ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1953
Şu an 155 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Henri Bergson'un Zaman-Bellek Kuramı ve Sinemayla İlişkisi / Bir Film İncelemesi: Hiroşima SevgilimSayı: - 08.06.2006


"Felsefe bir romana yedirilmemişse, bu tümcenin altını kurşun kalemle çizebiliyorsak, güvenle diyebiliriz ki ya felsefede bir yanlışlık vardır, ya romanda ya da ikisinde birden."(*)

Virginia Woolf bir eleştirisinde böyle dile getirmiş felsefe ve roman ilişkisini. Felsefe ve sanat çoğu zaman derin bir ilişki içindedir. Sinema da bu ilişki biçimini kurabildiği ölçüde yanlışlıktan kurtuluyor. "Birçok yönetmen sinema aracılığıyla felsefe yapar. Yazamadıklarını görüntülerle oluşturur." (Zebil, 1998: 55) Sinematografik imajlar texte dönüşüyor.

Tarkovski, Bergman, Godard ve Resnais bu yönetmenlerin başında geliyor. Resnais ve Godard modern Fransız felsefesinin altın çağında sinema yapmaya başlamışlardır. "Yeni Dalga" akımı çoğunlukla Varoluşçu felsefeden beslenmiştir. Fakat Resnais'nin sinema dilini Yeni Roman, Yeni Roman'ı da Henri Bergson'un zaman ve yaratıcı-canlı evrim teorisi etkiler. Makal'e göre, Alain Resnais "Yeni Dalga" yönetmenleri içinde yer almasına karşın; "sinema-roman" yapma anlayışı ve kendine özgü tarzıyla diğerlerinden ayrılır. "Yine de Hiroshima Mon Amour'un (1959) bu yönetmenler kuşağında vazgeçilmez bir etkisi vardır." (Makal, 1996: 135) Resnais bu filmde ünlü yazar Marguerite Duras ile çalışmıştır. Duras'nın senaryosunu yazdığı filmde Bergson'un zaman ve bellek kuramının izlerini süreceğim.

Bergson ve Felsefe
"Herkesin iki felsefesi vardır."
Bergson 20. yüzyılın en çok tartışılan filozoflarından biri olmuştur. Metafizik bir evren ve yaşam kurgusu, düalist bakış açısı, sezgiciliğin ve vitalizmin öncüsü olması onun felsefe tarihinde ilginç ama merak uyandırır bir yerde durmasına sebep olabilir.

Bergsoncu bakış açısıyla yaşam mekanik olamaz ve materyalizmle açıklanamaz. Sadece sezgi gerçekliği açıklayabilir. İnsan zekası, tek başına evreni kavramaya yetmez. Bergson, usçu felsefi mirası reddeder; akıl, us, mekanik görüşler gerçeğe cevap veremezler. Düalizminin temelini zihin ve sezgi ayrımı oluşturur. Zihin nesneyle ve uzamsal zamanla, sezgi ise yaşamla ve süreyle bütünleşir.

Sezgi
Felsefeciler bir şeyi bilmenin iki yolu olduğu konusunda anlaşmışlardır. Bunlardan birincisi nesnenin çevresinde dolaşarak onu tanımladığımızı diğeriyse onun içine girdiğimize işaret eder. Bergson, birinci tür bilmenin görece olduğuna oysa ikincisinin mutlak olana ulaştığına inanıyor. Bir nesneden çok bir devinimin bilgisi önemlidir Bergson'da. "Saltık (mutlak) devinimden söz ettiğimde devinen nesneye bir içsellik, sözgelimi birtakım zihin durumları yüklerim. Bununla, bu durumlarla duyumdaşlık-sempati ilişkisi içinde olduğumu ve kendimi bir imgelem çabasıyla bunların içine soktuğumu da demek istiyorum." (Bergson, 1998: 6) Bergson devinimle birlikte her şeyin nerede ise oradan, kendinden anlaşılacağını söylüyor. İçsel olanı kavramak, o şeyin özünü kavramaktır. Mutlak olan kusursuzdur ve sonsuzdur. Bu onun bölünemez olmasıdır. "Kendini aynı anda hem bölünmez bir kavrayışta hem de tükenmez bir sayımda ortaya koyan şey, sözcüğün tam anlamıyla sonsuzdur." Metafizik nesne ancak sezgi yoluyla ve bütün olarak kavranır. Sezgi, bizi o şeyle anlıksal duyumdaşlık'a (intellectual sympathy) ulaştırır. Bergson'a göre çözümleme şeylerin işlevlerini dile getirmektir, o şeyin kendisini bildirmez. Bir şeyin kendisini bilmek onu simgeler olmaksızın kavramaktır. Bergsoncu metafizik "simgelerden sıyrılma savında olan bir bilimdir." (Bergson, 1998: 9)

