Yazılar
Türkiye'nin Mozart'ta kaçırdığı 250. yıl fırsatıSayı: - 20.04.2006
Mozart'ın 250. doğum yıldönümünde, Türkçe'de yazılmış ilk Mozart biyografisinin yazarı müzisyen Aydın Büke ile, bir başka müzisyen, Mustafa Tınç, Popüler Tarih için geniş bir söyleşi yaptı...
Türkçe düşünülmüş, Türkçe yazılmış ilk Mozart biyografisinin yazarı Aydın Büke, Türk motiflerinin Mozart üzerindeki etkisini değerlendirirken, Mozart'ın 250. yılı bağlamında, Türkiye'nin büyük bir fırsat kaçırdığını vurguluyor...
Bir müzik dehası 250 yıldır kendini, düşünce ve duygularını bize müzik aracılığıyla anlatıyor ve biz onu dinlemekten hiç mi hiç sıkılmadık! Müzisyen ve müzik yazarı Aydın Büke, 'Mozart / Bir Yaşamöyküsü' adlı son kitabında (Dünya Kitapları, Müzik Kitaplığı Dizisi, Ocak 2006), bize bu dehanın hayatındaki renkleri ve figürleri, en ince ayrıntılarına kadar aktarıyor.
Biz de Aydın Büke ile buluştuk ve hem Mozart'ı, hem kitabı, hem de müzik tarihi açısından, Mozart'ın yaşadığı dönemin özelliklerini konuştuk.
- Mozart'ın yaşamöyküsünde, ölüm nedenine, cenaze törenine ilişkin kimi soru işaretleri, boşluklar var. Siz bir biyografi yazarı olarak kitabınızda bu boşlukları nasıl doldurdunuz?Aslında diğer bestecilerle karşılaştırıldığı zaman, Mozart'ın yaşamıyla ilgili olarak, elimizdeki mektuplar sayesinde, diğer bestecilerin hayatı hakkında bildiklerimizden çok daha fazla şey biliyoruz, yakın çevresi veya cenaze töreni ile ilgili bilinmeyen yön ise, çok azdır.
Ancak üzerinde fikir birliğine varılamayan, boşluk olarak kalan nokta, Mozart'ın ölüm nedenidir. Resmî ölüm raporunda, yüksek ateşe bağlı bir komplikasyon deniyor; ama işte tam da bu noktada, ispat edilmeye çalışılan nokta, -ki böyle bir ispat gerçekleşirse, büyük bir sansasyon olur- Mozart'ın zehirlendiği varsayımıdır...
Bunun dışında, aşağı yukarı 1783-84 yılları arasında Mozart'ın babasının, Leopold Mozart'ın gönderdiği mektuplar kayıp...
- Bu mektupların kaybolmalarının nedeni belli mi?Nedeni belli değil; fakat daha sonra, bu mektupların, eşi Constanze tarafından ortadan kaldırılmış olması, ihtimal dahilindedir... Çünkü Mozart'ın ilk kapsamlı biyografisi, Constanze'nin ikinci eşi Georg Nikolaus von Nissen tarafından kaleme alınıyor; bu da tabiî ki, doğal olarak Constanze'nin yönlendirmesiyle oluyor.
Ayrıca Nissen ve Constanze, 1800'lerin başında Salzburg'a yerleşmelerinin ve Nissen'in kendini tamamen Mozart'ın biyografisini yazmaya adaması sonrasında, Mozart'ın ablasındaki mektupları da alıyorlar. Ancak bu ilk biyografinin şeklini, esas olarak Constanze yönlendiriyor.
Bugün Mozart'ın yaşamındaki karanlık noktalardan hangisinin aydınlatılamadığına bakacak olursak, aslında sadece 'ölüm nedeninin' belirsiz olduğunu görüyoruz.
Cesedin kayıp olması ve isimsiz bir mezara gömülmüş olması, esasında, dönemin imparatoru II. Joseph'in uygulamaya koyduğu kurallarla ilgili bir durum: 10-15 yıl kadar süren bu kurallar doğrultusunda, Viyana'da veba ve diğer bulaşıcı hastalıklara karşı hijyen amaçlı olarak büyük çukurlar açılıyor ve o çukurlar kireçle kapatılıyordu.
