Yazılar
Öykü / Düş ...Sayı: - 09.03.2006
Ceneviz eskisi sokaklardan pürtelâş geçiyor yıprak taş konakların kapılarını teker, teker çalıyor, sonra düş kırıklığıyla, yorgun yağmurun ardına takılıp çılgınlar gibi koşmaya devam ediyordu.
Buz gibi bir kış gecesi olmasına rağmen ter içinde kalmıştı.
Ter içinde ve soluk soluğa.
Bazen karşısına uzun tahta bacaklı, dantelâ yakalı bir çığırtkan dikilip onu gizemli, garip bir dansa davet ediyor, bazen da kırmızı burunlu, kocaman ayakkabılı bir palyaço, saçlarından tutup renkli topaç gibi hızla çeviriyordu Delta’yı.
Delta, abandone olmuş bir durumda, bando-mızıkanın ardından seğirten delimsirek kalabalığın içinde buluyordu kendisini.
Delimsirek bir kalabalıktı bu. Gecenin ve cambazların peşine takılmış delimsirek bir kalabalık.
Delta, kalabalıktan güçbela sıyrılıp bir o sokağa dalıyor bir bu sokağa dalıyor, orası burası çimdiklenmekten, avuçlanmaktan helak olmuş, yaralı bir ispinoz gibi çırpınarak, kendisini bir duvardan ötekine vuruyordu.
Ama bu tutkulu arayıştan vazgeçmeyecekti.
Onu bulana kadar bu zorlu savaşımı sürdürecekti.
Az önce yarı çıplak bir trapezcinin cesedi üzerinden atlayarak alev alev yanan bir çemberin içinden geçmiş, eli kırbaçlı bir aslan terbiyecisinin ölümcül darbelerinden büyük bir ustalıkla kurtulmuştu.
Gene yemyeşil, ıslak bir duvara vurdu kanatlarını. Soluklandı.
Birden delimsirek kalabalık ortasından ikiye yarıldı.
Bir sessizlik koptu.
Delta onu gördü.
Tutkuyla aradığı adamı sonunda gördü.
Tiyatro yönetmeni, bir prens kılığında kalabalığın içinden çıkageldi.
Evet, prens kılığına girmişti.
Ceketi sırma işli ve apoletliydi. Parlak şortu bir balonu andırıyordu. Uzun ince kılıcı, büyük bir çalımla sallanıp duruyordu belinde.
Delta şaşkınlıkla geriledi.
Yoksa gerçek bir prens miydi?
Prens kılığındaki tiyatro yönetmeni kırıtarak şöyle bir döndü.
Delta heyecanla yutkundu.
Delimsirek kalabalıktan bir alkıştır koptu.
Yönetmen prens, seksapeli bol bir kadın gibi, saçlarını geriye doğru atarak gülümsedi kalabalığa. Sonra gene kırıtarak Delta'ya doğru geldi.
Demek bir travestiydi.
Delta'nın koluna girerek şuh bir sesle:
"Beni mi arıyorsun cicim," dedi. Hah hah hay, işte buradayım ispinozum.
Demek genç kızların düşlerini süsleyen yakışıklı prens bir travestiymiş.
"Peki beyaz atınız nerede," dedi Delta.
"Artık beyaz atların modası kalmadı cicim, bilmiyor musun?"
Biliyordu bilmesi.. Artık beyaz atların yerini son model arabalar almıştı düşlerde.
"Hadi gel," dedi prens fingir fingir. "Bırak bunları. Seni son oyunumuzun galasına götüreceğim."
Delta şaşkınlığından sıyrılıp sevinçle adamın koluna yapıştı.
"Zaten," dedi prens, "beyaz bir atım olsa bile, benden genç kızlara fayda yok."
"Olsun," dedi Delta.
Bunu umursayacak halde değildi şimdi. Düş kırıklığını bile önemsemez olmuştu.
"Oyunumuzun adı Maskeli Balo." dedi yönetmen prens. "Oyun bir maskeli baloda geçiyor. Seyirciler de bu temsilde birer oyuncu."
Ne kadar ilginçti!
"Yalnız hemen giysilerimizi değiştirmemiz gerek."
Kolundan tuttuğu gibi Delta'yı bir kapı aralığına soktu. Sonra çabucak merdivenlerden yukarı çıkıp bir kapıdan içeri girdiler.
Yarı karanlık bir odaydı burası. Bir tiyatro kostümcüsünün darmadağın atölyesi. Üst üste gelişigüzel atılmış giysiler, iskarpinler, perukalar, çıplak mankenler, el ele hora tepiyorlardı sanki.
Prens giysi yığınının içinden bir pantolonla bir gömlek çekerek Delta'ya uzattı. Bir kovboy kılığıydı bu.
