Yazılar
Postaneler sevgilimdi / Kırık bir fay hattındaSayı: - 31.03.2006
Kirpiklerimle topladığım mucizeler
Ve katar katar yolculuğum bitmeyen.
Çığlık çığlığa yüreğim,
Hep giden, giden, giden.
Yoksun sen…
Bağlandığımız telefon telleri kopuk şimdi,
Çalışmıyor fakslar, telgraflar,
Yazılıp gönderilmeyen mektuplar, kartlar,
Her gece görüp de sana anlatamadığım düşler,
Beni sana getirmeyen trenler…
Ve kuşlar, kuşlarım,
Susan uçurtmaları mutluluğumun,
Konuşamadıklarım kadar,
Anlatamadıklarım kadar,
Yazmalıyım sözcükleri,
Kuşları, trenleri…
Ah postaneler sevgilimdi,
Yorgunluğum kadar.
Suskunluğum kadar.
Katar, katar…
Bindiğimiz araba bizi sonsuza dek götürecekti sanki… Yoktan var etmiştik bir mucizeyi. Arabayı kullanan adam kimdi, şimdi anımsamıyorum ne adını, ne yüzünü, ne de ellerini. Biz arka koltuktaydık, ikimiz. Yanından ayıramazdım yüreğimi. Ön koltuklarda ya da yanında olamadığım bir yerde oturamazdım. Arabayı kullanan kadın kimdi, şimdi anımsamıyorum ne saçlarını, ne giysilerini, ne de aynadan bize bakan gözlerini… Parmakları kalmış hatırımda en çok. Boynuma dokunan, dokunduğu yeri yakan o canım parmakları kalmış en çok o geceden geriye… Bir de yıllardır soğumayan bir ölü beden. Bir değil, iki ölü beden…
Orada kaldım ben, hâlâ oradayım.
Parmaklarının boynuma dokunduğu andayım.
Kızgın tava sapı, bir anten demiri
Bir asansör düğmesi ya da
Yeter ki parmaklarının ucunda olayım.
Aynı anda telefon kablosunda sallanmaktayım.
Ahizenin bir ucu senin elinde nasıl olsa,
Ne önemi var ben tellere asılı kalmışım,
Bir anda uçup sarmaşığın oradaki
Büyük duvar saatinin yelkovanına
konuyorum, konuyorum, konuyorum.
O hiç görmediğim evde, orada seni
bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum.
Dönüşmüşüm sarı bir saç teline de
Bağıra çağıra düşüyorum omzuna…
Seni bulmam
Romeo´nun uyanıp da,
Juliet´i hayatta bulmasının imkânsızlığıydı.
Su yangını çıktı dün gece İstanbul´da.
İstanbul muydu, Ankara mı, Londra mı yoksa?
Dudaklarım kanadı.
öptüm, öptüm, öptüm…
Ve okşadım seni ya,
Parmaklarım kırıldı.
Göğsünün üzerinde kaldı başım, orada.
En güzel uykumdu göğsünde bıraktığım,
Yüzüne doğru ağır ağır açılan gözlerim,
Gözlerim ve senin gözlerin,
Ve sonra yeniden uyumak…
O en derin…
O arabaya binene kadar neler yaşamıştı yaslı yüreklerimiz? Ne kadar da kolay inciniyor ve ne kadar zor anlaşıyorduk. Bütün olanlardan sonra birbirimize rastladığımıza, milyarlarda bir olan olasılığımıza hayret ediyor, yüreğimizi diğerinin yanından hiç ayırmıyorduk. Ben onu beklerken limanda iskelede, her geleni karşıdan ona benzetiyor, tüm yüzlerde onu görüyordum... O şapkamdan tanımıştı heyecanlı başımı onca baş içinde. Dakika, dakika saydığımız ayrılık günleri bitmişti nihayet. Bir araba alacaktı bizi buralardan ve bir daha dönmeyecektik. Evimiz bizi bekliyordu. Kâbuslu geceler onun uykularında son buluyordu. Dönüşsüz bir yolculuğa çıkılacağını kimseler bilemezdi. Ölümden kurtarmıştık birbirimizi ya, bir daha asla ölmeyecektik.
