♪
Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024
♪
Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023
♪
Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023
♪
GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023
♪
30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023
♪
Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023
♪
18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022
♪
Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022
♪
sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022
♪
Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022
EXTENDING THE MUSIC EDUCATION DURING THE FIRST YEARS OF THE REPUBLIC
Prof. Dr. Uğur ALPAGUT*
(Bu makale “Milli Folklor” dergisi Cilt:12, Yıl.25 , 97. Sayıda yayımlanmıştır. sayfa: 210-230)
ÖZ
Cumhuriyetin ilk yıllarında, ulusal birlik ve bütünlüğün sağlanmasında gerekli olan değer yargılarının oluşması, gelişmesi ve giderek özgün bir sonuca ulaşması için müzik eğitimi halkın eğitiminde öncelikli bir öneme sahipti. Halkevleri, “çağdaşlık” hedefleri doğrultusunda kendine özgü bir içerikle planlanan müzik eğitiminin halkın içinde yeşertilmesi, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için tasarlanmıştı. Müzik eğitimi, Cumhuriyet’in kültür politikaları çerçevesinde hazırlanan çağdaş programların önemli bir parçası olmuş, resim, heykel, mimarlık alanlarında olduğu gibi, “hayatın her alanında modern çağın gerektirdiği seviyeye ulaşma” ilkeleri doğrultusunda ele alınmıştı. Müzik eğitiminin halkın bütün katmanlarına ulaştırılması yoluyla ise toplumun dönüşümünün sağlanmasına katkı getirilmesi amaçlanmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulus olarak müzikteki yenilikleri kavramak için zaman çok kısıtlıydı. Değişimin ve dönüşümün zorluğuna, yarattığı olumsuzluklara karşın bu konuda birçok gelişme yaşandı. Bu çalışmada, dönemin tek partili yönetiminin planlı kültür hareketleri ile oluşturduğu gelişmelerin irdelenmesiyle; müzik eğitiminin ve sanatının toplum içinde yaygınlaştırılmasına ilişkin kavrayış özelliklerinin ve yönelimlerin yazılı - görsel belgeler ışığında değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu değerlendirmeler sonucunda günümüze özgü gereksinimler ve düşüncelerle birlikte örgün ve yaygın müzik eğitimi programlarının daha etkili bir anlayışla oluşturulmasına katkı sağlanabileceği umulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Cumhuriyet’in İlk Yılları, Halkevleri, Müzik Eğitimi, Müzik Eğitimi’nin Yaygınlaştırılması
* Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Müzik Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Gölköy-BOLU, Email: alpagutugur@yahoo.com
EXTENDING THE MUSIC EDUCATION DURING THE FIRST YEARS OF THE REPUBLIC
ABSTRACT
During the first years of the Republic, music education had a primary importance in the public education for the formation, development and peculiar outcome of value judgements, which were required for the national unity and integrity. Community centers were designed for the purpose of developing and extending the music education, which was planned with a distinctive content in line with “modernity” targets, within the public. Music education became an important part of modern programs that were prepared within the scope of cultural politics of the Republic and was approached in accordance with the principles of “attaining the level required by the modern age in all fields of life” just like in the fields of painting, sculpture, architecture. It was aimed to provide the social transformation through conveying the music education to all layers of the society. Time was very limited for the nation to comprehend the innovations in music during the first years of the Republic. A number of developments were experienced on this subject in spite of the difficulties and challenges caused by the change and transformation. In this study, it was aimed to examine the developments that were provided by the single party administration of the period through planned cultural movements and evaluate the comprehension features and tendencies regarding the extension of music education and art in the society in the light of written – visual documents. According to these evaluations, it is expected to make a contribution to the formation of formal and informal music education programs together with requirements and thoughts that are special to present day with a more efficient understanding.
Keywords: Atatürk, First Years of the Republic, Community Centers, Music Education, Extending the Music Education
GİRİŞ
Halk kavramının farklı boyutlarının tanımlanması, halk müziğinin içeriğine yaklaşmada önem taşımaktadır. Halkbilim bu kavrama şu açıklamayı getirir:
Sedat Veyis Örnek’e göre halkbilim, “Bir ülke ya da belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel ürünleri konu edinen, bunları kendine özgü yöntemlerle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan ve son aşamada bileşime vardırmayı amaçlayan bilimdir” (Örnek 1995).
Özünde insan değerinin yer aldığı bu bilimin araştırma alanı ve gereçleri halkın yarattığı kültürel ürünlerdir. Halk kavramı, toplumsal ve kültürel açıdan ele alındığında, kendi kültürel gelişimi içerisinde bütün sosyal katmanları barındıran bir bütün olarak görülebilir. Bu bütün, bünyesinde birbirleriyle sürekli etkileşen zengin bir bireşimi barındırır.
Prof. Özer Ozankaya’nın halk tanımı şöyledir: “Ekinleri ortak olan bireylerin, kümelerin oluşturduğu nüfus.” (Hançerlioğlu 1986: 165) Türk halkına ilişkin sözlüksel bir başka tanım ise şöyledir: “Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yaşayan ve oturan tüm insanları kapsayan bir şekilde tanımlamak doğru olacaktır. Türk sınırları içindekiler, Türk toplumunu Türk halkını oluştururlar” (Demirsipahi 1975: 6-8).
Söz konusu tanımlar kendi içinde bir tutarlılık ve anlam bütünlüğü göstermektedir. Ancak halk bilime ilişkin tanımların yansımasında, süreç içinde yaşam koşullarının değişimi, o güne özgü dayatmalar ve gerçekler nedeniyle, ülkelerin kendine özgü stratejilerine ilişkin belli duyarlılıklar içermesi beklenir. Bu nedenle halk kavramına ilişkin pek çok yaklaşımın geliştirilmesi doğal bir durumdur. Aynı ülkede yaşayanlara, aynı soydan gelenlere, farklı soylardan gelip aynı ülkede yaşayanlara, belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütününe, yöneticilere göre bir ülkede yaşayan yurttaşların bütününe, aydınların dışında kalan topluluğa halk tanımlamasında özel olarak yer verilir (TDK 1988: 601).
Bu saptamaların dışında yeni düşüncelerin de geliştirilebileceğini vurgulamalıyız. Kültürel, sosyo ekonomik, siyasal anlamda günümüze ilişkin yaşam koşullarının da göz önünde bulundurulduğu, tarihsel/güncel, soyut/somut, maddi/manevi paylaşımda bulunan herkesi kapsayıcı ve farklı disiplinlerle birlikte geliştirilebilecek anlayışlarla, bu konuda daha doğru tanımlamaların yapılabileceği düşünülmektedir. Halk kavramına ilişkin çok boyutlu değerlendirmeler, ancak çok yönlü ve derinlikli incelemeler sonunda ortaya konulabilir.
