Yazılar
Kalbim Bu Aşka KandıSayı: - 03.05.2006
Altmışlı yılların başı. Dönemimin ünlü kulübü Çayhane'de on yedi, on sekiz yaşlarında, kumral, zarif, güzel mi güzel bir genç kız sahneye çağrılır. Heyecandan yüzü kulaklarına kadar kızaran bu genç kız, neredeyse arkadaşları tarafından arkadan itilerek sahneye çıkartılır. Oysa o, Çayhane'nin gündüz matinelerine okulu kırarak, sadece dans etmek ve eğlenmek için gitmektedir.
Kim bilir, belki de hissetmiştir bir gün o sahnede şarkı söyleyeceğini. Zaten öylesine sever ki şarkı söylemeyi; hele de
Ayten Alpman'ı.
Alpman onun idolüdür. Başka da örnek alınacak pek kimse yoktur ona göre Türkiye'de. Gerçi
Sevinç Tevs de vardır ama onun şarkılarına yaşı itibariyle yetişememiştir. Bir de
Rüçhan Çamay vardır, o kadar. Ancak o en çok
Ayten Alpman'dan etkilenir. Onun söylediği her şarkıyı ezberler. Ayna karşısında, elinde her şarkıcının küçükken kullandığı o ilk mikrofonla, yani saç fırçasıyla şarkılar söyler, dans eder. Şarkıların büyüsüne kapılmıştır bir kez. Amerikan pazarlarından plaklar satın alır, o yılların popüler şarkılarını, ama yanlış ama doğru, İngilizce şarkıları kelime kelime ezberler. Onbeş, onaltı şarkı vardır repertuarında.
Caz söylemenin oldukça prestijli olduğu yıllardır.
Ayten Alpman ve diğer şarkıcılar da caz söyler söylemesine ama, caz müzik de son demlerini yaşamaktadır. Yine de batı müziğine karşı büyük hayranlığın olduğu yıllardır. Şarklı olmanın getirdiği gizli bir eziklik söz konusuydu, belki de çağdaşlaşmanın anahtarı olarak görülüyordu batılılar gibi davranmak. Öyle ki,
Ayten Alpman'ın deyimiyle, Türkçe sözlü şarkı söylemek o dönemler ayıptı. Çarpık bir çağdaşlaşmanın belirtisi ya da modern bir ülke olma isteğinin ilk zamanlardaki bocalaması diyelim buna. Elbette kısa bir süre sonra herkes yüzünü aranjmanlara çevirecektir. Yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılmaya başlanmış,
Ayten Alpman bile Türkçe sözlü şarkılar söylemek zorunda kalmıştır.
Derken beklenen an gelir.
İlhan Feyman orkestrası tarafından sahneye çağrılır bu ince, zarif genç kız. Arkadaşlarının gizlice orkestraya adını verip sahneye çağırttığı bu kişi
Gönül Turgut'tan başkası değildir. Rüyaları gerçek olmuştur! Bütün tecrübesizliğine karşın, titreyerek şarkısını söyler. Aynaların önünde başını döndüren bu şarkılar ve müziğin coşkusu sarar bedenini. Bir yandan da olanlara inanamaz, "
Bu ne cesaret," diye söylenir durur kendi kendine. Hâlâ o günlerden söz ederken "
Nasıl bir cesaretti beni oraya çıkaran, hiçbir şey bilmeden, kulaktan dolma şeylerle şarkı söylemek nasıl bir cesaretti?.." diyordu. Elbette o dönemin bütün şarkıcıları el yordamıyla öğrenmişler şarkı söylemesini. Henüz müziğin sektörleşmediği, tek kanallı kayıtların yapıldığı, sadece bir okumayla, hatta prova esnasında şarkıların plağa kaydedildiği bir dönem. Her şeyin çok zor, olanakların kısıtlı olduğu bu dönemde, genç bir kızın şarkı söylemek istemesi, yanında kimse olmadan, savunmasız bir şekilde bu camiaya girmesi, kendini koruması hiç de kolay değildir.
Sonuçta
Gönül Turgut sahnededir. Herkes tarafından çok beğenilir. Meşhur
Ayten Alpman ve
İlham Gencer çiftinin açtığı Çatı'nın alt katında, Çayhane'de şarkı söylemeye başlayan
Turgut, uzun yıllar burada çalışır. Bu arada Çayhane'nin adı değişmiş, As Klüp olmuştur.
Kanat Gür orkestrası ile çalışır. Sonra
Doruk Onatkut orkestrası ve
Tülay German'la aynı sahneyi paylaşır.
Buruktur sesi, hüzünlü ve pusludur. Yorumu, aynı
Ayten Alpman gibi serttir. Aşk şarkıları okur. Şarkıları balad tadındadır.