Ancak bir takım soylu aileler cenazelerini takip edip işaretleyebiliyorlardı. Burada Mozart'ın eşi Constanze'nin kusuru, 10-15 yıl, mezarla ilgilenmemesiydi.
Halbuki Constanze, Mozart öldükten bir süre sonra, Mozart'ın mezarıyla ilgilenseydi, mezarın başına bir taş koyabilir ve yerini belli edebilirdi. Constanze, 15 yıl sonra mezarın yerini bulmaya çalışıyor; ancak görevlilerin hepsi öldüğü için, bir sonuca ulaşamıyor.
- Mozart'ın zehirlenmiş olabileceği düşüncesi nasıl ortaya çıkıyor?..O dönemde, Constanze'nin tanıklığından yola çıkılarak aktarıla gelen bir söylenceye göre; Mozart, kendisine bir 'requiem' siparişi verildiğinden ve bu requiem de, onun kendi ölümünü temsil eden bir eser olduğundan, zehirlendiğinden ve yakın zamanda öleceğinden bahsediyor.
Ancak Mozart'ın dile getirdiği varsayılan bu sözlerin kaynağı, büyük bir ihtimalle, onun o dönemdeki hastalığının etkisiyle ortaya çıkmış olabilecek halüsinasyonlar…
1820'lerin sonunda, bir İngiliz çift, Mozart'a ilişkin bir gezi notları kitabı yayımlıyor ve bu kitapta, Mozart'ın ikinci oğlu Wolfgang Xaver Mozart'ın, babasının Salieri tarafından zehirlenmiş olduğunu söylediğini belirtiyor. Fakat o yıllarda, çok küçük olan Xaver Mozart'ın, bu sözleri annesi Constanze'nin etkisinde söylemiş olması olasılığı çok büyük…
- Requiem'in öyküsünün izini sürdürürsek…Bir dönem için, 'Requiem' üzerinde bir sır perdesinin kalması, Contanze'nin işini kolaylaştıracağı için, eserin kim tarafından sipariş edildiğini açıklamıyor Constanze…
Bu ayrıntıların hepsi kitapta var; aslında bugün her şey biliniyor, Viyana yakınlarında oturan kont Franz von Walsegg'in ilginç bir alışkanlığı var: Kont, dönemin ünlü bestecilerine eser siparişleri veriyor, bu eserleri kendi el yazısıyla tekrar kopya ediyor ve özel günlerde, özel gecelerde, bu eserleri kendisine ait imiş gibi, seslendirtiyor. Bestecilerin çoğu bunu biliyor; fakat kont iyi para ödediği için, kimse sesini çıkartmıyor. Benim fikrim, Mozart ve Constanze, Requiem'i kimin sipariş ettiğini biliyorlardı. Zaten Mozart'ın ölmeden önce son zamanlarda, sıkıştığında borç aldığı ve mason locasından 'biraderi' olan Michael Puchberg'in ev sahibi, Requiem'i sipariş eden kont von Walsegg'dir.
Bence Mozart, Requiem'i kimin sipariş ettiğini biliyor fakat hiçbir zaman kendi eseri olarak görülmeyeceğini düşündüğü için, fazla ortaya çıkartmak istemiyordu. Ama buradaki sorun, Requiem yarım kaldığı için, eser bitiminde ödenmesi planlanan 200 guldendi.
Constanze, o aralar çok ihtiyaç duyduğu bu 200 guldeni alabilmek ve Mozart'ın tamamlayamadığı bu eserin sonlandırılmasını sağlamak için, Mozart'ın öğrencilerinden Franz Xaver SuBmayr'ın yardımına başvurur.
Ancak Constanze bu eseri konta gönderdikten sonra, sağda solda, Requiem'i Mozart'ın anısına çaldırmaya ve bu eserin gerçek sahibinin Mozart olduğunu vurgulamaya başlar.
-Constanze'nin, Mozart'ın yaşamının bugünlere aktarılmasında epey rolü var…Tabii. Önceden de anlattığım gibi, bin sayfayı aşan ilk Mozart biyografisinin yazarı ve Constanze'nin ikinci eşi Georg Nikolaus von Nissen de, 1826'da kitabını tamamlamadan hayata gözlerini yumuyor.