Kültürel sınırlarını Türk kültürü ile doğrudan veya dolaylı biçimde etkileşerek çizen her türlü gelişme, Türk halkının kültürel kapsamını etkilemiştir. Günümüzde göçlerin etkisi, iletişimin önemli ölçüde artması, ülkesel yapıların ve coğrafyaların değişimi ve bu değişkenlerin yanı sıra; küresel akışların etkisindeki kültürel boyutların da göz önünde bulundurulması sonucunda, Türk halkının kapsamına ilişkin yeni değerlendirmelerin ve tanımlamaların gerekli olduğu söylenebilir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Batılılaşma etkinliklerini oluşturulan nedenlere bakıldığında, devlet yönetimindeki bozulmaların, düzensizliklerin etkisiyle belirginleşen askeri alandaki yetersizliklere çözüm arama çabalarının rolü olduğu görülür. II. Viyana yenilgisi ve Karlofça Antlaşması (1699) sonucunda Osmanlı İmparatorluğu, “Batı” karşısındaki eksikliklerinin farkına varmış, orduyu yenileştirme anlayışı imparatorluğun önemsediği konuların ilk sırasına yerleşmiştir. “Batı”daki askeri kuruluşların kapsamlı biçimde örnek alınması ve bu konuda ileri adımların atılması, I. Mahmut (1730-1754), I. Abdülhamit (1774-1789) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerinde belirgin biçimde hız kazanmıştır.
Bu dönemde, Avrupa’da Osmanlı Elçiliklerinin kurulması ve Avrupa ile ilgili düzenli değerlendirmelerin yapılması olağan bir durumdur. Söz konusu gelişmeler Osmanlı İmparatorluğu’nda “Tanzimat” adı verilen yenileşme hareketleriyle devam etmiştir. Tanzimat ile birlikte, genel anlamda Osmanlı aydınları ve seçkinleri tarafından siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda “Batı modeli” benimsendi.
Filiz Yenişehirlioğlu bu gelişmelerde, “Osmanlı İmparatorluğu’nda sarayın ve padişahın mutlak gücünün azalması, yönetici sınıf mensuplarına uygulanan “müsadere” sisteminin kalkması, ticaretin gelişmesinin de etkisiyle Avrupa tüccarlarının, Osmanlı ülkesindeki işlerini yürüten “gayrimüslim burjuva” sınıfının sarraflardan oluşması, 1867’de Fransız eğitim sisteminin kabul edilmesi ve Jön Türkler’in burjuva ideolojisinin sosyal ve kültürel model değişikliğinin hızla rol oynadığını” belirtmektedir. Bu dönemde artık sadece öykünme değil, öğrenilen ve tercih edilen modeller söz konusudur. Batı anlamında bireysel ve özgün yaratı kavramı, Fransız modernizm düşüncelerinin ve özgürlük kavramının gelişmesine koşut olarak gündeme gelmiştir (Yenişehirlioğlu 1993: 65-66).
II. Abdülhamit döneminde (1876-1909) “Batı”nın özellikle askeri yapısı ve eğitim sistemi örnek alınarak Harbiye, Mülkiye mektepleri ile Askeri Tıbbiye mektebinin eğitim programları geliştirilmiştir (Mardin 1991: 249).
II. Meşrutiyet (1908-1918) yönetimine neden olan İttihat ve Terakki örgütünün kuruluş nedenleri arasında, II. Abdülhamit yönetimine tepki ve “Müslüman Türk Ulusçuluğu” düşüncesi bulunmaktadır. Bu düşüncenin özellikle Balkan savaşından (1912) sonra güçlendiği gözlenir. Bu dönemde, ulusal bir politika ve ekonomi oluşturma, yazın alanında dil yalınlığı, resimde yöresel konular ve Türk mimarlığının öncülüğünü yaptığı Ulusal Mimarlık anlayışı, söz konusu hareketlerin ve düşüncelerin sonucunda ürüne dönüşmüştür (Yavuz 1976: 12-13).
“Batı”nın toplumsal özelliklerini irdeleyen ve bu özelliklerden hangi düzeylerde yararlanılabileceğini ortaya koyan, dönemin en baskın görüşünün gelişmesinde Ziya Gökalp’in düşünceleri etkili olmuştur. Ziya Gökalp’in “uygarlığın evrensel ancak, kültürün ulusal olması gerektiği” biçimindeki düşüncesi, döneme özgü gelişmelerle birlikte politika, sanat, mimarlık, eğitim gibi birçok alanda belirleyici olmuştur.
Dönemin aydınları, sanatçıları ve mimarları sultanla, imparatorlukla özdeşleşerek Osmanlı İmparatorluğu’nu korumayı amaçlamışlardır. Ulus kavramı, Osmanlı İmparatorluğu’nun heterojen yapısını temsil eden kapsayıcı bir kavramdır (Bozdoğan 2002: 47).
Ali Cengizkan, “Cumhuriyet öncesinde beliren “ulus devlet” tanımının, bir seçimden ya da tercihten çok zorunluluk sonucunda gerçekleştiğini” belirtmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan farklı gruplar, 19. Yüzyılda kimlik arayışına yönelmişler ve sonunda da kendi bağımsız yönetimlerini oluşturmuşlardır (Cengizkan 2002: 61). Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nu içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarmayı amaçlayan girişimler görülmektedir. Bunlardan birisi olan “Osmanlılık” düşüncesi, Osmanlı Devleti yönetimindeki bütün toplulukları bütünleştirmeyi amaçlamış, ancak başarılı olamamıştır.
Bu siyasal ve kültürel yapılanmanın ardından, Tanzimat sonrasında birçok alanda gerçekleştirilen yeniliklere daha çağdaş ve köklü çözümler getiren Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve yeni ulus devlet tanımlanmıştır. Tanzimat sonrasında “Batılılaşma” olarak görülen kültürlenme sorunu, Cumhuriyet ile birlikte yerini “Çağdaşlaşma” sorununa bıraktı.
Osmanlı’da devletin yıkılmasını önlemek için Batı’nın bilim ve teknolojisinden yararlanarak modernleşme çalışmaları toplumun içyapısından gelmeyip, yönetici kadroların yönlendirmeleri ile gerçekleşmiştir (Cezar 1995: 16). Bu durum, Cumhuriyet döneminde bilim, sanat ve kültür çalışmalarında değişime uğramış, toplumun içerisinde yeşertilmeye çalışılan eğitim ve kültür çalışmalarına belirlenen hedefler doğrultusunda önem verilmiştir.
