ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1959
Şu an 79 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Neden Alkışlayalım?Sayı: - 15.05.2006


Bilindiği gibi konser sırasında, "eserlerin bölüm aralarında alkışlamamak", klasik müziğin yazılı olmayan kurallarındandır. Alkışlayan, üzerine çevrilmiş bakışlardan rahatsız olur, kimi kez utancından yerin dibine geçer. Hatta aldığı olumsuz tepkiler yüzünden müziğe küsüp, o tarihten sonra salonların önünden bile geçmeyen insan örneklerine rastlarız.

The New Yorker dergisi müzik eleştirmeni Alex Ross, 20. yüzyılın başlarına gelene değin konser salonlarının ayrılmaz bir parçası sayılan, "eserlerin bölüm aralarında hatta kadanslardan sonra alkışlama" geleneğinin, geçen yüzyılda "kraldan çok kralcı" hale gelen konser izleyicileri tarafından nasıl rafa kaldırıldığını ve yerine ikame edilen "tavizsiz sessizliğin" canlı konserin varoluş amacına nasıl da ters düştüğünü, müzik tarihinden seçtiği örneklerle anlatıyor.

Bu yazıda, senfonilerin ve konçertoların bölüm aralarında yapılan alkışların tarihi hakkında keşfedebildiğim her şeyi bulabileceksiniz: internet günlüğümü çılgın bir yaban otu gibi bürümüş olan ve şimdi aralarına Brahms serpiştirmek istediğim bir konu bu. Eminim bir yerlerde bu konu üzerine hararetli bır çalışma yapmış olan bir müzikolog vardır. Leon Botstein'ın heyecanla beklenen kitabı. Dinlemenin Tarihi, büyük ihtimalle bu konuda daha fazla bilgi sunacaktır. Aşağıda, kütüphanelerden bulup çıkardığım bazı eski bilgiler ile yenilerini bir araya getirdim. Bernard Sherman beni gerekli kaynaklara yönlendirme konusunda çok yardımcı oldu. Yazı iflah olmaz derecede canı sıkılan okuyucular dışında herhalde kimsenin ilgisini sonuna dek canlı tutamayacağı kadar uzun bir yazı oldu. Artık tehlikeye göğüs gerip batağa dalması sizden.

Özetlemek gerekirse: Yirminci yüzyılın başlarına dek. bölümler arasında ve hatta bölümler boyunca alkış, bilgili ve takdir eden dinleyicinin işaretiydi, bilgisiz olanın değil. Büyük bestecilerin biyografileri, şu anda vahşice uygunsuz kaçacak alkışlara dair mutlulukla verilen haberlerle doludur. İşte, Mozart'ın 1778"de babasına yazdığı mektup:

"Sıra, birinci Allegro'nun tam ortasında, memnuniyet yaratacağını bildiğim pasaja geldi ve dinleyicilerin tamamı müthiş bir coşkuya kapıldı -koca bir alkış koptu- pasajı yazarken nasıl iyi bir etki yaratacağını bildiğimden bölümün sonuna yeniden koymuştum - ve işte tam da beklediğim oldu: Da capo (bir daha) çığlıkları. Andante de aynı şekilde memnuniyet uyandırdı ama özellikle son Allegro çok beğenildi -çünkü burada son Allegroların ilk Allegrolar gibi, yani tüm enstrümanların çoğunlukla birlikte çalınmasıyla başladığını duymuştum; o yüzden bölüme sadece sekiz ölçü devam eden 2 yumuşak keman ile başladım - ardından aniden bir forte geliyor - o ara tıpkı tahmin ettiğim gibi sakin giriş yüzünden dinleyiciler birbirlerini susturmuştu, derken forte girdi - şöyle diyeyim, duymaları ile alkışlamaları bir oldu. Öyle mutlu oldum ki, Sinfonie'den hemen sonra Patais Royale 'ye gittim - bir dondurma aldım ve önceden söz verdiğim gibi tespih çekip dua okudum - sonra da eve döndüm, [Şüphesiz, Wolfie, şüphesiz. Robert Spaethling'den, Mozart's Letters, Mozart's Life/Mozart'ın Mektupları, Mozart'ın Yaşamı, s. 160.}"