"Hadi çabuk giyin," diye emretti. "Geç kalacağız."
Kendisi de aceleyle soyunup uzun kabarık etekli bir tuvalet giydi. Sarı bukleli bir perukayı özenle başına geçirdi. Makyajını tazeledi. Kollarındaki ve göğsündeki kılları pudrayla gizledi.
"Bendeniz Madam Pompadur. Nasılım ispinozum?"
Delta gömleğinin düğmelerini iliklerken, "Şey," dedi. "Şey, ben de oyuncu olmak istiyorum. İşte sizi bunun için arıyordum."
"Yaa," dedi yönetmen. "Demek oyuncu olmak istiyorsun. Tatlı çocuk! Önce bunları giy bakalım."
Delta utana sıkıla püsküllü pantolonu da giydi. Dallas çizmelerini ayağına çekti. Ve şapka. İşte, tamam!
"Vallahi John Wayne'in gençliği senin yanında halt eder. Müthişsin cicim!"
Delta utangaç, utangaç gülümsedi. Yönetmen prens yeniden kıkırdadı..
"Demek bu yüzden Beyoğlu'nun azgın kalabalığının içine düştün. Vah küçüğüm, vah ispinozum."
Sonra Madam Pompudar olarak odada şöyle bir dolaştı. Hafif bir reverans yaptı.
"Evettt, artık gidebiliriz. Yalnız unutma, oyunculuk dünyanın en ciddi mesleğidir."
Olsundu. Olsun. Her şeye razıydı Delta.
"Kendimi size bırakıyorum," dedi sesi titreyerek.
"Peki," dedi yönetmen prens. "Koluma gir bakalım."
Delta adamın koluna girdi. Madam Pompudar ve genç kovboy 'Amerikan Kovboyları.. Aslan Cinotri' şarkısını söyleyerek dışarı, Ceneviz eskisi sokağa çıkıp yoğun yağmura karıştılar.
Maskeli Balo
Delta, hayatının ilk düş kırıklığı ve kovboy giysileriyle büyük salondan içeri girdi.
Orkestra çalmaya başladı.
Orkestrayı Hitler yönetiyordu. Büyük, çok büyük bir orkestraydı. Ve kimler yoktu orkestrada..
007 James Bond başkemancıydı. Üç Silahşörler ve Napoleon nefesli sazlarda muhteşemdiler. Firavun Tut-An-Kamon neşeyle santura vuruyor, Şarlo obuasıyla sanki raksediyordu.
Churchill, ikide bir sahneye fırlıyor, borazanını üfleyerek akortsuz bozuk seslerle orkestrayı şaşırtıyordu. Mata Hari, güçbela sahneden indirip yerine oturtuyor ama Churchill bir pundunu bulup gene sahneye fırlıyordu.
Salon da çok kalabalıktı.
Ön sıralarda seçkin konuklar oturuyor, hep birlikte Churchill'e tempo tutup coşturuyor, daha arka sıradaki avam kamarasının saygıdeğer üyeleriyse yuh çekerek orkestrayı alaşağı etmeye uğraşıyorlardı. İçlerinden birkaçı sahneyi domates yağmuruna tutmaya başlamıştı bile.
Michael Jackson onları susturmayı denedi ama boşuna. Bu arada al yanaklı domateslerden de nasibini almıştı tabi. Bu hormonla yetiştirilmiş domatesler de pek yaman oluyordu canım.
En arka sırada oturan yazarlarla lumpenlerse küfürün bini bin para, yer gösteren Mussoli'ye yumruk sallıyor, sonra da Kara Gömlekliler takımını ti'ye alıyorlardı.
Greta Gabro işaret parmaklarını ağzına götürüp tiz bir ıslık çaldı ama duyan olmadı.
"Ah," dedi Greta Gabro, "ah eskiden olsa, hepsi sirk maymunları gibi önümde sıraya dizilirlerdi."
Bu kez de Tarzan, göğsünü yumruklayarak "Ayyay yoooo" diye tepindi ama ona da aldıran olmadı.
Kraliçe Nefertiti sıkıntıyla dev yelpazesini salladı.
Sonra orkestra sustu.
Salon yavaşça karartıldı. Işık yalnızca sahneye verildi. Perde açıldı..
Dekor: Tebai kenti üzerine inşa edilmiş bir New York caddesi.. Teb kralları ve Mac Donald's dükkanları..
Shakespeare oyuncuları yavaşça kımıldadılar. Jülyet Kral Lear'ın kolunda sahne önüne doğru geldi. Öyle de bir boyanmıştı ki.. Romeo acayip sinirli bir nazar atfetti ona. Sonra kaşla göz arasında Hamlet'e sokulup:
"Bu kadın gene rezil edecek beni" dedi.