Üstün Alsaç, sömürgeci Batı ülkelerine karşı koyan ulusun “Batılılaşma” konusundaki kararlılığını dikkat çekici bulmaktadır. Alsaç, bu durumu Atatürk’ün, “Batı” ile aynı düzeye gelerek onun sömürgeci yaklaşımına karşı koyma biçimindeki düşüncesi ile açıklamaktadır (Alsaç 1976: 20).
Ulusal birliğin sağlanmasındaki asıl sorunlar, toplumsal dönüşümün gerçekleşmesini sağlayacak olan konularda odaklanmaktadır. Cumhuriyet’in ve devrimlerin başarılı olması için, toplumsal dönüşümün sağlanması, birlik ve bütünlüğü sağlayacak değer yargılarının oluşturulması amaçlanmaktadır. “Müzik” ve sanat eğitimi dönemin kısıtlı olanaklarına karşın kökleştirilerek ve yaygınlaştırılarak söz konusu değer yargılarının oluşturulmasında önde gelen bir konuma sahip olmuştur.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti halkını farklı sınıflardan oluşmuş bir topluluk değil, Türk toplumunun bireysel ve toplumsal yaşamındaki işbölümünün gereklerine göre çeşitli mesleklere göre bölünmüş bir topluluk olarak görmektedir. Sınıf çatışması yerine, toplumsal düzen ve dayanışmayı güvence altına almak ve çıkarlar arasında uyum sağlamayı amaçlamaktadır (Ahmad 2002: 89).
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, müzik eğitiminin ve sanatının halka yönelik yaygınlaşmasında dönemin tek ve güçlü partisi “Cumhuriyet Halk Partisi”nin en çok önemsediği kurumların başında “Halkevleri” gelmekteydi. Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden fazla bir zaman geçmeden 1924’te kurulan Musiki Muallim Mektebi’nin ülkenin gereksinim duyduğu müzik eğitimcilerini ve sanatçıları yetiştirme görevinde üstlendiği sorumluluğa paralel olarak, Halkevleri de halkın içinde müzik eğitiminin ve sanatının yaygınlaşması ve yerleşmesi görevini üstleniyordu.
Müzik sanatında ve eğitiminde birbirini izleyen süreçler, bir bütünün göz ardı edilmemesi gereken gelişmelerini sergiler. “Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün başlattığı aydınlanma sürecinde, müzikte batılılaşma için atılan adımların Osmanlı padişahlarınca başlatılmış ve teşvik edilmiş olmasının su yüzüne çıkması ve bu çalışmaların kimler tarafından yapıldığının ve içeriğinin belirlenmesi, Atatürk’ün bu alanda yaptığı çalışmaların değerini destekleme ve artırmanın yanı sıra, bugüne nasıl ve hangi koşullarla geldiğimizi ve Cumhuriyet tarihimizi daha iyi anlamamızı ve değerlendirmemizi sağlayacaktır.” (Kutlay Baydar 2010: 306).
1912 yılında kurulan Türk Ocakları 1931 yılında kapatılmış 1932’de Ankara’da eski Türk Ocağı Merkez binasında ilk Halkevi açılmıştır. Geniş kitlelerin eğitiminde önemli katkılar sağlayan Halkevleri devrimlerin halka benimsetilmesi, devrim ilkelerinin yaygınlaşması, ulusal kimlik bilincinin desteklenmesi amacıyla açılmış, aydınlarla halk arasındaki kopukluğu gidermeyi de sağlamıştır (Nasır 1991: 146).
Müzik sanatına ilişkin kavrayış özelliklerinin ve yönelimlerin müzik kültürü içinde sorgulanması ve çözümlenmesi, günümüz koşullarında önemi giderek daha da artan bir konudur. “Müzik, kimliğimizi oluşturan kültürün, simgeler ve davranış biçimleriyle dışavurumudur. Toplumsal bir varlık olan insan, sosyal çevresi ile iletişim için geliştirilen sözcüklere sesler aracılığıyla duygularını, düşüncelerini, deneyimlerini anlatan değişik anlamlar yükleyerek müziğin temel yapısını oluşturmuştur. Bu anlamların diğerleriyle paylaşılmaya başladığı anda müzik toplumsallaşmaktadır.” (Kaplan 2005: 79).
Bu yönde, Türkiye’de bir dönem yaygın eğitim bakımından önemli rolü olduğu düşünülen “Halkevleri”nin müzik eğitiminin ve sanatının benimsenmesindeki temel özelliklerinin ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında sanat etkinliklerine ilişkin verilen önemin, özgün yazılı ve görsel belgeler ışığında betimlenmesi çalışmanın önemini ortaya koymaktadır. Bu değerlendirmeler sonucunda, günümüz koşullarında aynı yönde beliren gereksinimler ve çağımıza özgü yapılacak yeni değerlendirmelerle birlikte, örgün ve yaygın müzik eğitimi anlayışımızın daha doğru bir yörünge kazanabileceği ve sanatın toplum içinde yaygınlaşmasına ilişkin önemli ipuçları elde edileceği umulmaktadır.
Çalışmada ilk olarak, Atatürk’ün Türk halk müziğine ve müzik eğitimine ilişkin yaklaşımları irdelenmiştir. “Halkevleri”nin sanatın ve müziğin ülkeye yayılmasındaki rolü ile CHP’nin kültür politikaları çerçevesinde uygulamaya koyduğu bir dizi karar, kritik gelişmelere ilişkin değerlendirmelerle birlikte ortaya konulmuştur. Ayrıca, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki “kültürel ortam”ı betimlemeyi sağlayan dönemin özgün yazılı ve görsel belgelerine çalışmanın kapsamında yer verilmiştir. Çalışmanın içeriğinde Cumhuriyet’in ilk yıllarında halkın içinde müzik eğitiminin ve sanatının yaygınlaşmasına yönelik bir inceleme öncelikli olarak ele alındığı için, daha sonraki yıllarda yine halkın eğitiminde etkin rol oynayan “Köy Enstitüleri” ve diğer örgün/yaygın kurumsal etkinlikler kapsam dışında tutulmuştur.
Türk Halk Müziği, müzik kültürümüzü doğrudan etkileyen nitelikli zengin bir birikime ve çok yönlü etki gücüne sahip bir halk kültürü türüdür. Geleneksel yapısını vurgulayan bir tanıma göre: “Halk müziği, halkın kendi içinden yetişmiş kişilerin, ya da adlarının bilinmesine olanak bulunmayan halk sanatçılarının ‘ulusal’ ölçü ve ritim kuralları ile özel biçimde oluşturdukları müzik ürünlerinin tümüne denir” (Demirsipahi 1975: 6-8).