Benlik
"Sezgi yoluyla, içeriden kavradığımız, en azından tek bir gerçeklik vardır. Bu, olagelen benliğimiz, zamandaki akışında kendi kişiliğimizdir." (Bergson, 1998: 10) Her şey ve en önemlisi benliklerimiz süregiden bir değişim içindedir. Dışarıdaki hareketin sonsuzluğunu ve değişimini anlamanın bir yolu kendi içimizdeki değişimi sezmek olabilir. Ben yer değiştirmesem de tinsel olarak değiştiğimi sezerim ve bilirim.

Kişi kendi benliğini izlemek için içeriye yöneldiğinde ilkin algılarının farkına varır ki bunlar maddi dünyadan kaynaklanırlar. Daha sonra ayırdına varacağı ilk şey anıları olacaktır. "Bu anılar, olduğu gibi, kişiliğimin derinliklerinden kopmuş, onlara benzeyen algılarca da yüzeye çekilmiştir; bunlar kesinlikle ben olmadan zihnimin yüzeyinde dururlar." (Bergson, 1998: 10) Öznellik mekansal değildir yani simgesel değildir. Benliğimi mekan değil, zamansal bir akış belirler. Benliğin süresinin içsel ve saltık bir bilgisine ulaşmak ancak benlikle olanaklıdır.
Russell'a göre Bergson'da süre, her şeyden önce benliğimiz olan bellekte ortaya koyar kendini.

Bellek
"Hiçbir canlı varlık yoktur ki yavaş yavaş kendi sonuna geldiğini duyumsamasın; yaşamak yaşlanmaktır. Ancak, aynı biçimde, bir yumağın sürekli sarılmasına da benzetilebilir; çünkü geçmişimiz peşimizden gelir, izlediği yol boyunca topladığı şimdiyle durmadan kabarır. Bilinç demek, bellek demektir." (Bergson, 1998: 11) Zaman ve bellek bir arada kavranılır bir bütüne dönüşür. Bergson hiçbir şeyi parçalara ayırmaz. Zaman bölünemez bir niteliktir ve fakat gerçek zaman süredir.

Şimdi, geçmişin ve geleceğin birleşimidir. Zaman gibi hiçbir nitelik birbirinden mutlak olarak ayrılabilir değildir. Niteliksel zaman noktalardan oluşmaz. Geçmişin şimdi içinde yaşadığı yer bellektir. Geçmiş zihnimizde bir düşünce olarak belirmez, o artık yaşanan andadır, şimdidedir. Russell da bellek kuramı için benzer bir şey söylüyor: "Bellek kuramına göre, anımsanan şeyler bellekte yaşar ve böylece şimdideki şeylerle girişim halindedir. Geçmiş ve şimdi karşılıklı dışsal değildir, bilincin birliği içinde karışmıştır. Geçmiş artık devinmeyendir, şimdiyse devinen." (Russell, 2002: 414)

Bergson bellek ve madde ilişkisinden iki önemli ayrıma varır: Devindirici mekanizmalar, bağımsız anımsamalar. Gerçekten bellek adı verilmeye layık olan ikinci türdür. Mekanik bir bilinç yoktur, olayların izlenimleri ve anımsama vardır. "Geçmiş, maddeyle deviniye gelmeli zihinle imgelenmelidir (tasavvur edilmelidir)."