Bunu duyan Jülyet, nazlı nazlı arabesk bir fısıltıyla yanıtladı onu:
“Beni böyle sev seveceksen.”
Hamlet gırtlağını temizleyerek..
"Çürümüş bir şey var bu ülkede," dedi.
"Hişş!" dediler seçkin konuklar. "Hişş! Ayıp olmuyor mu?"
"Çürümüş," dedi Hamlet.
Lumpenler bir alkış tufanıyla desteklediler onu. Seçkinlerle lumpenler arasında bir kıyamettir kopacaktı ki.. Soluk soluğa Yelena Andrayevna, Üç Kızkardeşler ve Vanya Dayı sökün ettiler.
"Amanın," dedi Olga, "amanın."
"Amanın," dedi Teb kralları.
Bunu duyan Çehov, uçan bir karateci edasıyla zıplayarak sahnenin ortasına düştü..
"Martı'mı verin," dedi. "Martı'mı verin. Onu benden alamazsınız."
"Al," dedi Treplev, Martı'nın başkişisi olan Treplev, "al allahaşkına. Amma da kıymetliymiş!"
Koca bir Martı'yı Çehov'un ayakları önüne fırlattı.
"Al Martı'nı başına çal! Bizim de yakamızı bırak artık!"
"Çok oldun be," diye bastırdı Vanya Dayı. "Bir çalışmaktır tutturmuşsun bütün oyunlarında. Çalışmak çalışmak.."
"Seni tembel," dedi Çehov burnundan soluyarak. "Bütün işin içip içip kadın peşinden koşmak. Seni küçük burjuva, budala!"
Bir oyun yazarının ayranı kabarmayagörsün, o saat adamı, işe yaramaz bir sayfa gibi karalayıverip çöp sepetine yollardı ya, bu kez iş işten geçmiş, Vanya Dayı çoktan tiyatro tarihindeki yerini almıştı..
"Ah," dedi Çehov, "nasıl da sevmiştim sizleri! Kader utansın ama, batsın bu dünya!"
Burnunu çekip gözyaşlarını silerken Brecht ve Sezua'nın İyi İnsanı kurum kurum içeri girdiler.
"Yahu bu ne cümbüş," dedi Brecht. "Bırakın şamatayı. Aslolan epiktir, epik."
İşte tam o sırada karanlıkta bir el Delta'yı sahneye doğru iteledi. Delta bir anda kendini Hamlet'in kucağında buldu.
Teb kralları korosu,
"Oohhohooo!" dediler.
Romeo Delta'nın önünde diz çöküp ellerine sarıldı.
Vanya Dayı,
"Seviyorum sizi," dedi büyük bir tutkuyla.
Fakat Brecht,
"Çekilin!" diye bangır bangır bağırdı. "Çekilin! O benim oyuncum olacak. Yalnız epik oyunlarda oynayacak! Kahrolsun dramatik tiyatro, yaşasın epik! Onu bir yıldız yapacağım, bir yıldız!"
Delta'yı Hamlet'in elinden kaparak sahne önüne götürdü.
Orkestra Valensi'yı çalmaya başladı.. Brecht'le Delta yavaşça dönmeye başladılar müzik eşliğinde. "Yuh" ve "yaşa" sesleri birbirine karışırken onları coşturuyordu. Ama çok geçmeden Jülyen, Yelena Andreyevna ve Olga, Delta'nın üzerine saldırarak bu harika dansı berbat ettiler. İrina giysilerini yırtarken Jülyet de saçlarına asılıyordu. Romeo kılıcını çektiyse de Delta'yı onların elinden kurtarmayı başaramadı.
Seyirciler, çırılçıplak kalan Delta'yı çılgınca alkışlıyor, sarsıla sarsıla gülüyor, ıslıklar öttürüyorlardı.
Sonuna delta'yı katrana bulayıp üzerine de tavuk tüyleri yapıştırarak seyircilerin önüne yem olarak attılar.
Yönetmen-prens çok uzaklardaydı.
...
Delta ter içinde uyandı. Annesi içerden koşup gelmiş çırpınarak.. "Kurtarın beni" diye bağıran kızını uyandırmış, sımsıkı sarılmıştı ona.
Delta titreyerek dışarı baktı. Aydınlık bir sabahtı. Güneş bütün odayı kuşatmıştı. Gökyüzü bütün odayı.
İspinoz korkulu bir düş görmüştü, hepsi o kadar. İçindeki ürküntünün yavaş yavaş eridiğini duyumsadı. Yüzünü annesinin göğsüne gömdü..
Kaynak: http://alkimsanat.sitemynet.com
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.