Biyografiyi Constanze tamamlıyor. Kitap 1827'de piyasaya çıkıyor.
- Eşi Constanze, Mozart'ı mutlu edebiliyor muydu?Bence, Mozart mutlu bir yaşam sürdü; 30 yılı aşkın bir meslek yaşantısı oldu, beş yaşından hayatının sonuna kadar... Karısıyla da çok mutluydu; onu çok seviyordu. Her yönden Mozart'ı tatmin ediyordu Constanze; cinsel yönden, sosyal yönden.. Bestecilik hayatında, eşi Mozart'a büyük destek oluyordu.
Çocuklarını da çok seviyordu Mozart; iyi bir ailesi vardı. Parasını iyi idare edememiş olabilir, ama çok iyi paralar kazanmıştı; mutsuz olması için de hiçbir sebebi yoktu.
Yalnız olmaktan hiçbir zaman hoşlanmıyordu Mozart ve zaten pek de yalnız kalmadı hayatı boyunca... Mektuplarından anladığımız kadarıyla, yalnız yemek yemesi bile Mozart için dayanılmaz sıkıntılara yol açan bir şaşkınlık yaratırdı!
Eserlerini yazarken de, sessiz bir ortam aramıyor Mozart; biraz bizim Türk milletindeki, hep birlikte iş yapma mantığı gibi sanki...
Etrafında olaylar yaşanır, gürültü patırtı içinde tartışmalar yapılırken, Mozart rahat rahat müziğini yazabiliyor. Yaratma anında, insanlarla olmayı, etrafında sosyal bir takım hareketlenmeler yaşanmasını tercih ediyor Mozart.
- Mozart'ta biraz 'Akdenizlilik' var demek ki!..Eh, biraz var sanırım.
- Mozart, Türkiye'ye nasıl geldi? Osmanlı'dan günümüze, Mozart'ın Türkiye'deki kilometre taşları nelerdir?Aslında bunu ciddi bir araştırma yapmadan net olarak söyleyebilmek zor... Ama çok sesli batı müziğinin Osmanlı İmparatorluğu'na girişi, II. Mahmud'un Tanzimat Fermanı'ndan sonra, İstanbul'a davet edilen ünlü opera bestecisi Gaetano Donizetti'nin ağabeyi Guiseppe Donizetti -ki Donizetti Paşa'nın da 150. ölüm yılı, 2006 Şubat'ında anıldı- buraya geliyor ve İstanbul'da, yine dışarıdan gelen grupla çeşitli operalar sahneleniyor, değişik konserler düzenleniyor. İşte bu organizasyonlar arasında, Mozart'ın da eserlerinden bir kısmının sahnelenmiş olması ihtimali büyük...
Daha sonra Sofya'daki ataşe militerliği döneminde, Mustafa Kemal'in Tosca Operası'nı izlediğini ve çok beğendiğini biliyoruz. Ankara Konservatuvarı'ndaki deneme sahnesinde, Karl Eberd'in yönetiminde, Cemal Reşit Rey'in kurduğu Konservatuvar Orkestrası tarafından da Mozart'ın seslendirilmiş olma ihtimali kuvvetli...
Fakat Mozart'ın bu topraklarda ilk kez ne zaman çalındığını söylemek çok zor; ama şu anda da, en çok çalınan bestecilerden biri…
- Mozart'ın Türk motiflerine eğilimini nasıl değerlendiriyorsunuz? 1683'de, II. Viyana Kuşatması döneminde, Osmanlı imgesi ve mehter müziği, o dönemin batı müziği bestecilerini etkiliyor. Her şeyden önce, o mehter müziğindeki zengin davullar, ziller, değişik üflemeli çalgılar, tüm bestecileri etkiliyor.
Aslında bu etkileşim Haçlı seferlerine kadar dayanıyor. Bu etkileşimi biz, Mozart'ın müziğinde; bizim 'Türk Marşı' diye adlandırdığımız, piyano sonatının son bölümü, Rondo Alla'Turca, Saraydan Kız Kaçırma operası gibi müziklerinde görebiliyoruz.