Evrende iki benzer şey yoktur. İki özdeş an da olamaz. "İki özdeş an'ı deneyimleyebilecek bir bilinç, belleksiz bir bilinç olacaktır." (Bergson, 1998: 11)
Zaman - Süre / Durée
Zaman'ı ciddi bir biçimde ele alan tek filozof olduğu söylenmiştir. Borges, Bergson'dan sonra zaman üzerine yazmanın çağı aşmak olacağına inanmıştır. Ona göre zaman bir icattır, buluştur veya hiçbir şeydir. (Mullarkey, 1999: 11) Zamanın kendisi nitelikseldir, dinamik bir gelişimdir ve süredir. Bergson zamandan çok bir akışı betimleyen süre kavramını kullanır ve bu süre ancak sezgi yoluyla bilinebilir ve ancak sezgi sayesinde doğrudan tanınır.

Bergson felsefesinin temel taşı 'süre'yi oluşturan nedir? Devinim halindeki benliğin bilincidir, bellektir. Geçmişin şimdide yaşamayı sürdürmesidir. "İçsel süre, belleğin geçmişi şimdide taşıyıp devam eden yaşamı; ya içinde geçmişin durmadan büyüyen imgesinin ayrık bir biçimini taşıyan, ya da daha büyük olasılıkla, geçmişin niteliğinin sürekli değişimiyle arkamızdan sürüklediğimiz, yaşlandıkça daha da ağırlaşan bir yük olduğunu gösteren şimdidir." (Bergson, 1998: 30)

Canlılık prensibi bitip tükenmez bir oluştur. Bu durumun doldurduğu şey de zamandır. Benliğimizin süresi ise anılarımızdır. Oluş, yaşamın sonsuzluğudur, sürelerin toplamıdır ve durmaksızın devinir. Bu devinim metafiziğin özünün ta kendisidir.

Bergson, 'süre'de birlik ve çokluk, parça ve bütün problemine değinir. Süre hem bir birlik hem de bir çokluktur. Sürenin birliği öğelerin birliğini ve sürekliliğini gerektirir. Peki, öğeler parça mıdırlar? "Her ruhsal durum, bir kişinin ruhsal durumu olduğundan bütün bir kişiliği yansıtır. Her duygu, her ne kadar yalın olsa da onu deneyimleyen varlığın bütün geçmişini de şimdisini de gerçekten taşır." (Bergson, 1998: 18) Bergson burada Paris'i gezen bir gezginin Notre Dame eskizleri yapıp bu eskizlerin altına Paris yazabilmesi örneğini verir. Ona göre parça bütünü anlatmaya yetmez. "Paris'i gerçekten gördüğünden, sahip olduğu bütünün özgün sezgisinin yardımıyla taslaklarını onun içine yerleştirip onları bir araya getirebilecektir. Gelgelelim, tersi bir işlemi gerçekleştirmenin hiçbir yolu yoktur; sonsuz sayıdaki uygun taslakla ve bunların bir araya getirilmesi gerektiğini belirten Paris sözcüğüyle bile, birinin daha önce sahip olmadığı bir sezgiyi elde etmesi ya da kendinde daha önce hiç görmediği Paris'in neye benzediğinin izlenimini yaratması olanaksızdır." (Bergson, 1998: 20) Parçalara bölerek anlamak bilimin, zekanın işidir. Oysa Paris, Paris'tir; eskizleri ya da fotoğrafları değil.

Bergson ve Sinema
"Aslında tüm yapmamız gereken zihnimizin sinematografik alışkanlıklarını bırakmaktır." (Mullarkey, 1999)

Bergson, böyle demiş olsa da Gilles Deleuze bunun tam tersini iddia etmiştir: "Bergson eleştirmesine rağmen sinema ile uzlaşmaktadır." Bergson'un film kamera tartışması aslında devinim ve değişimi içeren genel zihin eleştirisinin bir parçası olmuştur. "Durmaksızın değişmekteyiz ve yaşam değişimden başka bir şey değildir. Hiç bitmeyecek yaratımdır." (**)

Bergson, dünyanın sinematografik canlandırmasına karşı olduğunu birçok kitabında belirtirken Metafiziğe Giriş'te şöyle iddia eder: "Bir kasabanın tüm mümkün noktalarından çekilen ve birbirlerini eksiksiz tamamlayan fotoğraflar bile hiçbir zaman içinde dolaştığımız kasabaya denk olmayacaktır." Bergson'un sinema eleştirisi aslında hareketin bölünemeyeceği üzerine kuruludur. Hareketin izdüşümü oluşturulamaz.