Brahms, 1859'daki Birinci Piyano Konçertosu'nun başarısız prömiyerinde alkış olmayışına kederlenmişti: "Birinci ve ikinci bölüm herhangi bir tepki olmaksızın dinlendi. En sonda Üç çift el alkışa yeltendi ama dört bir yandan gelen gayet belirgin şşşt sesleri bu tepkileri bastırdı. " Hans von Bülow master derslerinde tavsiyede bulunuyor: "(imparator konçertosunun] açılış kadansı çok zordur; senza tempo demek katı bir şekilde ritim tutulmadan demek. Tamamı sabit bir tempo ile çalınmak. işte bu yüzden notaları ölçülere ayırın, göreceksiniz ki iki kat etki yaratacaksınız; ya da en azından ben, kadanstan sonra hep alkış almışımdır. " Bunun gibi örnekler devam ediyor: alkışlanan kadanslara, tekrarlanan bölümlere, tasdik etme ve etmeme çığlıklarına, vesaireye sayısız örnek mevcut.

Dönüşüm Bayreuth'ta başladı

Sanırım dinleyicideki büyük değişim Wagner'in 1882'de, Bayreuth'taki Parsifal performanslarının prömiyerinde başladı. Cosima Wagner'in günlüğünden alıntı: "İkinci perdeden sonra, fazla gürültü ve konuşma olunca R. balkona çıkıp, her ne kadar sanatçıları ve kendisi alkışlara çok memnun olsa da, etkiyi bozmamak için reverans yapmamaya karar verdiklerini, bu yüzden de 'tekrar sahneye çağrılma' olmayacağını söyledi... Performansın sonunda R. kendisini yanlış anlayıp sessiz kalan dinleyiciye bozuldu ve tekrar balkona çıkıp onlarla konuştu, alkışlar kopup dinleyici defalarca sahneye çağırınca R. perdenin önünde belirdi ve sanatçıları bir araya getirmeye çalıştığını ama henüz yarı giyinik olduklarını söyledi. Bu konuyu tartışarak geçen, eve dönüş yolculuğu oldukça can sıkıcıydı." İki gün sonra: "Birinci perdeden sonra saygılı bir sessizlik oldu ve güzel bir etki yarattı. Ama ikinci perdeden sonra alkışlayanlar yine bastırılınca, iş utanç verici bir hal aldı. " İki hafta sonra: "R. huzursuz bir gece geçirdi, öyle isteksiz ki, performansa katılmıyor bile, sadece aralarda görünüyor ve bir tek çiçek sahnesini dinliyor, çünkü bu performans onu hep kendine getiriyor. Bizim balkonumuzdan 'Bravo' diye sesleniyor ve susturuluyor."

1900'lere gelindiğinde halkın bir kısmı bazı eserlerin huşu dolu bir sessizlik içinde dinlenmesi gerektiği fikrini benimsemişti. Howard Shanet'in New York Filarmoni tarihçesinde alıntıladığı, Birinci Dünya Savaşı öncesinde, bir Britannica Ansiklopedisi makalesinde (s. 144) şöyle deniyor; "Kilisede alkışı yasaklayan hürmetkar anlayış, özellikle de Wagner'in Bayreuth performanslarının yarı-dinsel atmosferinin etkisiyle tiyatro ve konser salonlarına, da yayılmaya başladı. Almanya'da (örn. Berlin'deki saray tiyatroları) performans sırasında alkışlamak ve "perde inmeden tezahürat yapmak' resmi olarak yasaklandı ama orada bile bunun halkı aşan bir karar olduğu hissediliyor. " "Bayreuth sessizliği" - performans başlamadan önce etrafa yayılan sessizlik- dinleyici düzeyini gösteren bir standart haline geldi. Bayreuth idealini benimseyen destekçilerden biri - ki Wagner"in kendisinin desteklemediğini biliyoruz — genç Anton Webern'dİ. 1902 yılındaki "kutsal Bayreuth ziyaretine" adadığı bir günlüğüne şöyle yazmıştı: "Kalabalık henüz tapmağı terk etmemişti ki kıkırdamalar ve gevezelikler başlamış, herkes birbirinin gardırobuna dalıyor, sanki bizleri bu dünyadan alıp götüren bir şey deneyimlememişiz gibi davranıyordu. Sonra da! Yetmezmiş gibi bir de alkış vardı!"