Bence Mozart'ın 250. yılı bağlamında, Türkiye'nin kaçırdığı bir fırsattır bu, çünkü herkesçe bilindiği gibi, Saraydan Kız Kaçırma operasının konusu İstanbul'da geçer… Her ne kadar "Selim Paşa'nın konağında" geçse de olay, Avrupalı'nın gözünde, Topkapı Sarayı'dır orası… Bizim bu gerçekleri, bu gibi olayları, tarihimizi kullanıp uluslararası faaliyetlere dönüştürmemiz lâzım.
- Demek ki, kültürel açıdan bakıldığında, II. Viyana Kuşatması'nın 'başarılı' sonuçları da var!..Tabii, mesela Viyana'da hâlâ kahve yanında verilen 'kipfer' yani 'ay' denilen çörek, bizim bayraktaki hilalden esinlenmiş ay şeklindeki çörektir, ayçöreğidir... Kahve içme alışkanlığı da tamamen Türklerden geçmedir.
Aslında 'Doğu' bir şekilde Viyana'dan başlıyor, ya da Doğu'nun sınırı oraya kadar uzanıyor.
- Mozart'ın yaşamöyküsünü kalem alırken, döneminin siyasî ve kültürel arka planını da aktarmaya önem verdiniz anladığım kadarıyla...Sakin, çok büyük siyasî çalkantıların olmadığı; ama aynı zamanda, Avrupa ve dünya tarihini etkilemiş olan en büyük olayın gerçekleştiği bir dönem:
Mozart ölmeden iki yıl önce, 1789'da gerçekleşen Fransız İhtilâli söz konusu... Burjuvazinin idarede söz sahibi olması ve dolayısıyla, sanatta da söz sahibi olması gibi bir durum gerçekleşiyor... Soylu sınıfı, artık söz sahibi olmadığı bir çizgide...
Siyasî olaylar kalp krizi gibi bir anda gelmezler; Fransız İhtilâli gibi bir büyük toplumsal patlamanın öncesinde, büyük bir hazırlık dönemi yaşandı ve Mozart da, işte tam bu siyasî hazırlık döneminde yaşadı; fırtınadan önceki sessizlik içinde geçirdi hayatını...
O dönemde bu ihtilâlin hazırlanmasına temel yaratmış olan Aydınlanma Çağı'nda, Voltaire, Rousseau gibi düşünürlerin Mozart'ı etkilemiş olduğunu görüyoruz.
Babası Leopold Mozart, gerek Wolgang'ı gerek kızı Nanner'ı, hep bu Aydınlanma Çağı'nın ilerici fikirleri ve yöntemleri ile eğitiyor. Bence, zaten Mozart'ın Masonlarla olan ilişkisi de, sırf o 'Aydınlanma7 dönemi fikirlerinin bir devamı: 'Eşitlik', 'kardeşlik' gibi, Fransız Devrimi'nden sonra ortaya çıkacak olan fikirlerin, Masonlar tarafından da benimsenmiş olmasından dolayı ve 'bir yere ait olma' düşüncesinden dolayı Mozart, Mason locasına katılıyor bence...
- Leopold Mozart'ın yani Baba Mozart'ın Mason locasıyla ne gibi bir ilişkisi var?Esasında Leopold Mozart, Viyana'ya geldiği zaman, oğlu tarafından aynı Mason locasına üye yapılıyor. Mason olmak, o dönemlerde Viyana'da bir 'moda' bir 'statü'...
Daha önceki dönemin Viyana'sında ise, masonluk yasak altında... İmparatoriçe Maria Theresia, Masonluk karşıtı; ancak Mozart'ın dönemindeki II. Joseph mason düşmanı değil... Bu yüzden, o dönemde mason locaları bir serbestlik kazanıyor. Daha sonra tekrar yasaklanıyor ve bu nedenle de, 1827'de çıkan Nissen'in biyografisinde bunlardan bahsedilmiyor; çünkü artık o dönemde de, çok iyi gözle bakılmıyor Masonluk kurumuna...
- Mozart'ın Avrupa'sında, 18. Yüzyıl'ın ikinci yarısında, toplumlar müziği nasıl tüketiyorlardı; bu tüketimden sanatçı nasıl para kazanıyordu? 18. Yüzyıl'ın bütün bestecileri, yakınlardaki bir kilisede müzik eğitimi görüyorlar veya kilise ya da Saray'da yahut soyluların yanında, 'kadrolu', maaşlı müzisyenlik yapıyorlardı.