Deleuze, Bergson'un kuramından yola çıkarak sinema diline yeni bir yorum getirir. "Sinema bize hareketin eklendiği bir görüntü vermez. Hareket imgesi verir (movement image)." Ona göre Bergsoncu hareket süreyi ve bütünü dile getiren nesneler ve öğelerden oluşur. Zamanın, sürenin ve değişimin görüntüsü hareketin kendisidir. Zaman imgesi (time image) belleğe, hareket imgesi nesneye işaret eder. Sinema herhangi bir zamanın bölümünü içermez. Geçmişin, geleceğin ve şimdinin farklı düzeylerde ama eş zamanlı yaşantısıdır. "Sinema aracılığıyla zamanı algılarız."

Bergson ve Deleuze'ün düalizmi paraleldir: Zihin rasyoneldir, sezgi ise irrasyonel.

John Orr, Deleuzecü zaman-mekan imgesini tartışır. Zaman ve mekan eş zamanlı olarak değişir. "Zaman-mekan imgesi için önemli olan şey; hiçbir kesin iç sınırı olmayan dört öğeyi, gerçek ile düşseli, anımsanan ile hayal edileni birleştirme gereksinimidir. Mevcut görüntü ve olmayan imge, gerçek ve gerçek dışı nesne, bunların tümü izleme deneyiminde potansiyel olarak bu yüzden mevcuttur." (Orr, 1997: 132)

Deleuze'ün modern sinemayı, mekanı birleştiren saf bir zaman imgesi olarak görmesi Bergson ve Proust'tan, Resnais ve Robbe-Grillet'ye uzanan bir çizgisellik arayışıdır diyebiliriz sanıyorum.

Alain Resnais ve Hiroşima Sevgilim
Geçmiş, gelecek ve şimdinin bir aradalığı edebiyatta bilinç akışı olarak nitelenmiş ve Proust, Joyce, Faulkner, Woolf başta olmak üzere pek çok yazarın kullandığı bir teknik olmuştur. Makal'e göre, Resnais'nin sinemadaki ayrıcalığı, Astruc'ün ünlü kuramı Camera-Stylo'yu farklı yorumlayarak daha çok Yeni Roman kavramının etkisiyle, sanki bir tür Yeni Roman oluşturuyormuş izlenimiyle filmler yapmasıdır. (Makal, 1996: 136) Yeni Roman düşüncesinin oluşturucularından A. Robbe-Grillet Resnais'nin ilham kaynağı olmuş, L'année Derniére a Marienbad filmi için birlikte çalışmışlardır. "Eskimiş biçimler bırakılmadıkça gerçekliğin keşfedilmesi işi yürümez", der Robbe-Grillet. Bergson ise, "Felsefe yapmak, düşüncenin ödevinin alışılmış yönünü tersine çevirmektir", demiştir. Resnais de eskimiş biçimleri, düşüncenin ödevinin alışılmış yönlerini terk eder ve Hiroşima Sevgilim'i çeker.

"Hiroşima Sevgilim'i Faulkner artı Stravinsky olarak tanımlayabilirsiniz." (Godard)

Japonların önerdiği film için Resnais senaryoyu yazmayı kabul eden Duras'ya "Edebiyat yap, bir roman yazar gibi yaz. Beni düşünme ve kamerayı unut", der. Bir röportajında ise Hiroşima Sevgilim için Griffith'in Intolerence adlı filminden etkilendiğini söylemiştir. "Geçmişin ve geleceğin bir arada varolacağı bir film yapma düşüncesi oluştu", der. (Makal, 1996: 138)