Bu konuda yapılmış diğer bir tanım ise şöyledir: “Türk folklorunun en önemli dallarından birisi olan halk musikisi, halk arasında yaşayan ve yaratıcıları bilinmeyen, bu nedenle tümüyle halkın malı olmuş müzik verileridir. Bu musiki bir kır çiçeği gibidir. Nerede, ne zaman çıkacağı belli olmaz. Onu yaratan olay, onu yaşayan ve paylaşan insan, o ruh, o yapı olmadıktan sonra, halk musikisinden zaten söz edilemez ki! İşte bu nedenle, Türk halk ezgilerinde yapma değil, ‘yakma’ kavramı önemlidir.” (K. Bilsel Sarısözen 2000). Bu tanımda yer verilen “yapma” ve “yakma” kavramları arasındaki karşılaştırmanın yazılı ve sözlü kültür ayırtlarına, karakteristik özelliklerine ve iki kültürel birikime ilişkin farklı yaklaşım biçimlerine işaret ettiği söylenebilir.
Türk halk müziğinin geleneksel ve duygusal içerikli pek çok tanımı vardır. Bunun yanı sıra, dünya kültürlerinden biri olma özelliği çerçevesinde, halk bilimin ve halk müziğinin tanımlarından yapılan bir çıkarımla; özgün ve çağdaş yaratılar meydana getirebilmek için evrensel teknik ve yaklaşımların, ulusal ölçü ve ritim kurallarına uyarlanması, halk müziğinin ve müzik kültürümüzün boyutlanmasında önem verilen bir yönelimdir.
Türk halk müziği kaynaklı çalışmalara dinamizm kazandırmak, Türk halk müziğinin otantik zenginliklerini günümüz yöntem ve teknikleriyle çağdaş düzeye getirmek, Türk halk müziğinin kendine özgü yapısal özelliklerinin bilimsel ve sanatsal sentezlerle günümüzün müzik dilini kullanarak diğer kültürler arasındaki saygın yerini alması, önemi giderek artan bir hedefin aşamalarını oluşturur. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu hedef, Atatürk tarafından önemle vurgulanmıştır. Atatürk’ün Türk halk müziğine bakışının bu idealin gerçekleşmesinde yol gösterici etkiler taşıdığı ve Cumhuriyetin çağdaşlık ilkesine bu yolla güç vermek istediği bilinmektedir.
Ses sanatçısı Mualla Gökçay anılarında Atatürk’ün Türk halk müziğine yakınlığını şu cümlelerle belirtmektedir:
“Ata; umumiyetle Türk musikisini severdi. Ama Rumeli türkülerini her şeye tercih ederdi. Rumeli türkülerini bize bizzat kendisi meşk etmişti. Arada bir: “Konuşur gibi tane, tane okuyun, diye ihtar ederdi. En sert hocalardan daha titizdi. Musikiden çok anlar, en ufak bir falso veya hatayı hemen yakalardı.” (Tan 1982: 5).
14 Ekim 1925’de Atatürk’ün İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu ziyaretinde, insan hayatında müziğin iş görülerine ilişkin, “Hayatta musiki lazım mıdır?” sorusuna ilişkin verdiği cevap önemli mesajlar içermektedir.
“Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzuu bahis olan hayat insan hayatı ise, musiki behemehal vardır. Musikisiz hayat zaten mevcut olamaz. Musiki hayatın, neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir. Yalnız musikinin nev’i şayan-ı mütaleadır.” (Tan 1982: 53-56).
Atatürk, cumhuriyetin çağdaşlaşma idealleri doğrultusunda müziğin gücü ve rolü üzerinde önemle durmuştur. Bilimsel, toplumsal, ekonomik vb. bütün alanlarda olduğu gibi müzikte de çağdaşlaşma yolunda atılımlar yapmıştı. Bunun için doğal kültürel zenginliğimiz olan Türk müziği temel dayanaktı.
Uçan’ın gerçekleştirdiği sistematik bir tanımlama, çağdaş Türk müzik eğitimine ilişkin Atatürkçü ilkeler, amaçlar ve yöntemler ana temel, ana ölçüt ve ana paydaşanlar olarak dönemin gelişmelerine ışık tutan ipuçları verir.
1. Özde-Temelde “Ulusallık”
2. Biçimde-Yapıda “Düzenlilik”
3. Yaşamda-Ortamda “Dünyasallık”
4. Yöntemde-Teknikte “Çağdaşlık”
5. Süreçte-İşleyişte “Bütünsellik”
6. Nitelikte-Kalitede “Evrensellik” (Uçan 2005: 509).
Türkiye’de müzik araştırmacılarının, müzik eğitimcilerinin, müzik bilimcilerin, bestecilerin ve uluslararası yorumcuların az sayıda bulunduğu veya olmadığı bir ortamda, 1 Kasım 1935 T.B.M.M.’ni açış konuşmasında, Atatürk şunları söylemiştir: “Kültür kaynaklarımızı yeni ve modern esaslara göre teşkilatlandırmaya durmadan devam ediyoruz. Ulusal musikimizi modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına bu yıl daha çok emek verilecektir.” (Tan,1982).
Atatürk’ün müzik üzerine görüşlerini ve atılımlarını, günümüzde geçmişe dönük eleştirilen kimi uygulamaları daha iyi analiz edebilmek için aşağıdaki saptamalara yer vermek yararlı olacaktır:
“Atatürk’ün dediklerini-yazdıklarını, tasarladıklarını, yaptıklarını en yakın çevresinde bulunanların bile zaman zaman veya çoğu kez O’ndan çok farklı olarak, kendine göre (çoğun eksik, yanlış, çarpık, ters) anladıkları, yorumladıkları, uyguladıkları görülmüştür. Örneğin Atatürk ‘çağdaşlaşma’ derken yanındakiler veya çevresindekiler ‘batılılaşma’, Atatürk ‘batı müzikçiliği’ derken çevresindekiler ‘batı müziği’, Atatürk ‘batı müzikçiliğini almak’ derken yanındakiler ‘batı müziğini almak’, Atatürk ‘genel son müzik kuralları’ derken yanındakiler sadece ‘batı müziği kuralları’, Atatürk ‘işlemek’ derken çevresindekiler ‘armonize etmek’ biçiminde anlamışlar veya yorumlamışlardır. Atatürk ‘bugün dinletilmeye yeltenilen müzik bizim değildir’ veya ‘yüz ağartacak değerde olmaktan çok uzaktır’ derken yanındakiler veya çevresindekiler ‘öyleyse bizim yapalım’ veya ‘yüz ağartacak değere kavuşturalım’ diyecekleri yerde ‘öyleyse dinlemeyelim-dinletmeyelim, yayınlamayalım-yayınlatmayalım, yasaklayalım-yasaklatalım’ demişlerdir” (Uçan 2005: 433).