Mahler alkışlanmaktan hoşlanırdı

"Alkış yasağından" sorumlu olan kişi. Webern'in kahramanı Gustav Mahler miydi? Toscanini gibi Mahler de gözde şarkıcıları alkış yağmuruna tutan ve performans akışını sürekli bölen "alkışçılara" karşıydı. Mahler, yozlaşmışlığa varan bu uygulamayı ortadan kaldırmak için çok çaba sarf etti ve hatta işi salonda gezinen dedektifler kiralama noktasına kadar götürdü. Ama belli ki Mahler senfonik performanslarda alkışa kızmazmış. Görünüşe göre kendisi 3. Senfoni'sinin 1902'deki Krefeld prömiyerinde her bölümün başında sıklaşarak gelen alkışlan gayet memnuniyetle karşılamış. (Richard Strauss birinci bölümden sonra gösterişli bir alkışla dinleyiciyi alkışlamaya yönlendirmiş) Kindertotenlieder'ın partisyonunda Mahler. parçanın bütünlüklü bir akışı olduğunu ve alkış ile bölünmemesi gerektiğini ilan eder; belli ki bölünmeyen bİr süreklilik kavramı onun ilgisini çekiyordu. Ama ne ben ne de birlikte araştırma yaptığım Barney Sherman onun konserlerde alkışları bastırdığına dair herhangi bir bilgi bulabildik. Akademisyen Harvey Sachs ve Mortimer Frank'in bana bildirdiğine göre. aynı şekilde, belli ki Toseanini de bu konuyla fazla ilgili değildi. NBC Senfoni yayınlarında, konçertoların birinci bölümlerinin sonunda alkış duyulur. Bu uygulama Toscanini'nin canını sıksaydı. hiç şüphesiz duyardık.
Stokowski! Ayağa kalk!

Peki o zaman suçlu kim? Barney Sherman gözlerimizin önünde öylece duran yanıtı verdi: Leopold Stokowski. Stokowski'nin müzik şovmeni, popülist vaiz. Deanna Durbin'in rol arkadaşı vs. gibi gayet hak ettiği unvanlarını düşününce bu, şaşırtıcı bir gelişme gibi gözüküyor. Ama 1920'lerin sonlarında Stokowski kendini, senfoni sırasındaki alkışların, konser deneyiminin ilahi niteliğini bozduğuna inandırmış ve dinleyicileri de bunu yapmamaya ikna etmeye çalışmakla meşguldü. Oliver Daniel'in Stokowskı: A Counterpoint of Viev adlı bıografisinden:

"Çaykovski'nin 8 Kasım 1929'dakı bir 4. Senfoni icrası sırasında "Pizzicato" bölümünden sonra dinleyici kendiliğinden bir alkış patlatınca Stoki döndü, sessiz olunması için bir işaret yaptı ve uyarılarının seyirciyi takdirinden dolayı azarlamak amaçlı olmadığını açıkladı. 'Ama' diye ekledi düşünceli düşünceli, 'birsüredir bu alkış konusuna. Karanlık Çağlar'in bu yadigarına, ilkel zamanlardaki dini ayin ya da danslı kutlamalara has bir geleneğin bu devamına kafa yormaktayım. Sezon sonuna doğru istek program kağıtları dağıtıldığında, alkış konusunda bir anket hazırlayıp sizlerden fikrinizi belirtmenizi isteyebilirim.' Ardından son bölümü yönetmeye devam etti ve dinleyiciler tavırlarını belirtmek istercesine yeniden coşkuyla alkışladılar, s. 278-79 "

