konuk işçi kavramı bu dönem oluşuyor diyordu Nermin Abadan Unat (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2002) “Almanya’da yabancı Türkiye’de Alamancı” sayılan, sınıfının ve konumunun bilincinde olmayan arabasını herkesten çok seven sadece Almanyalı işçi Bayram değildi tabii, yıllar önce yapılan bir araştırma da Mercedes otomobillere Almanlardan çok Türklerin sahip olduğunu göstermemiş miydi?… 

İlyas Salman’ın rol aldığı “Sarı Mercedes” filmindeki yol sahnelerinden birinde üstünde Bursa yazan bir trafik bir levhası dikkat çekmektedir. Tunç Okan’ın Adalet Ağaoğlu’nun “Fikrimin İnce Gülü” adlı romanından uyarlama filmin (1987) bazı sahneleri Bursa-İnegöl civarında çekilmiştir.
İnegöl’de en göze çarpan yapı grubu İshak Paşa Külliyesi ve çevresi. Külliye 1482’de inşa edilmiş. Camii, medrese ve türbeden oluşmakta. İnegöl’ün tam merkezindeki çarşının içinde yer alıyor. Burada yemiş meşhur İnegöl köfteyi Öksüz Bayram.  Son gidişimde benim İnegöl’deki köftecilerin çokluğu kadar pastacıların da varlığı da dikkatimi çekmişti.

Araba Sevdası romanında geçen arabanın renginin de sarı olması enteresan. Araba Sevdası Osmanlı Devleti'nde Tanzimat döneminde yanlış batılılaşmanın etkisini aktaran bir romandır. Recaizade M.Ekrem’in yazdığı roman ilk realist roman kabul edilir. Daha sonra çekilen Aydan Şener’in de rol aldığı TV dizisinin, Fikrimin İnce Gülü romanıyla isim benzerliği dışında hiç bir alakası yoktur…

Antalya Film Festivali bu yıl Ferzan Özpetek’in son filmi “Mükemmel Bir Gün”le başlıyor. 2005’te uluslararası nitelik kazanan festivalin daha önce jüri başkanlığını da yapan Ferzan Özpetek  şimdiye kadar sırasıyla Hamam (1997), Harem Suare (1999), Cahil Periler (2000), Karşı Pencere (2002), Kutsal Yürek  (2005) ve Bir Ömür Yetmez (2007) adlı filmlere imza atmıştı. Bol ödüllü “Cahil Periler” filminde İtalya’da Nazım Hikmet’le ilgili oluşturduğu gündemle dikkat çeken yurt dışındaki temsilcimiz, hakkında “Daha çok, bireylerin kimlik bunalımlarına, onların duyguları üzerinden yaklaşıyorum” dediği başarılı bir işkadınının herşeyi bir kenara iterek yoksul insanlarla dayanışmasını anlattığı “Kutsak Yürek” filminde de yankı yaratmayı başarmıştır.

Bursa’da çekilen Haluk Bilginer’li filmlerden bir tanesidir ayrıca Harem Suare. Sultan rolünde oynayan Bilginer dışında ilk filminde Bursalı oyuncuları buluşturan Ferzan Özpetek Harem Suare’de “Şerif Sezer”e de rol vermiştir. Sarı Mercedes’te gümrük memuresi rolünde oynayan ve filmlerinin vazgeçilmez oyuncusu olan Serra Yılmaz ise Harem Suare’de harem kalfası Gülfidan rolünde yeralmıştır.

Saray, Harem ve Hamam… Her üçü de kimine göre bir muamma kimine göre bir tabu kimine göre mahrumiyet kimine göre ise mahremiyet bölgesiydi. Filmdeki replikte geçtiği gibi burada içerde (haremde) kalfa Gülfidan’a göre önemli olan üç şey vardı: Aşk, iktidar ve korku. 

Harem denince aklıma “Erzurum Yolculuğu” gelir. Ataol Behramoğlu’nun Puşkin’den çevirdiği kitaptaki harem şöyleydi: “Ben bu sırada çevreme bakınırken tam kapının üstünde yuvarlak bir pencerecik; pencerecikte de meraklı, kara gözleriyle fıldır fıldır bakan beş altı tane yuvarlak başçık gördüm. Buluşumu tam Bay A.’ya söylemek üzereydim ki, başlar kımıldadı, gözler kırpıldı, birkaç parmakçık susmam için gözdağı verdi bana. Boyun eğdim ve buluşumu kimseyle paylaşmadım. Hepsi de hoş yüzlerdi; fakat hiçbiri güzel değildi”… 

Bu satırlar Aleksandr Puşkin gibi gerçekçi ve insancıl büyük bir Rus yazar tarafından kaleme alınmıştır ancak bilhassa temel bir öğesi olarak 17.Yy’daki birtakım Batı’lı oryantalist yazarlara ait harem hakkındaki görüşler ise kimilerine göre çoğu zaman fantazya-romantizm karışımı birçok ön bakışı sergilemekteydi. Çünkü oryantalizm (Doğuculuk) itaat, atalet, güçsüzlük, kadına şiddet gibi birtakım unsurlar içermektedir.