Atatürk’ün üstün dehasının başka pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da yanındakiler ve toplum tarafından tüm yönleriyle yeterince anlaşılarak süzülememesi, özellikle de kültürel alanlarda günün koşulları göz önünde bulundurulduğunda karşılaşılabilecek doğal bir gelişmedir (Alpagut 2010: 74-80).
Atatürk ve onun kurduğu CHP, genç Cumhuriyetin ideallerini halkın eğitimi yoluyla yerine getirmek için en etkili yöntemlerden birini uyguluyordu. Köylere kadar halkın her kesimine ulaştırılacak çağdaş eğitim anlayışı, eğitimin her kademesinde hızla uygulanmaya başlandı. Buna göre; yeni Latin alfabesiyle ülke çapında bir okuma yazma seferberliği’nin başlatılması Tevhid-i Tedrisat (eğitim birliği) Kanunun çıkartılması, rejimin ilk uygulamaları arasında yer aldı.
Okulların yanı sıra Halk Eğitim Merkezleri (Halkevleri) ve yeni köy ve tarım yerleşimlerinin yapıldığı köy mimarisi projeleri, Cumhuriyet’in doğrudan doğruya CHP tarafından planlanıp denetlenen etkinlikleridir (Bozdoğan 2002: 104).
Her Halkevi, önceden belirlenmiş dokuz faaliyet alanının en azından üçünde örgütleniyordu. Dil-tarih-edebiyat, güzel sanatlar, gösteri sanatları, sporlar, sosyal çalışmalar, meslek eğitimi, kütüphane-neşriyat, müzeler-sergiler ve köy çalışmaları(Bozdoğan 2002:110), Halkevleri; bu etkinlik alanları ile Cumhuriyetin çağdaşlık idealleri doğrultusunda halkın eğitilmesine katkı sağlıyordu.
Halkevleri etkinliklerine ilk olarak on dört şehirde 1932 yılında başladı. 1939’da farklı şehir ve kasabalarda 163 Halkevi vardı; hareketin zirveye ulaştığı 1946’ya gelindiğinde ise Halkevleri’nin sayısı 455’e ulaşmıştı(Bozdoğan 2002:112-114). Cumhuriyetin Kuruluş Dönemi’nin temsil gücü yüksek bu yapılarından birisi, günümüze yakın bir dönemde ne yazık ki yıkılan taşra örneklerinden mimar İzzet Baysal’ın tasarımı Eskişehir Halkevi Binasıdır(1936). Konu ile igili bir yayında bu yapıdan şöyle sözediliyor: “Eskişehir Halkevi, İzzet Baysal’ın tasarımını yaptığı ve görsel belgelerine ulaşılabilen az sayıdaki kamu binalarından birisidir. Sadece işlevi ile değil, konumu, kübik kütle ve mimari özellikleri ile de, yapıldığı dönemde kentin önemli binalarından birisi olduğu anlaşılan yapı, köşesi yuvarlatılmış küçük bir kanat ile sonlanan uzun dikdörtgen bir kütleden oluşmaktadır.” (Alpagut 2009:13-33).
Resim 1: Eskişehir Halkevi: ön ve arka cephe (Arkitekt 1936)
Halk müziği derleme ve araştırma çalışmalarına belirli bir dönemde katkıda bulunan kuruluşlardan birisi de Halkevleri’dir. 1930’lu yıllardan başlayarak yaygın olarak örgütlenmiş bulunan halkevlerinin halk müziği alanındaki çalışmaları da önemlidir. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, il ve ilçelerde, kasaba ve köylere kadar yaygınlaşarak örgütlenmiş bulunan halkevleri ve halkodalarında hevesle ve titizlikle çalışan amatör kadrolar aracılığıyla gerçekleştirilen folklor derlemelerinin bilimsel bir kavrayış ve yetkinlikle yapıldığı söylenemese de kendilerinden halk müziğimiz konusunda yararlanılmış, türkü derlemeleri özendirilmiştir. (Say, 2003: 31).
Resim 2: Konya Aksaray Halkevi Çalışmalarından Bir Fotoğraf (Nedim Otyam Arşivinden)
Halkevleri, dolaysız biçimde kavradığı ve insani değerlerle bezediği sanatı ve becerilerini şaşırtıcı ve örnek uygulamalarla çeşitlendirerek topluma yayıyordu. Bu idealler doğrultusunda kimi kez abartılı veya yanlış olduğu izlenimi oluşturabilecek uygulamalarla da karşılaşılmıştır. Ancak değişim için yapılan yeniliklerin zorluğu ile koşulların gerektirdiği dayatmaları da göz ardı etmemek gerekmektedir. Bu yolda atılan adımlar ve o günün koşullarına uygun biçimde değerlendirilmesi gereken saptamalar şöyle örneklendirilebilir(1):
Halkevleri yetenekli çocukları, “fasıl ve saz musikisinin esaretine düşmeden garp musikisi zevkinin aydınlığına çekmekte ve onlara dersler vererek kabiliyetlerini doğru ve düzenli yola sevketmektedirler.” (CHP 1935:42) Fasıl ve saz musikisinin esaretinden kurtarılan halkın türkülerinde “keman, ut, cümbüş, kanun, ney, kullanılamayacağı” talimatnamede belirtilmiştir(Halkevleri Çalışma Talimatnamesi, 1940).
Halk için müzik akşamları ve müsamerelerin müzik programlarını düzenleyen Halkevleri’nde, “Devrim telakkisine ve halk terbiyesine hasr” (CHP 1935:39) edilen müzik için rejimin tercih ettiği üslup açıklanır. Bu açıklamada medeniyet ve milliyet ikilisi karşımıza çıkar: … “arsıulusal modern müzik ile halk türkülerimiz esas tutulacak ve arsıulusal müzik teknik ve araçları kullanılacaktır. Müzikte ergemiz modern ve arsıulusal müziği ve sayra tarzını esas tutmak ve bunu saptamak ve sağlamaktır. Halkın müzik zevkini artırmak ve yükseltmek için radyo, gramofon gibi araçlardan faydalanmalıdır.” (Madde 41) (CHP Halkevleri Öğreneği 1938)
“Sadece teknik, sadece usul arsıulusal olacak, ruh ve ritim Türklüğünü derhal belli eden bir karakter ve orjinaliteye malik bulunacaktır.” “Teknik beynelminel, ruh Türk; usul beynelminel, üslub Türk” (CHP, 1935: 38).