Herbert Kupferberg'in, Those Fabulous Philadelphians/Şu Muhteşem Philadelphialılar'ında anlatıldığı gibi Stokowski o zamanlar daha da ileri giderek dinleyicilere alkışı tamamen terk etmelerini teklif etti:

"'Kutsal' müzik konserlerinde tasdikleme ya da tasdıklememe hareketinin yersiz olduğunu açıkladı: dinleyiciden tek beklenen ruhani bir sessizlik içinde dinlemeleri ve sonra da yenilenmiş ve güçlenmiş bir şekilde evlerine dön meleriydi. Bu teklifi öylesine yapmadı: 22 Kasım I929'da, Akademi'nin yeşil odasında gerçekten de, devrimci fikrini ilan etmek için 100 kadın ile gizli bir toplantı yaptı - tabii böyle bir şey ne kadar mümkünse. Haber nasıl olduysa basma sızdı ve basın, şık ve uyumlu krem, ten rengi ve kahverengi kıyafetler içindeki yakışıklı orkestra şefinin, kadınlar komitesine, gelecekteki tüm konserlerde alkışlarını tutmalarını istirham edişini neşeli bir kalemle anlattı. Ancak, 'Peki programlarınızı takdir ettiğimizi nasıl belli edeceğizi diye sordu şaşkınlığa uğramış bir hanım. Stokowsi-i'nin mavi gözleri uzaklara daldı. 'Bunun bir önemi yok' dedi. 'Güzel bir resim gördüğünüzde alkışlamıyorsunuz. Bir heykelin karşısında dururken, beğenince alkışlamıyor, beğenmediğinizde ıslıklamıyorsunuz.' Nihayetinde alkış sorunsalının, ancak tüm üyelerin oyu de karar almayı gerektirecek kadar önemli bir konu olduğuna karar verildi. Alkışlama hakkı, 710'a 199 oy ile kazandı. Büyük ihtimalle ıslıklama hakkı ela onunla birlikte onay almış oldu. s.78 "

Sakın Stokowski'nin bunu bir alçakgönüllülük ruhuyla yaptığını sanmayın. Kafasındaki konser, onun sahnelerin dehası rolünü pek gizleyecek cinsten değildi. Akademi'dekı kadınlar ile yaptığı bir başka toplantıda şöyle diyordu: "BirMüzik Tapınağı'na sahip olmak benim hayatımın hayalidir. Şu anda bile evimde böyle bir tapmağın tamamlanması için planlar yapıyorum. Orada dinleyicilerin her biri bölmeli koltuklarda tek başına oturacak. Kimse yanındakini görmeyecek... Müzik başlamadan önce ışıklar yavaşça karartılarak tüm tapınak zifiri karanlığa gömülecek ve dinleyici tam anlamıyla güzel bîr müzikle yıkanacak. (Kupferberg, s. 75). " Müzik Tapınağı fikrîni gerçekten de denedi ama görünüşe göre ortalığı öyle zifiri bir karanlık falan basmadı. Abram Chasins şöyle diyor: "Stokowskİ evin ışıklarının söndürülmesini emretti ve sadece orkestra standı üzerindeki küçücük ışıkların açık kalmasına izni verdi. Öte yandan dev bir spot ışığı alttan yukarı doğru orkestra şefinin üzerine yansıtılıyor ve onun hızla hareket eden, etkileyici parmaklarının ve ellerinin duvarlara ve sahne tavanına devasa gölgeler halinde yansımasını sağlıyordu. (Chasins, Leopold Stokowski, s. 104-5)"