15.Yy’da Fatih’in yaptırdığı Topkapı Sarayı yüksek duvarlarla çevrili müstahkem bir kale görünümünde idi. 360’dan fazla odasıyla Harem bölümü ise 16.Yy’da eklenmişti. Amerika’da ilgiyle karşılanan “Üçüncü Kadın”, “Harem: Peçeli Dünya” ve “Gözyaşı Sarayı” gibi kitapların yazarı Alev Lytle Croutier’in haremdeki cariyeler hakkındaki şu sözleri dikkat çekicidir: “Bir kere çok güzeller, çünkü seçilmiş kadınlar. Aynı zamanda hepsi esir. Saraya girdiklerinde eğitim almaya başlıyorlar. Herkes yeteneğine göre yönlendiriliyor. Çok güzel olanlar ayrılıyor. Sesi güzel olanlar şarkıcı, iyi nakış işleyenler nakışçı oluyor. Sonra kadınlar devri başlıyor. Esir olan kadınlar, bu esaret altında bile güç kazanıyorlar ve ülkeyi yönetmeye başlıyorlar…” (Tempo, 2004, Sayı 29/866, s.75). Kimi yazarlar ise “Bunların hiçbir suretle gerçekle ilgisi yoktur. Çünkü bu cariyelerin çoğu hizmetçidir.  Hatta daha ileri giderek bu cariyeler arasında dilsizler, maskaralar, zenciler, cüceler de vardır. Bunların arasında yaşlı kadınların olduğu da görülmektedir” diyerek farklı yönden yaklaşmaktadır (Muammer Gökçin, Zaman) .

Ferzan Özpetek batıyla oryantilizmi bir araya getiren filmlerin yönetmeni.
Ferzan Özpetek’in başarısını İtalyan Sineması’ndaki tıkanıklığa bağlayanlar olduğu gibi Batı'nın oryantalist bakışını beslemesinden dolayı olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır. Özpetek, ilk üç filmindeki başarıdan sonra İtalya’da sinemaya yön veren üç yönetmenden biri olarak nitelendirilmişti. Türk-İtalyan-Fransız ortak yapımı “Harem Suare” Osmanlı Sarayında bir cariye ile onu padişahın bir gözdesi haline getirmeye uğraşan harem ağası arasındaki bir aşkın (tabii suç ortaklığının da) öyküsü olduğu kadar Osmanlı Haremi’nin kapanmaya yüz tuttuğu son günlerinde haremdeki cariyelerin trajedisini insalcıl ve romantik açıdan yaklaşarak yansıtıyor. Hamam filminde “hamam” motifiyle oryantalist bir yaklaşım sergileyen Ferzan Özpetek “harem” motifini de Harem Suare’de kullanarak Osmanlı saray yaşamından bir kesiti verdiği Harem Suare’nin jeneriğinde “Bu filmdeki olaylar hayal ürünüdür” demeyi de ihmal etmiyor…

Hamam Roma ve Bizans kültüründe önemli bir yer tutmaktaydı. Osmanlılar zamanında gelişen hamam kültürü de Bursa alındıktan sonra şehre hamamlar inşa edilmesiyle sürmüştür.
Bursa bölgesinin tarihi Kalkolitik (M.Ö. 5000-3500) döneme kadar uzanmaktadır. Bursa ile ilgili ilk kesin bilgiler M.Ö.700’lere dayalıdır. Bu yüzyılda İskit saldırılarından kaçan Bithinyalılar, Bursa’ya yerleşip kısa sürede sınırlarını genişletmişlerdi. Şehri kuran kişi Bitinya Kralı Prusias’tır. Yapımına Bitinyalılar döneminde başlanan Bursa Kalesi’nin 3.5 km uzunluğundaki surlarından günümüze ulaşan devede kulaktır...