1936 yılında ülkemizi davet üzerine ziyaret ettiğinde “Türk Beşleri”nin de içinde bulunduğu bestecilerimiz tarafından geniş ilgiyle karşılanan Yirminci yüzyılın önde gelen müzikçilerinden Macar besteci, piyanist ve etnomüzikolog Bela Bartok, gelenekselden klasik müziğe uzanan evrensel çizgiyi şöyle yorumlamıştır:
“Halk müziğinin sunduğu gereçlerden yararlanılması, bunların eserlere olduğu gibi ya da benzetme yoluyla serpiştirilmesi anlamına gelemez. Amaç, halk müziği gereçlerindeki özü ve ifade derinliğini bestecinin kişisel sitiline sindirmek olmalıdır. Bu nedenle bestecinin halk müziği dilini kendi ana dili gibi rahatlıkla kullanabilecek yaratıcılığı elde etmesi gerekir.” Bu sözlerle belirtilen temel görüş, kaynağını halk müziğinde bulan değerlerin çağdaş eserlere yüzeysel bir yaklaşımla aktarılmasını değil, halk müziği gereçlerinin özümlenmesinden doğan yaratıcı bir anlayışı öngörür” (Say 2005: 172, 173).
Bartok’un görüşleri ve yazarın yorumu modern müzik kavrayışı içinde doğruluk taşıyan, sanat kaygısı ile folklor arasındaki uzaklığa işaret eden bir anlayışı öngörür. Ancak, günümüz koşullarında toplum ve sanat arasındaki köprü kurucu yaklaşımların, yeni yöntemlerle gerçekleştirilen yeni kavrayışların ve deneysel uygulamaların göz ardı edilmemesi gereklidir. Müziğin, insan üzerindeki işlevlerinden insanlığın üst düzey gereksinimlerine değin uzanan kendine özgülük; besteci, yorumcu, dinleyici arasında farklı yollardan paylaşılabilen bireysel içselleştirme günümüz koşullarında çok yönlü bir anlayışla kavranmalıdır. 21. Yüzyılda bireysel yaklaşımları yeniden süzmek, eleştirmek ve yorumlamak, yeni soyutlamalarla yaratıcı çalışmalara hareket alanları sağlamak, önemli bir uğraş alanı olmalıdır.
1938 yılında dört defa Ankara Halkevi’ne gelen Atatürk, bir gün Gaziantep’li ozanın türküsünü yarıda keserek:
“Arkadaşlar! Bu küçücük sazın örneklerini atalarımız Hititlerin anıtlarında, ucundaki püskülüne değin görürüz. Bu bir ocakbaşı müziğidir, toplumun değil. Bize böyle uyutucu değil, çok sesli coşturucu, sevinç kaynağı olacak müzik gerek. Bu sesleri sanatçılarımız ellerine alacaklar, ulusal senfoniler, operalar yapacaklar. Biz, ancak bu küçük sazla atalar andacı olarak kıvanç duyabiliriz. Uğraşmamalı bu gibi fosilleşmiş, yozlaşmış şeylerle” der (Güven 1974:59).
Halkın içinde doğal olarak ve herhangi bir ehliyete veya belirlenmiş ölçütlere gerek duyulmadan iyi veya kötü, yetkin veya yetersiz biçimde kendiliğinden ortaya konulan halk müziği örneklerinin, Atatürk’ün yüksek idealleri ile her zaman örtüşmediği gözlenmektedir. Sözlü kültüre ilişkin ürünlerin zamanla değerinin anlaşılması veya zamanla değersizliği yüzünden yok olması beklenir. Halk kültürüne ilişkin bu potansiyelin, yazılı kültürün topluma kazandırılmaya çalışıldığı bir dönemde, ister istemez varılması gereken hedefler için bazı durumlarda aşılması gereken örnekleri oluşturması kaçınılmazdı. Halk ezgilerinin kültürel boyutlarını çağdaşlaşma yolunda en önemli dayanak ve köken olarak gören Atatürk’ün sözlerinin yüzeysel bir biçimde değerlendirilmemesi önemlidir (Alpagut 2010: 84-85).
1940 yılında çıkan Talimatname’de halka Garp Musikisi dinlettirileceği belirlenir.
“Halkevleri müzik çalışmalarında esas, milli ruhun derinliklerinde zengin bir hazine olarak yaşamakta bulunan halk türkülerimizi Garp tekniği ile işleyerek müstakbel kompozitörler için, sadakat ve itina ile toplamak ve sağlamakla beraber yeni Türk müziği bir taraftan vücut bulmakta iken kulakları ve zevkleri çok sesli müziğe alıştırmak ve ısındırmak; bunun için de birçok fırsatlardan istifade ederek Garp müzik eserlerini bol bol dinletmektir.” (Madde 21) (Halkevleri Çalışma Talimatnamesi 1940)
Resim 3 (a/b): Halkevleri XIII üncü Yıldönümü Tören Programı, 1945. (Nedim Otyam Arşivinden)
Dil ve Edebiyat Şubesi’nin Öztürkçe kelime derleme çalışmaları ile benzer şekilde Ar Şubesi de halk arasında yaşayan ulusal oyunları ve türküleri nota ve sözleri ile birlikte toplamakla görevlendirilmiştir.. (Madde 44) (CHP Halkevleri Öğreneği 1938) Bu karar Parti Kurultayında programa da alınmıştır.
“Milli oyunlarımız, halk türküleri ve umumi olarak folklorumuz toplanacak, kıymetlendirilecek ve yayılacaktır. Memleketin muhtelif köşelerinde farklı olarak gelişmiş olan milli oyunlar ve törenler memleketin her tarafında tanınacaktır.” (CHP Programı 1943:13)
Ulusal bütünlüğün kültürel bütünlükle iç içe olduğu vurgulanır. Bu kapsamın gerçekleşmesi ve “Milli Birlik” için gerekli olan yapıtaşlarının, müzik kültürüyle ve folklorla ilintisinin önemsendiği anlaşılmaktadır.
Şube’nin önemli görevlerinden biri halkın ulusal marş ve şarkıları öğrenmesine yardımcı olarak önemli günlerde marşların, “beraberce bir ağızdan söylenmelerini sağlamaya çalışmak”tır. (Madde 43) (CHP Halkevleri Öğreneği 1938) Böylece “bir ağızdan terennüm eden onbinler”ce Cumhuriyet bireyi (CHP 1935:40) yaratılacaktır.