"Bu anı alkışlarınızla kirletmeyin"

Orkestra şeflerinin dinleyicinin içinden gelen alkışları bastırmak istemeleri çok da şaşırtıcı değil. Alkıştan kaçınmak daha çok orkestra şefinin kişiliği üzerine odaklanmayı sağlar. Sessizlik, maestronun bizleri büyüleme gücünün bir ölçütüdür. Sonda kopan büyük alkış, şefin eserinin mimarı ustalığına, ya da her neyeyse, gönderilen bir selamdır. Oysa birinci bölümden ya da Scherzo'dan sonra gelen alkış büyük ihtimalle ya bir solistin başarılı çalışına, ya müzisyenlerin kolektif çabasına ya da müziğin kendisinden sirayet eden enerjiye karşılıktır. Belki bu şüpheci bir yaklaşım ama orkestra çalgıcıları bana bu konuda hak verebilir. Ayrıca ben yeni bir eğilimin de farkına vardım - Bruckner ya da Mahler'in büyük bir yapıtının sonunda kollarını on - on beş saniye kadar kıpırdatmadan duran "Düşünceli Ünlü Orkestra Şefleri". "Daha alkışlamayın!" diyor o dona kalmış kollar. "Bu anı kirletmeyin!" Eğer gerçekten harika bir performans getçekleştiyse, sessizliğin tadına varmak gerçekten de hoş. Ama eğer söz konusu vasat bir icraysa, o zaman o rahipvarı tavırlar yapmacık ve garip kaçıyor.

Kayda değer bir diğer faktör de alkış yok deneyinden sadece birkaç hafta önce Stokowski'nin bir senfoni konserinin ilk ticari radyo yayınını önermiş olmasıdır (6 Ekim, 1929). Program boyunca dinleyici nin alkışlayıp alkışlamadığını bilmiyorum; aslında bilmek ilginç olurdu. Dinleyicinin her birinin tek başına kozasına çekildiği bir Müzik Tapınağı kavramı, radyo ve kayıt endüstrisinin yaratma aşamasında olduğu, yeni bireysel dinleme tarzının bir yansımasıydı. Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi yakında The New Yorker'daki kösemde.

Phıadelphia'daki "oy"a bakılırsa, Stokowski'nin alkışa karşı başlattığı kampanyaya kısa zamanda tepkiler geldi. Besteci Daniel Grcgorv Mason. "Listen To This/Bunu Dinleyin" adlı makalemde alıntıladığım, 1931'de yayınlanan kitabı Tune İn America'da bu konuya tepkisini belirtti. Kimi zaman nahoş, kimi zaman da yapıcı bir polemikçi olan ve daha az geri kafalı bir konser deneyimini savunan Mason, farklı çocuk yetiştirme felsefeleri hakkında konuşarak dinleyici davranışı üzerine yeni bir sayfa açtı - "baskılayıcı metod" ve "sorumluluk veren metod". '"Sessizlik kampanyası", diyor. "İntikam dolu baskılayıcı metodu" temsil eder. "Bu metod dinleyiciyi sadece, sanatın sağlıklı gelişimi için çok Önemli olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz, sanatsal deneyime aktif katılımdan değil, aynı zamanda dikkati yoğunlaştırmanın ardından gelen psikolojik ve fiziksel rahatlamadan da mahrum bırakıyor. Stokowski ve başka birkaç orkestra şefinin bu aralar talep ettiği gibi. uzun bir senfoni boyunca, müziğe en ufak bir aleni tepki göstermeden oturmak, hem sanatsal coşkuya ket vurur hem de bedene, sinirlere ve zıhne zarar verir. Eroica'nın Cenaze Marşı'ndan sonra birisi Bay Stokowski'nin en azından bir düğmeye basıp dinleyiciyi (sessiz) bir ışıklı tabela ile uyarabileceği şeklinde bir öneride bulundu: "Şimdi de öbür bacağınızı bacak üstüne atın." (s.52)

Mason, piyanıst-orkestra şefi Ossip Gabrilowitsch'in farklı bir tavır alarak "Avrupa'nın güneyindeki, memnun olduğunda bağırıp, olmadığında da ıslık çalarak patates fırlatan ülkeleri" onayladığını belirtiyordu. Gabrilowitsch ayrıca: "Bilet almakla işinizin bittiğini sanmanız bir hatadır" da diyordu.