Şarkı söylemek ruh işidir ona göre. Dolayısıyla inanmadığı, gönlünü vermediği hiçbir şarkıyı okumaz. Yaşamdaki duruşunu da aynı inatla korur. Aklına koyduğu her şeyi yapar. Ama yürekten inanmadığıı hiçbir şeyi, hiç kimse yaptıramaz ona. Duygusaldır, ama mantığı da hiç elden bırakmaz. Kadınlarda varolan "yere sağlam basma" arzusu, onda çok baskındır. Öyle ki, Hilton'da şarkı söylerken, onu dinleyen dünyaca ünlü Fransız şarkıcı
Charles Aznavour (Şarl Aznavur)'un başını döndürür.
Aznavur müzikal yaşamını Fransa'da sürdürmesi konusunda ısrar etse de,
Turgut bunu kabul etmez, korkar. Dışarıdaki dünya ürkütür onu,
Şarl Aznavur da! Gitse, belki çok ünlü bir şarkıcı olacaktı, belki de
Şarl Aznavur onu hayal kırıklığına uğratacaktı, bilemiyordu ki! Kimse yoktu arkasında. Güvendiği, inandığı sağlam biri, kötü bir şey olduğunda çağırabileceği biri olsaydı… belki deneyebilirdi bu fırsatı. Ancak o gencecik bir fidandı. Ne yapardı bir başına Fransa'da.
Gönül Turgut düşünür, taşınır; hangisinin bedelini ödemek daha ağır gelir insana? Kendimi frenlemenin bedelini öderim, ama diğerinin bedelini ödeyemem, der.
Aslında
Gönül Turgut yaşamı boyunca her zaman, hatta evlenirken bile aynı mantıkla hareket etti.
Mehmet Üstünkaya ile yetmişlere doğru evlenen
Gönül Turgut, o zamanlar bile aşka inanmıyordu. Dolayısıyla büyük bir aşk yüzünden evlenmedi. Tıpkı "
Sevmem Sevmem" adlı şarkısında söylediği gibi "
Sevmem sevmem, çünkü aşkı tanıdım ben…" dedi. O şarkıya ve ona göre aşk hep hayaldir, masaldır. Aşk uysalca gelir, sonra delirtir. Bunu bildiği için gardını aldı hep. Mantık evliliği yaptı. Arkasında bir güç olsun istedi. Kocası verdiği sözü tutacak, onu müzikten koparmayacak, hatta destekleyecek sandı. Ancak verilen sözler tutulmadı.
Kısa bir süre sonra hamile kaldı
Gönül Turgut. Zaten kocasının daha önceki evliliğinden de bir çocuğu vardı. İki çocuk ve huysuz bir koca… Sonra hüsran. Mücadele etmek istemedi açıkçası, belki de istedi ama, sonuçsuz kalacağını bildiği için denemedi bunu. Yine mantıklı davrandı, duygularını bastırdı. Kendini frenlemenin bedelini ödedi, ama gitmenin bedelini göze alamadı. Şimdiki aklı olsaydı, ah bir olsaydı, şu anki bilgisi ve donanımı olsaydı, ne yapar eder söylerdi şarkılarını, mücadele ederdi.
Ancak çok geçtir artık, çünkü ses bir daha geriye dönmez. Sesin bir günü bir seneye bedeldir. Çalışmak, sesi korumak, güçlendirmek gerekir. Oysa o otuzbeş senedir şarkı söylemiyordur. O yüzden de gelen hiçbir teklifi kabul etmez.
Sekiz yıl kadar sahnede kalır
Gönül Turgut. "
Birazcık Yüz Ver", "
Vazgeçtim Bu Aşktan", "
Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak", "
Telefondayım Yine", "
Aşk Hırsız", "
Aşkı Sende Buldum" gibi unutulmaz şarkıları seslendiren
Gönül Turgut'un içinde elbette bir çok yara kalmış. Bunlardan biri de
Ali İzzet'in "
Mühür Gözlüm" adlı türküsünü plağa okuyamaması. Çok sevmiş o türküyü, ilk defa da türkü formunda bir şarkı söylemiş ve etkilenmiş bu şarkıdan. Ancak
Fecri Ebcioğlu izin vermemiş plağa okumasına. Okuyamamış, vazgeçmiş bu aşktan. Tıpkı diğer aşklarından vazgeçtiği gibi. Ancak şimdi çok mutlu, ya da huzurlu diyelim. Evlilik bitince huzuru bulduğunu söylüyor. Yalnızlık iyidir, diyor. Ama yine de kapısını kilitlemeden oturamıyor evinde. Yanından ayrılırken, içerden kilitlediği kapıyı anahtarla açıyor, "yalnızlıktan," diyor, kilit yuvasında dönüyor. Arkamda onu bırakıp giderken, odadaki pikaptan yayılan buruk bir ses, "
Hatıralar gelip geçer, geriye kalan yaşlı yıllar…" diye taşıyor sokağa…
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.