“Ulusal marşları ve şarkıları halka öğretmek, en coşkun anlarında bile durgun ve sessiz neşesi gibi derin ve içli ıztırabını da içinde saklamaya ve boğmaya saltanat devirlerinin alçakça ve aptalca tesiri ile güç bela fakat eyice alıştırılmış Türk milletinin sevincine ve yasına ses ve eda vermek Halkevi’nin en belli başlı vazifelerinden biri olmuştur. Bir ağızdan ve bir arada şarkı söylemesi bir vakitler bazılarınca imkansız görülen Türk milletinin bu işe de pek kolay alıştığı” görülmüştür. (CHP 1935: 40)
“Halkın bir ağızdan marşlar söyleyebilmesinin ispatı yurdun dört bir yanında ve Büyük Önder’in huzurunda hep bir ağızdan söylenen Onuncu Yıl Cumhuriyet Marşıdır.”(CHP 1935). Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel’in sözleri üzerine beste “Türk Beşleri”nden 1933’de Cemal Reşit Rey tarafından yapılır.
Aradan geçen yaklaşık bir yüzyıla rağmen, 10. yıl marşının, müzikçilerin büyük bir katılımla değer verdiği ve halkın benimsediği ortak bir düşünce ve duygu aracı haline geldiği gözlenmektedir (Alpagut 2010: 86).
1939’da yayınlanan “İlk Öğretim” gazetesinde yer verilen şekliyle “Halkevlerimiz” başlıklı yazıdan “Halkevleri”ne ilişkin şu düşüncelere yer verilmiştir (2):
“1932 yılında yurdun yalnız 14 merkezinde açılmış olan Halkevlerinin sayısı, yeniden açılan 158 Halkevi ile 367’ye yükselmiştir. Bu mesut yıl dönümü ve yeniden açılan Halkevleri münasebeti ile Sayın Başvekilimiz, Doktor Refik Saydam, Ankara Halkevinde, yurdun her tarafından alaka ile dinlenen mühim bir nutuk söylemişlerdir.
Halkevlerinin mahiyeti ve vazifesi, Büyük Milli Şefimiz İsmet İnönü’nün, Ankara Halkevi kürsüsünde irat buyurdukları tarihi hitabelerinde çok özlü sözlerle ifade edilmiştir. Milli Şefimiz İsmet İnönü’nün bu sözlerini Halkevlerinin en faal unsurları ve en tabii azası olan öğretmenlerimiz, her zaman saygı ile tekrar edeceklerdir:
‘Halkevleri, vatandaşların memleket ve millet işlerini, bilhassa milletin yüksek kültür işlerini, düşündükleri gibi, zahmetsiz konuşabilecekleri bir yerdir. Halkevleri, bütün vatandaşların, bu vatanda ülkü sahibi, çalışmak ve çalıştırmak isteyen bütün güzide unsurların toplantı yeridir. Halkevleri, bütün vatandaşların müşterek malıdır. Halkevlerimiz temiz, feyizli ve ilerler bir halde olması, bütün devlet memurlarının, vatandaki bütün entelektüel sınıfın, bütün ilerlemek isteyen unsurların müşterek malı, müşterek vasıtasıdır. Halkevi yeni Türkiye hayatının başlı başına bir unsuru, başlı başına bir remzidir. Halkevleri sosyal ve kültürel kurumlardır. Onun için memleketin bütün ışıklı evlatları bu toplantılarda bulunarak zevklenmeli ve halkevine hizmet etmeği yurda karşı bir ödev telakki eylemelidir. Memur olsun, serbest meslek erbabı olsun, herkes halkevlerinde en temiz bir aile toplantısı gibi bulunmayı kendisi için istenilir bir iş saymalıdır. Halkevlerinde her toplanış vatandaşın karakterini sağlamlaştırmak, yükseltmek, inceltip güzelleştirmek için yeni bir fırsat olmalıdır…
Yalnız moral yolunda değil, maddi ihtiyaç yolunda da kudretli, takatli, cevherli, çok daha cevherli bir hale gelmek için güzel sanatları başlıca bir vasıta olarak görmelidir. Onun içindir ki Halkevlerinde güzel sanatlara sarf edilen bütün emekler çok verimlidir. Bu hususta emek sarf edenler, vatana hizmet etmeye çalışan adamlar gibi saygı ile muamele görmelidirler.’”
İsmet İnönü’nün bir manifesto ile ortaya koyduğu ilkeler ve güzel sanatlara verilen önem, Cumhuriyet kazanımlarının ve İnönü’nün kültürel konulara ilişkin kişisel yaklaşımının en güzel ifadelerinden birisidir.
Resim 4: Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Ankara Halkevi’ni Ziyaretine İlişkin Haberin Gazete Küpürü (Nedim Otyam Arşivinden)
1950 yılında kapatıldığında 478 Halkevi, 4322 Halkodası bulunmaktaydı. Bütün vilayet merkezlerinde, kaza merkezlerinin çoğunda, bazı nahiyelerde ve hatta köylerde Halkevi vardı (CHP 1945).
Halkevleri Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile kapatılır. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu durumu şöyle tanımlar:
“Böylece bir yandan CHP’nin merkezi bürokratik yapısının ağır işlemesi, ileriyi görmemesi, öbür yandan DP’nin gözlerinin parti husumeti ile kararması ve ülkenin kültürel kalkınmasını düşünmemesi, hatta istememesi yüzünden, gerçekten birer kültür ve ışık durumuna gelmeye başlayan Halkevleri o zaman tarihe karıştı.” (Velidedeoğlu 1973: 22).
1971 yılında Halkevleri’nin kuruluş yıldönümü nedeniyle yayınladığı mesajda İsmet İnönü, Halkevleri’nin kapatılmasını önleyememesini hayatının en büyük başarısızlığı olarak tanımlar(Kaplan 1974).
Cumhuriyet’in ilk yıllarına ilişkin, günümüz koşullarına dayalı ve günümüz penceresinden yapılacak her türlü değerlendirme aldatıcı sonuçlar ve yüzeysel bakış açıları doğurabilir. Yeni kurulan Cumhuriyeti tanımlayacak çağdaş yaklaşıma dayalı “yeni müzik anlayışı”, beraberinde getirdiği olumlu değerlerle birlikte bazı olumsuzlukların da hazırlayıcısıydı.