Mason şöyle devam ediyor: "Başka bir deyişle, müzikal sanat satın alınamaz ama ilgilenenler tarafından beraberlik içinde ve topluluk halinde yaratılmalıdır: bu, plutokratik ve kültürel çekingenliği olan Amerika'mız için kavranması zor bir gerçektir." Mason sayfayı, benim geçen yılkı bir yazımda alıntıladığım yaz stadyum konserleri ile ilgili keyifli anektodu ile kapatıyor. Bunlardan birinde bir broşür dağıtılmış: "Dinleyicinin minder fırlatmaktan kaçınmasını rica ediyoruz." Mason buna şöyle diyor, "işte size dinleyin! Amerikan müziğinin geleceği için minder atmosferi, görgü atmosferinden nasıl da daha fazla ümit vaat edin!" Bizler bu konuda uzun süredir tartışıyoruz.

Monteux durumdan muzdaripti

Alkış-yok kuralı öyle hemen yayılmadı. Bruno Walter, Anschluss'tan önceki son konserlerden biri olan. 1938'de, Viyana'da gerçekleşen Mahler'in 9. Senfoni'sini yönettiği sırada bu kural uygulamada değildi. Barney Sherman bana dinleyicinin, parçalarının bazı ya da tüm bölümlerinden sonra alkışladığını ve bu konserin ünlü albümünden gürültülerin sonradan çıkartıldığım vurguluyor. İşte var olan dinleyicilerin en "ciddilerinden biri. salondakileri çoğu Mahler'in efsanevi Viyana performanslarında bulunmuştu. Kimisi Malileri şahsen tanıyordu. Ama yine de Mahler'in bu en keskin ve ölüm-temalı eseri boyunca alkışlamışlardı. (Sherman bu bilgiyi, Fred Gais-berg'in Eylül 1944 tarihli Gramophone'da ki "Recording from Actual Performan-ces/Gerçek Performanslardan Kayıt" adlı makalesinin yeniden basımında, Dutton Laboratories tarafından yeniden basılan Walter kayıtlarıyla birlikte bulmuş.) 1950'lere kadar, Amerikan orkestral yayınlarında, aralıklı alkışları duymak mümkündü. Çok kibar bir okuyucu bana, Tossy Spi-vakovsky nin solistlik, Pierrc Monteux"nün da orkestra şefliği yaptığı Bartok'un 1. Keman Konçertosu'nun 1954 Boston Senfoni kaydını göndermiş. İlk bölümün sonunda içten bir alkış var ama ikinciden sonra yok. Terry Tcachout'un birkaç ay önce internet günlüğünde alıntıladığı gibi konserden beş yıl sonra tesadüfen şu açıklamayı yapan da Monteux idi: "Tüm ülkelerin dinleyicileri hakkında büyük bir şikayetim var ki o da. bölümler, konçerto ya da senfoni aralarındaki alkıstan yapmacık bir şekilde kaçınmalarıdır. Bu alışkanlığın ne -zaman başladığını bilmiyorum ama bunun bestecinin maksadına uymadığı kesin. "