Bilge Umar’a göre Prusias’a bir hisar kentinde babasının başkenti Nikomedia yani İzmit’te doğduğu için hisar kentinin insanı, hisar kentli anlamında Pusassuwas gibi bir ad verilmiş ve o isim Helen ağzında Prusias’a çevrilmişti, Prusias da kendi kurduğu kente adını anımsatsın diye Prussa adını vermişti (Rana Aslanoğlu, Kent Kimlik ve Küreselleşme). Roma egemenliği ise Bursa’da Bitinya Kralı 4.Nikomedes’in M.Ö. 74’de ülkesini Roma İmparatorluğu’na bağışlamasıyla başlar. Böylece Roma Devletinin bir eyaleti olan Bursa kaplıcalarından dolayı Roma döneminden beri kullanılan bir sağlık merkezi olarak da anılacaktır. Kaplıcalarıyla ünlü şehirde Romalılardan sonra Bizanslılar da kaplıcalar yaptırır. Bursa'ya 525 yılında Jüstinyanus zamanında 4 bin kişilik ordusuyla Bizans kraliçesi Teodora’nın da gelerek kaldığı ve eğlenceler (hamam sefaları) düzenlediği söylenir. Çekirge semti bugün bir kaplıca merkezi gibidir. Harem Suare filminde görünen hamam sahneleri burada çekilmiştir…

Hamam filmi
ABD’nde bir yıl boyunca kesintisiz olarak gösterimde kalmıştı. Filmde Halil Ergün ve Şerif Sezer de rol almıştı. Bursa’nın yetiştirdiği en önemli sanatçılardan birisi olan “Halil Ergün” İznik ilçesinin Müşküle Köyü'nde doğmuştur. Adana’da düzenlenen 15. Altın Koza Uluslararası Film Festivali’nde “Yaşam Boyu Onur Ödülü”nü Türk sinemasının diğer ustalarından Halit Refiğ ve Selda Alkor’la birlikte almaya hak kazanan Ergün, Yolda, Mum Kokulu Kadınlar, Yolcu, Mavi Sürgün, 72. Koğuş, Katırcılar, Sis, Kırlangıç Fırtınası, Kırık Bir Aşk Hikâyesi, İzin gibi pek çok filmde de adından sözettirmeyi başarır. 1987 yılında Erdoğan Tokatlı tarafından çekilen “72.Koğuş” adlı Orhan Kemal’in 1953’te yazdığı öyküden uyarlanan filmde Orhan Kemal rolünü oynar. Orhan Kemal’in cezaevindeki gözlemlerine dayanan öykü Nâzım Hikmet’le beraber kaldığı Bursa Hapishanesinin bir yoksul koğuşundaki mahkûmların yaşamını anlatıyordu. Nâzım Hikmet'in Bursa Hapishanesi'nde 1941’den sonra kaldığı dönemi aktaran 2007 yapımı “Mavi Gözlü Dev” filminde ise odası Nâzım Hikmet’in 1944’te Bursa Hapisanesi’nde yaptığı bir resimden esinlenerek Beykoz'da kurulan bir cezaevi setinde gerçekleştirilebilmiştir.

Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı” adlı romanının önemli bir bölümü de Bursa’yla ilgilidir.   12 Eylül’den önce çekilip 1980 yılında önce yasaklanıp sonra yakılan roman Halit Refiğ tarafından TRT’ye dizi olarak çekilmiştir. Kurtuluş Savaşı'nın az öncesi ve az sonrasını anlatan ve İstanbul, Bandırma, Akhisar, Manisa'ya yakın bir köy ile Bursa arka planlarında geçen romanın ilgili bölümü 2000’de Bursa’da düzenlenen 6. Avrupa Filmleri Festivali-Gezici Festival”inde “Siyahperde-Türk Sinemasında Sansür” konulu panelde tartışılmış, aynı festival kapsamındaki “Türk Sineması'nda Sansür” adlı bölümde sansüre uğramış Türk filmleri de gösterilmiştir…


“Fasulye”, bir komedi filmi. TV’de hala tekrarları gösterilen Türkan Şoray’lı, “Haluk Bilginer”li “Tatlı Hayat” dizisinin yönetmeni Bora Tekay’ın ilk uzun metraj film denemesi. Yeterince organize olamamış, sorunları zaman zaman yasadışı yollara havale edilen günlük yaşamın çıkar çatışmalarına dönüştüğü  bu yüzden mafyatik örgütlerin cirit attığı toplumda bilgisizliğin “şeyh uçmaz müridi uçurur” misali halkın dinsel zaaflarından yararlandığı cehaletin kol gezdiği ortamlarda bir takım düzenbazların giderek baş köşelere oturmaları istenmeyen fakat muhtemel bir sonuçtur. Bursalı yönetmen Bora Tekay mafya dizilerinden yola çıkarak “Fasulye”de karikatürize edilmiş mafya tiplemeleri ve bilge karakteriyle farklı bir mizah anlayışı yakalamaya çalışıyordu.

devam edecek

Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.