Sadoul, film için şöyle demiştir: "Kişisel dram kolektif katliama ulaşıyor, film isyan ediyor... tek bir insan... ve milyonlar, bu nasıl yapılabilir?" Müzikal yapısı nedeniyle Stravinsky'yi hatırlattığı söylenmiştir. Dwight Macdonald , "...belleğin yeni bir açımsaması, Proust'a benzer bir yitik zamanın aranışı..." olarak tanımlar filmi. Makal, Resnais sineması için daha genel bir yorum yapar: "Eisenstein'dan sonra ilk kez olarak Joyce, Picasso, Bartok ve Stravinsky'ye benzetilebilen; hızlı, ince, yeni, aynı zamanda duygulu ve sofistike bir sinemaydı Resnais'nin getirdiği." (Makal, 1996: 138)

Hiroşima'da barış üzerine çekilen bir filmde oynamak üzere gelmiş orta yaşlı Fransız bir kadınla orada tanıştığı Japon mimarın birlikte geçirdikleri yirmi dört saati izleriz. Fakat film Hiroşima'dan da yirmi dört saatten de daha fazlasıdır; mekan ve zaman sınırları aşar.

Filmin başından sonuna kadar uzun diyaloglar eşlik eder görüntülere. Ses şimdiye, kadının zihniyse geçmişe aittir. Büker, "Görsel dili eğretilemesel olan bu filmde görüntünün içeriği sözlü düzgüyle tamamlanır" der. (Büker, 1985: 64) Peki, kadın ya da erkek ne demektedirler?

Hiroşima Sevgilim ve Bergson
Sezgisel bir bilme durumunun, unutuşun, anımsamanın, aşkın ve savaşın filmidir Hiroşima Sevgilim. Film Bergson'un ikiciliğine yakın bir yerde durur: Bir kadın ve bir erkek, iki ayrı geçmiş, iki kent: Hiroşima ve Nevers, iki ayrı savaş, savaş ve aşk.

Filmin başında erkeği ve kadını göremeyiz fakat seslerini duyarız. Hiroşima hakkında konuşmaktadırlar. Hiroşima sokaklarını, hastaneyi, müzeyi, kopmuş, parçalanmış insan bedenlerini, ölüleri yani savaşı görürüz. Belgesel niteliğindeki bu görüntülerin arasına önce atom külleriyle sonra terle kaplanmış sevişen bedenler girer. Daha sonra bu bedenlerin kime ait olduğunu görürüz. Çift, bir otel odasında Hiroşima'yı, savaşı ve unutmayı konuşmaktadır.

Erkek: Hiroşima'da hiçbir şey görmedin.
Kadın: Her şeyi gördüm.
...
Kadın: Senin gibi ben de var gücümle çırpındım unutmamak için. Senin gibi, unuttum. Senin gibi ben de avunmak bilmez bir belleğim olsun istedim, gölgelerden, taşlardan bir belleğim.
...
Kadın: Kendi adıma her gün savaştım var gücümle, anıların nedenlerini anlayamamanın korkunçluğuna karşı. Senin gibi, unuttum ben de...
...
Kadın: Seninle tanışmıştım. Seni hatırlıyorum. Sen kimsin?

Kadın ilk kez geçmişi hatırlayacaktır. Yatakta yatan Japon sevgilisinin eline bakarken ölmek üzere olan Alman sevgilisinin kanlı elini görür. "Geçmiş, şimdiye doğru yaşar ve ona etkir." (aktaran: Russell, 2002: 403) Geçmiş, kadının geçmişi şimdi'ye, filmin şimdisine, gördükleri aracılığıyla taşınacaktır. İzlediği yol boyunca topladığı şimdi'yle kabaran geçmişi bilince yükselecektir. "Bilinç demek bellek demektir." Bergson, anımsadıklarımızın şimdideki şeylerle girişim halinde olduğuna inanıyordu; artık devinmeyen geçmiş, içkin olduğu şimdide yeniden canlanır.

Japon sevgilisi kadına Nevers'i soruyor. Nevers'i merak ediyor çünkü kadının geçmişini bilmek ve onu tanımak istiyor. Zamanı -Bergson'a göre süreyi- oluşturan şey bellektir, geçmişin şimdide yaşamayı sürdürmesidir. Yaşamın özü, benliğimizin süresi anılarımızdır. Kadının Hiroşima'da hatırladığı geçmişi onun ta kendisidir, benliğidir.