Araştırmalarımdan edinebildiklerim bunlar. Kuralın, ellilerde ve altmışlarda nasıl ve neden evrenselleştığı ise henüz keşfedilemedi. Bu durum, büyük İhtimalle teknolojinin dinleme alışkanlıkları üzerindeki etkisi ile ilintiliydi: o yıllar, bölümler arasında kibar sessizlikler bırakılan plak yıllarıydı. Ayrıca klasik müziğin, 1930'lar ve 40'larda yaygın olan kitleler için, yani sıradan insan için müzik anlayışı yerine, tamamen "üst sınıfa" yönelik bir eğlence şekline dönüşmesiyle de yakından ilgiliydi. Bu konuyla ilgili sağlam bir müzikal neden ortaya koyamıyorum. Şimdiye kadar herhangi bir müzisyenin bölümler arasındaki alkışların konsantrasyonunu bozduğunu söylediğini duymadım. Örneğin piyanist Emma-nuel Ax, alkış olmamasının bazen kendisini rahatsız bile ettiğini söyler. Bir dinleyici olarak, değil duygusal etkisini hissedebilmeyi, müziği anlamama yardımcı olabilmesi için bile tam bir sessizliğe ihtiyaç duymam. Aksine o türden ağır bir sessizliği oldukça zorlama, huzursuzluk verici ve harta konçertoların büyük aralarının sonunda olduğunda tamamen anti-müzikal buluyorum, (Üç bin kişinin Carnegie Hall'da oturup, Çaykovski nin 1. Piyano Konçertosu'na, heyecan verici ve tutku dolu bir eğlence gibi değil de, Budist bir anıtı izletmiş gibi derin düşüncelere dalarak yaklaşması tam bir çılgınlık.

Katılımcı değil sadece "izleyici"

Müziği kusursuz bir sessizlik içinde yaşamak istesem, onu evimde dinlerim. Konser salonunda ise toplulukla yaşanacak bir deneyim arzularım ve alkışda diğer dinleyicilerin varlığını hissetmemin, aramızda ortak bir bağ oluşturmamızın bir yoludur benim için. Alkışın ve diğer heyecan gösterilerinin ortadan kaldırılmayı konserleri tek başına gerçekleştirilen, kişisel aktivitelere çeviriverir. Christophcr Small'un. modern klasik performans etrafında toplaşmiş tavırlara karşı zekice bir saldırı olan kitabı Musicking, bu konuda sivri fikirler beyan ediyor ve ben de yazıyı onunla bitiriyorum:

"Bu geceki performans süresince devam edecek olan sessizliğin [geçmiş dönemlerin dinleyici davranışlarından] farklı bir anlamı olacaktır. Performans süresince besteci ile kusursuz bir birliktelik hissi dileyenler, diğer izleyicilerin varlığını işaret edebilecek en ufak bir gürültü olmaksızın, bunu deneyi inleyebilir. Öte yandan bu şekilde dikkatimiz her ne kadar aktif dununda olsa da, bir yandan da izoledir: artık kendimizi performansın bir parçası olarak hissetmez, onu sanki dışarıdan geliyormuş gibi dinleriz. Parisli dinleyicilerin iç çekişleri ya da mırıltıları gibi, çıkaracağımız herhangi bir ses artık performansın bir parçası değil, birer kesinti ve akıl dağıtma eylemine dönüşü verir. Ben bayan bir dinleyicinin bileziğinin, yanında oturan kişiyi deliye çevirdiğine bile şahidim. Demek ki bizler katılımcıdan çok, izleyiciyiz ve performans süresince devam eden sessizliğimiz de, bizim için düzenlemiş olan izlenceye katacak hiçbir şeyimiz olmadığının bir göstergesi. Hatta daha da ileri gidip, bize ait olmayan bir gösterinin izleyicileri olduğumuzu, gösterinin üretiminden sorumlu olanlarla - besteci, orkestra, orkestra şefi ve bu geceki konserin ayarlamalarını yapan herkes - aramızdaki ilişkinin, tüketici de üretici ilişkisine benzediğini ve sahip olduğumuz tek gücün de, aynı tüketicilerde olduğu gibi, almak ya da almamak olduğunu söyleyebiliriz."

Bu durumda birçok kişinin almıyor olması sizce şaşırtıcı mı?










Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.