Mozart ise, farkında olmayarak, çok ciddi bir adım atıyor, belirli bir kadroya belirli bir işe sahip olmadan ve sadece kendi vereceği konserlerin gelirine, eser siparişlerine güvenerek Viyana'ya yerleşiyor; özel dersler veriyor, eserlerini bastırarak da para kazanıyor.
Bu durum, o döneme kadar denenmiş bir yöntem değil... Mozart bu adımı atıyor ve onun ardından, burjuva bir aileden gelen Beethoven de bu yola giriyor.
- Yazdığı operalar da Mozart'a maddî açıdan destek olmuştur tabii.Operalara, para ödeyen herkes girebiliyor; ama esas destek, Saray'dan veya soylulardan geliyor. Mozart operalarını daha çok halkın hoşuna giden konulardan oluşturuyor; 'Sihirli Flüt' operası gibi…
Operalardaki konuları daha çok burjuva sınıfı için seçiyor; fakat tabii, sanat gene de soyluların himayesinde, eser siparişlerini onlar veriyor, konserler onların saraylarında, şatolarında gerçekleştiriliyor ve müzisyenleri, hizmetkârlarından, uşaklarından ayrı tutmuyorlar!
İlginç olan nokta, esasında bu sanatçıların da kendilerini hizmetkârlardan farklı görmemeleri: Ne Mozart'ta, ne Bach'ta; 'ben sanatçıyım, farklıyım' ifadesi yok... Kendileri için kullandıkları sözcük, 'Musikus'. Bu Almanca sözcük, 'zanaatkâr müzisyen' anlamına geliyor.
'Zanaatkâr müzisyen' olmanın bir başka yönü de, bestecilerin kendilerinden istenen eserleri besteliyor olmaları; yani ilhamın bir anlamı olmuyor, çünkü o ilham doğrultusunda, kendi kafalarındaki müziği yazamıyorlar… Sipariş olmadan eser yazılmıyor.
Mozart'ın, babasına doğum günü için yazdığı 8 Kasım 1777 tarihli bir mektup vardır; şunları söyler:
"Duygularımı şiirle aktaramam, şair değilim; kendimi gölgeler ve ışıkla ifade edemem, ressam değilim; düşüncelerimi hareketlerle de açıklayamam, dansçı değilim. Ama bunların hepsini seslerle yapabilirim. Ben bir müzisyenim."
('Mozart / Bir Yaşamöyküsü', sayfa 121)
İşte burada, "Ben bir müzisyenim / ich bin ein musikus" der. Esasında, Mozart bu son cümleyi söylemeden önce, çok güzel ifadeler kullanıyor ve bunların hepsini seslerle yapabilirim ben diyor, yani kendi gücünün farkında; onun zanaatkârlığı Bach'taki kadar değil.
Bach için, kendisinin iyi bir marangozdan, iyi bir fırıncıdan çok da fazla farkı yok; kendi elindeki altın bileziği, mesleği ne ise, onu en iyi şekilde yapmaya çalışıyor ancak Mozart kendi ifade gücünün diğer mesleklerden daha farklı olduğunun farkına varmış ancak zanaatkar hali hala devam ediyor.
Ancak Fransız ihtilalinden sonra, saltanat yıkıldıktan sonra Beethoven "siz soyluysanız ben sanatçıyım, ben Beethoven'im sizden daha üstünüm" diyebiliyor. Burada tabiî ki Beethoven'ın hırçın karakterinin etkisi var ama elli yıl önce Beethoven böyle bir şey söyleyemez, çünkü öyle bir kavram yok, olmayan bir kavramı dile getiremez.
- Sizin kitabınız, Türkçe'de yazılmış ilk Mozart biyografisi özelliğini de taşıyor sanırım.Evet; bu kitap Türkçe yazılmış, Türkçe düşünülmüş ilk Mozart biyografisi. Mozart Türkiye'de çağının diğer bestecilerine oranla, biraz daha fazla bilindiği ve tanındığı için, ben burada daha genel bir okuyucu kitlesini hedef aldım; müzikal analize ve incelemeye girmedim. Eserlerden bahsetmek gerektiğinde, çok genel bilgiler kullanarak yaşamöyküsündeki akıcılığı bozmamaya gayret ettim.
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.