Erkek: Bir şekilde orada olduğunu ve seni kaybettiğimi anladım... Bir şekilde orada bugünkü gibi olmaya başlamanı anladım.

Geçmişi devindiren madde Hiroşima'dır, tekrar başka birini sevmektir. Zihinle imgelenense Nevers ve Alman askerdir. Bergsoncu madde ve bellek ilişkisinin filmdeki karşılığı budur. Kadının bir şekilde orada bugünkü gibi olması ona acı verir. Çünkü ancak "gibi" olabilecektir, "İki özdeş 'an'ı deneyimleyebilecek bir bilinç olanaksızdır." Geçmiş sadece bir düşüncedir. Şimdiyse bu düşünceye karşılık olarak girişilen devini.

Kadın acı çekmektedir fakat yine de anlatmaya devam eder. Sözlü düzgü kadın geçmişini anlatırken de görüntünün içeriğini tamamlar, geçmişe ait görüntüler izleyici açısından da şimdiye taşınır. Zaman ve mekan eş zamanlı olarak değişir. Deleuze'ün bahsettiği dört öğe zaman ve mekan imgesinde birleşir: Gerçek ile düşsel, anımsanan ile hayal edilen.

Kadın, sevgilisi öldürüldükten sonra delirir. Bir gün yirmi yaşına bastığını ve sonrasını hatırlamadığını söyler. "Tek hatırladığım senin adındı", der. Kadın, aşkını unutmaya başlar ve deliliği sona erer. Nevers'i terk edip Paris'e taşındığında Hiroşima'da savaş yeni başlar. Kadının dehşeti bittiğinde Hiroşima'nınki başlamıştır. Savaşlar belleği yok eder, benliğimizi kemirir ve deliliğe neden olur. Unuttukça mantığımızı kazanırız, unutmak zorundayızdır. Kadın da erkek de unutmamak için çırpınsalar da unutmak zorunda kalmışlardır.

Kadın: Ellerini bile doğru dürüst hatırlamıyorum... Acıyı, acıyı hala hatırlıyorum biraz.
Erkek: Bu gece mi?
Kadın: Evet, bu gece, hatırlıyorum. Ama bir gün, artık hatırlamayacağım. Hiç. Hiçbir şeyi.
Erkek: Birkaç yıl içinde, seni unuttuğum zaman, bu çeşit başka hikayeler geçince başımdan, aşkın unutuluşu olarak anacağım seni. Unutmanın korkunçluğu olarak düşüneceğim seni. Şimdiden biliyorum bunu.
Kadın: Tıpkı aşkta olduğu gibi bir sanı beliriyor insanın içinde, hiç unutamayacağı sanısı, ben de hiç unutamayacağım sanmıştım Hiroşima'yı bu yüzden. Tıpkı aşkta olduğu gibi.

Geçmiş ve gelecek şimdide buluşur, Bergson'un iddia ettiği gibi şimdiki an işlevlik anlatan tek andır. Tıpkı filmin süresi gibi çünkü o da geçmişin ve geleceğin buluştuğu anlar toplamıdır. "Geçmişi ve geleceği, onlarla ilişki arzusuyla gerçek duruma getiren, böylece, gerçek süreyi ve gerçek zamanı yaratan bellektir." (Russell, 2002: 404)

Oysa, unutmak belleğin, benliğin başarısızlığıdır, bir tür hastalık gibidir. Savaş ve aşk iki karşıtlıktır ama acıları benzerdir. Kadının, Hiroşima'yı bildiğini, oradaki her şeyi gördüğünü iddia etmesinin nedeni oradaki acının benzerini yaşamış olmasıdır. O da savaşı yaşamıştır. Savaş, aşkını ve aklını almıştır elinden. Hiroşima'da, Nevers'de ya da tüm dünyada olduğu gibi yaşadıklarını unutur, doğrusu unuttuğunu sanır çünkü geçmiş onu çağrıştıran nesneyle şimdiye taşınacaktır. Kadının Hiroşima'da hatırladığını gören erkek, gelecekte kendisinin de onu hatırlayacağını bilir. Hiroşima Sevgilim geçmişin, geleceğin ve şimdinin eş zamanlı olarak yaşandığı bir filmdir. Karakterlerin yaşadıkları bilinç akışı "süre"dir, bu süreyi belirleyense bellekleri yani geçmişleridir.