O zamanlar, Venedik sular altında kalmamıştı daha. İnsanlar bitkisiz ve hayvansız yaşanılan günlere gelmemişlerdi henüz. Toprak altında kızgın lavlar, onca yüzyılın birikmiş kiniyle sarmamışlardı yeryüzünü. Biz ayrılmamıştık daha… Dünyanın sonu gelmemişti henüz… Yerküre yarılıp, dağılmamıştık evrene…
Sevmiyor, ibadet ediyorduk biz. Dualarımız şiirsel. Her gece aynı saatte okunan… Ama son okuduğumuz şiiri silmiş beynim kayıtlardan. Ellerle mi, sevgiyle mi, yolculukla mı ilgiliydi yoksa? O geceden hatırımda kalan ikinci şey giden arabanın camından görünen bir kule… Parmakların ve göğe yükselen kule… Kız kulesi miydi, Rapunzel kulesi mi, Eros´un ki miydi yoksa? Dünyanın ve sonsuzluğun bütün kuleleriyle bir olmuş parmakları ve yüzünün ayva tüylerine dokunan benim kendi parmaklarım. Arabanın camında bir kule görmüş müydüm? Yoksa gözlerim böyle bir şeyi uyduruyor muydu? Ya da gördüğüm Ganita mıydı? Onu sevdiğim yer. Evet, Ganita mıydı? Bütün masal kulelerinden ve Ganita´dan şimdi boşluğa el sallamaktayım…
Burada kaldım ben, buradayım Trabzon´da. İstanbul´da mı, Paris´te mi, yoksa Moskova´da mıyım?
Ve şunu unutma:
Onu
hiç durmaksızın seyredebileceğimi bilsem ruhunun gezindiği odaların duvarlarına dönüşmeye bile razıyım!
O zamanlar daha somut düşler kurduğum zamanlardı. Bir yağmur olup tüm barajlara karışmak isterdim. İçtiği su olacaktım ya hani? Onda olmanın, o olmanın başka yolu yok sanırdım. Metamorfoz hayallerim bununla sınırlıydı. Dönüşüm böyle olur der, hayallerimi beyaz sayfalara anlatırdım. Ona dönüşmek, o olmak için beynimden, bedenimden, ruhumdan vazgeçmeye hazırdım. O zamanlar, şimdiki gibi gerçekten o olamadığım zamanlardı.
Saatler durmamıştı daha.
Kızaran topraklar gökyüzünün sularıyla birleşmemişlerdi henüz.
Yerküre yarılıp, kaybolmamıştık evrende daha…
Ne içinde onun olmadığı bir yeri düşleyebilirdim ben, ne de o düşünebilirdi bensiz yaşamayı yıldızlarda. Birbirimizin kemiklerinden biri olmaktı tek istediğimiz… Yaşamak ve sonlanmak, parmaklarımızın ucunda…
Sürekli bir yolculuktu yaşadığımız… Kentler ve düşler arasında. Bütün terminaller, garlar ve havaalanları ezberlemişti adımızı. Toprak, deniz ve gökyüzü resmimizi çizerdi rota diye kaptanlara… Postaneleri severdik en çok. Ve postacıları… Telefon tellerine, mektup pullarına şiirler yazdırmıştık sesimizden… İşte beklediğimiz araba gelmiş ve bizi almıştı sonunda. Limana gidecektik. Oradan da bizi şehrimize götürmek için bekleyen gemiye binecektik. Yolculuklar yalnız içimize yapılacaktı bundan sonra. Arabayı kullanan kimdi? İstanbul´da mıydık, Venedik´te mi, Kahire´de mi yoksa?
Biz mi güneşin etrafında dönüyorduk, güneş mi bizimle dans ediyordu? Uzun, uzak yıldızlarda olan hangimizdi şimdi? Tanıdığımız bir evrende mi yaşandı tüm bunlar yoksa keşfedilmemiş sonsuzluğun karanlığında mı?
Onu sol gözümün altındaki kırışıklığa gömüyorum.
Ben nasılsa oradayım hâlâ…
Yüreğimse kırık…
Bir fay hattında…
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.