Yazılar
“Naftalin kokusunu hiç sevmem”Sayı: - 07.03.2006
Trabzon’daki devlet dairelerinin duvarlarını süsleyen manzara resimleri epeyi bir süredir dikkatimi çekiyordu. Renkli havasını veren bu fotoğraflarda biraz dikkat edilence boyama suretiyle renklendirme olduğu kolayca anlaşılıyordu. Altındaki imza ise Mehmet Avcıdırlar idi. Kimdir bu zat diye merak eder dururken Trabzon Sanat galerisinde üstadın fotoğraf sergisi açtığı haberi geldi. Orası müdavimi olduğumuz bir yer zaten… Okan hoca ile ( Okan Çağal- Güzel sanatlar akademisi mezunu- KTÜ hocalarından ) bir akşam saatinde gittiğimizde karşımızda sergisini anlatan Mehmet Bey’le karşılaştık. 1974 yılı olacak.
O Okan hocaya bir şeyler anlattıktan sonra benden yana ilgi gereğini duymuş olmalı ki benimle bütün sergiyi gezdi. Sergiyi gezerken de enikonu bir sanat söyleşisi yaptık. İşte kendisiyle ilk karşılaşmamız: Sonra da kendisinin vefatına kadar büyük bir dostluk içinde yaşadık.
Avcıdırlar sohbet ehli kişi… İnsanın zayıf tarafını buldu mu artık duygulanmadan sohbeti bitirmek mümkün değil. Kim olursa olsun çok gezmenin ve çok fotoğraf çekmenin avantajı ile başından geçen binlerce hadiseyi öyle bir anlatması var ki hiç sormayın.
Kendisi iyi bir fotoğrafçı olduğu kadar bir insan sarrafı da… İstanbul’da zengin olmuş ne kadar Doğu Karadeniz asıllı kişi varsa onları biliyor. Gidiyor onların köyüne; en iyi yerden o kişilerin yaşadığı evlerinin, yaylalarının ve benzeri enteresan yerlerin fotoğraflarını çekiyor. Bir gün bu kişi karşısında çocukluğunun geçtiği yerleri resim olarak görünce ‘Dile benden ne diliyorsun?’ oluyor. Satın alınan bu resimler patronların işyerlerindeki odalarını süslüyor. Kendi memleketim diye söylemiyorum:
O manzaralar dağları, yeşillikleri, ırmakları ile asıldıkları yerlerin yüzünü ağartıyor.
İşte bu Mehmet Avcıdırlar değil mi ki, TRT’nin ‘Karadeniz’den çeşitlemeler’ ve Suyla gelen Kültür’ dizileriyle televizyona renk getiren belgesellerin sanat yönetmeni… O değil mi Hakkâri’nin dağlarında aşiret çadırlarına kadar girip fotoğraf çekebilen, o değil mi Karadeniz’in hırçın dalgalarında balık ağlarının toplanışını nefis fotoğraflarla belgeleyen. Türkiye’nin her yerinde, her ikliminde en büyük arşive sahip ama ne yazık ki sabit bir yeri olmayan bu bekâr, gözlüklü, küçük yapılı cevher… Onunla o kadar çok anılarımız var ki!
Ne zaman bir seyahatten dönse çektiği fotoğrafları bana gösterir izahatını da verirdi.
Bir seferinde denizden karaya doğru bir balıkçı teknesinin ağ çekimini gösteren, arkada o puslu Karadeniz dağlarının da görüldüğü nefis birkaç fotoğrafla gelince buranın neresi olduğunu sordum. Pazar’daki (Rize’nin kazası) Karbasan balık unu ve yağı fabrikası için çektiğim fotoğraflar dedi. Ve de sahiplerinden Mehmet Bey bizi davet ediyor, gidip birkaç poz da resim çekelim fabrikanın son durumunu görelim ‘ diye ekledi.
Fabrikaya geldiğimizde son derece modern bir teknoloji ile donatılı bu tesisin Almanya’da çalışan işçilerin birikimlerinin değerlendirilmesi suretiyle kurulduğunu öğrendik. Bilgisayar tekniği ile balık unu ve balık yağı imalatını yaptığını da ilgililerin izahatından anladık. Hamsiyi, bu bollaşan fabrikaların acımasız istihsali mi bitirdi yoksa tabiatta biten hamsi mi bu fabrikaları batırdı konusu ayrı bir konudur ama biz o gün gördüklerimizle Türkiye ve de sanayileşmemiz adına gurur duymuştuk.
Farikayı gezme bitip, oradaki fotoğraflama olayı da sona erince Fındıklı bölgesindeki alabalık tesislerine davet edildik. Fındıklı’ daki derelerin birini takiben takriben 7 km’lik bozuk yolu bir saate yakın bir zamanda kat edip, gürül, gürül akan bir derenin yanında kurulu alabalık tesisine vardık. Küçüklü büyüklü muhtelif alabalık havuzlarında yüzen balıklar muhteşem bir görüntü veriyorlardı. Hava kararınca, akşam yemeğine başlandı. Tavalar dolusu alabalık kızartmaları gelip, gelip tükeniyordu. Bir yandan: sohbet de devam ediyordu. Midenin istiap haddi tamam olunca misafir edileceğimiz eve davet edildik. Bildik Karadeniz evlerinin bir örneği olan bu evde bize verilen odada iki tane yatak vardı. Kar gibi yatak çarşafları vardı ve de yastık aralarında tane, tane naftalinler duruyordu. Hayatta en nefret ettiğim koku. Olayı gören Mehmet Bey hem güler hem de halime acır, pencereyi hafif aralayarak uyudum.
Dönüş yolunda uğradığımız işbu dere yolunun üzerindeki Çağlayan kasabasındaki granit taşlarından yapılı evler bir kültür birikimi olarak bugüne kadar nasılsa ayakta kalmışlardı.
Sevgili dostlara bu vesile ile şunu hatırlatayım. Şimdi artık Karadeniz’i iç taraflara bağlayan yolların birçoğu asfalt. Bu bölgeye arabanızla çok rahat gidebilirsiniz. Sahil boyunca her 500- 1000 metrede bir dere sizi şaşırtmasın. O derenin üzerinde yapılan kemerli köprülerin üzerinde birer fotoğraf çektirin. Derelerin nasıl hızlı ve de coşkun aktıklarını görün.
Ya yaylalar? Onları da bir başka anıda anlatayım.
Editörün notu: Sevgili Osman Aksu yıllar önce Mavi Nota’da yayımlanmak üzere, merhum Mehmet Avcıdırlar ile ilgili bir yazı ve birkaç fotoğraf vermişti. Ben de bu yazıyı ve fotoğrafları yayımlanması gereken yer açısından daha uygun olur diye, kısa adı Fotoform olan Trabzon Fotoğraf Sanatı Derneği’ndeki bir arkadaşıma vermiştim bültenlerinde yayınlarlar düşüncesiyle… Geçen zaman içinde bültenlerinde bu yazıyı göremedim. Sevgili Osman Aksu yine bir vefa ve değerbilirlik örneği göstererek Trabzon’da fotoğraf sanatına çok emeği geçen merhum Mehmet Avcıdırlar’ı Mavi Nota’ya taşıdı. Merhum Avcıdırlar’ı saygıyla anıyoruz.
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.