Hiroşima'nın sokakları Nevers'in sokaklarıdır. Japon sevgili, savaşta ölen Alman sevgilidir. İkisinin de adı yoktur.

Kadın: Hi-ro-şi-ma. Senin adın bu.
Erkek: Senin adın da Nevers.
Birbirlerine kentlerinin, yani geçmişlerinin adlarını verirler. Çünkü geçmişimiz benliğimizdir.

Son Söz
Resnais'nin zamana bakışı Bergsoncu öğeler taşıyor hiç kuşkusuz fakat filmin imgesel yanı, bütünü parçalara bölerek anlatması Bergson felsefesiyle uzlaşmıyor çünkü "…hiçbir imge, bilinçli yaşamlarımızın akışında deneyimlediğimiz özgün duyguyu eksiksiz biçimde yeniden yaratamaz." Bergson dışa ait olanı, dışarıdan geleni reddeder; asıl olan sezen benliğimdir. Oysa filmin kendisi tek başına bir imgedir. Hiroşima ve Nevers birer imgedirler. Resnais, film boyunca iki kentin görüntülerini verir. Bergson'un yukarıda Paris örneğiyle anlattığı gibi parça bütünü anlatmaya yetmez. İzleyici Hiroşima'daki savaşın fotoğraflarına bakabilir fakat Hiroşima'yı asla bilemez. Erkeğin kadına Hiroşima'yı bilemeyeceğini söylerken demek istediği de budur aslında. Paris'in, fotoğrafları değil sadece Paris olduğu gibi Hiroşima da Hiroşima'dır, görüntüleri değil.

Bergson 1941'de Fransa'da öldüğünde sanat sineması henüz altın çağına girmemişti. Bir sanat olarak sinemanın zamanı ve hareketi nasıl dönüştürdüğünü ve yeniden yarattığını göremedi. Edebiyat dışında sinema da uzunca bir süredir Bergsoncu bir yaklaşımı tercih ediyor. Hiroşima Sevgilim ise bu yaklaşımın ilk ve en iyi örneklerinden biri oldu.

KAYNAKLAR
Bergson, Henri, Metafiziğe Giriş, Çev: Karacasu, Barış (1998), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları
Büker, Seçil, Sinema Dili Üzerine Yazılar, (1985), Ankara: Dost Yayınları
Frampton, Daniel, On Deleuze, (1991) filmosophy.org
Makal, Oğuz, Fransız Sineması, (1996), Ankara: Kitle Yayınları
Mullarkey, John, Bergson and Philosophy, (2000), University of Notre Dame Press, Indiana, USA
Orr, John, Sinema ve Modernlik, çev: Bahçıvan Ayşegül (1997), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları
Ropars-Wuilleumier, Marie-Claire, in French Film, Texts and Contexts, "How History begets meaning: Alain Resnais' Hiroshima Mon Amour" (1959) Ed.: Hayward, Susan, Vincendeau, Ginette (1990), London and New York: Routledge
Russell, Bertrand, Batı Felsefesi Tarihi, çev: Sencer, Muammer (2002), İstanbul: Say Yayınları
Uyar, Tomris "Virginia Woolf Üstüne" (Mrs. Dalloway'e Önsöz), (2003), İstanbul: İletişim Yayınları
Zebil, Yüksel "H. Bergson ve Alain Resnais'de Zaman: Geçmiş, Bugün, Gelecek" 25. Kare, Sayı: 23 Nisan- Haziran 1998

Notlar:
* Woolf'tan alıntı: Uyar, Tomris "Virginia Woolf Üstüne", Mrs. Dalloway adlı kitaba önsöz, İstanbul: İletişim Yay. 2003
** Deleuze'e ait alıntılar bazı internet sitelerinde yayınlanmış yazılarından alınmıştır. Kaynakçada belirtilmektedir.




Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.