Aşağıda yer verilen 1939 tarihli belgede, dönemin C.H.P Genel Sekreteri ve Erzurum Milletvekili’nin Halkevi Başkanlığına yazdığı genelge ile “Halkevleri”nin müzik anlayışına ilişkin saptamaları bulunmaktadır (3):
“Halkevi Başkanlığına,
Halkevleri öğreneğinin 42. maddesinde Halkevleri müzik çalışmasından söz edilirken şöyle denilmektedir: ‘Halkevleri müzik çalışma ve müsamerelerinde beynelmilel Modern müzikle Halk Türkülerimiz esas tutulacak ve beynelmilel müzik teknik ve vasıtaları kullanılacaktır. Müzikte gayemiz Modern Beynelmilel Müziği ve teganni tarzını esas tutmak ve bunu tatbik ve temin etmektir.’
Bu esasa göre alaturka dediğimiz müziğe Halkevlerinde ister cümbüş, ut, kanun gibi sırf alaturka sazlarla; ister keman, piyano …gibi alafranga sazlarla, ister tef ve değnekle idare suretiyle yer vermemek lazımdır.
Maddede işaret olunan Halk Türküleri ancak Halk sazları ve Halk ağzı ile yapılabilir bir sanattır.
Öz halk müziği icrası, kendi sazını ve ağzını ve kendi tekniğini ister. Halk türkülerine refakat edebilecek Halk sazları da Cura, Bağlama, Bozok, Meydansazı, Kabak, Karadeniz Kemençesi, Davul, Zurna, Kaval, Darbuka, Çifte Nara,…. gibi aletlerdir.
Anadolu seslerine, Maya, Hoyrat, Bozlak, Deyişler, Didan… gibi Halk ezgilerine Keman, Cünbüş, Ut, Kanun, Kemençe, Ney,… gibi alaturka sazlar değil, doğrudan doğruya Halk sazları refakat etmelidir.
Halkevleri Talimatnamesinin müsaade ettiği Halk Türküleri, Halk Sazları ancak bunlardır. Ve icra tarzları da bundan ibarettir. Bunların dışında alaturka saz ve alelumum incesaz Halkevlerinin çalışmaları sahasına giremez.
Bazı Halkevlerimizin müzik çalışmalarında bu esaslardan maalesef ayrılmakta olduklarını öğrenmekte olduğum için böyle bir genelge ile tavzih ve ikaza lüzum gördüm.
Sevgilerimi sunarım.
C.H.P. Genel Sekreteri
Erzurum Mebusu
İmza”
Genelge ve içeriği “Halkevleri”nde ilke olarak benimsenen müzik eğitimi anlayışına ilişkin ilk elden bilgiler vermektedir. Genelge ile vurgulanan içerik; uygulanması öngörülen geleneksel ve modern müzik eğitimi anlayışının tam olarak tarifini yapmakta, alaturka diye adlandırılan müzik çalışmalarını kapsam dışında tutmaktadır.
Resim 7: Yardım Sevenler Cemiyeti Yararına Ankara Halk Evi’nde Sahneye Konulan Bir Müzikli Piyesin Afişi. 1943
Söz konusu yeni alışkanlıkları oluşturma süreci, beraberinde getirdiği stresle birlikte toplum içinde kaçınılmaz bir değişim dönemine girilmesine neden olmuştur. Cumhuriyetin algısında, tanımlanmasında ve geleceğinde müzik eğitiminin ve sanatının önemli bir yeri oluşu, toplum içerisinde insanların geçmişle bağlantılarında veya hızla gelişen olaylara ayak uydurmasında kendine özgü bir “stres” oluşumunu körüklemiştir.
Cumhuriyetin kuruluş döneminde “devrim” niteliğindeki gelişmeler için bu stresin yaşanması zorunluydu. Günümüz koşullarında yeniden değerlendirilmesi gereken bu evrilmenin kuşkusuz beraberinde getirdiği riskler ve yansımalar vardır. Geçmişten günümüze değin “Batı” kültürü olarak adlandırılan gelişmelerde, müzik alanında besteci, yorumcu, müzik eğitimcisi, müzikolog, müzik yazarı, çalgı yapımcısı, ‘emprezaryo’ ve dinleyici düzeyinde çok sayıda ulusun katılımı söz konusudur. Bu işbirliğinin çerçevesine bakıldığında, çok yönlü etkinlikler, konserler ve kültürlerarası alışveriş yoluyla, beğeni düzeyinin adeta rafineleşmiş anlamda ortak bir paydada buluştuğundan ve bu birikimin kendine özgü bir ağırlık içinde süzülerek geliştiğinden söz etmek gerekir. Cumhuriyet döneminde bu birikimin halka uyarlanmak istenmesiyle, halkın yüz yüze kaldığı yeni gelişmeler, ister istemez alışkanlıkların ve geleneklerin sorgulanmasına, bazı durumlarda da yara almasına yol açmıştır.
Resim 5: “İstiklal Marşı”nın Bestecisi O. Zeki bey(Üngör) Yönetiminde Saray Orkestrası (1917) (Bando Okulları Komutanlığı Arşivi)
Bu bölümde, Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde Ankara’nın kültürel ortamında gerçekleştirilen etkinlikler üzerine ve batı müzik kültürünün yerleştirilmesine verilen önemle ilgili belgelere dayalı bilgiler verilmektedir. Aşağıdaki yazı, 1930 tarihli “Hâkimiyeti Milliye” gazetesinden aktarılmıştır (4).
“Musiki Muallim Mektebi’ndeki Cuma Konserleri
Cumhur Riyaseti orkestrasının şefi ve Musiki Muallim Mektebi’nin müdürü Zeki Bey memleketimizin nadir yetiştirdiği tiplerden biridir.:
Bütün hayatını bir ideal için sarfeden adam!
Memleketimizde medeni musikinin yılmak bilmez mücahitlerinden biri olan Zeki Bey, bugün aynı gaye için yeni, yeni unsurlar yetiştiren bir mektebin başında bulunuyor.
Onun için Zeki Beyin ak saçlı başı bugün her zamankinden genç görünüyor.
İdealin tahakkukunu gören adam kendisini daima genç ve dinç hisseder de ondan.
Zeki Bey mektepte yalnız talebe yetiştirmekle iktifa etmiyor. Aynı zamanda milleti de yetiştirmek istiyor. Onun için her Cuma günü konserler verdirtiyor..
Medeni musikinin zevkini halka aşılamak için..
Memleketimizde medeni musikinin yayılması, her şeyden evel bir terbiye işidir.
Kulaklarımız dola, dola Avrupalılaşacak.
İtiraf edelim ki, bugün ekseriyetimizin kulakları daha alaturkadır.
Bu da gayet tabiidir: Çünkü beşikte dinlediğimiz ninniden, sokaktan geçen dilencilerden, kahvelerdeki incesaz vaveylasından, alaturka plakların yaygarasından gıda alan kulaklarımız kolay, kolay medeni musikiye ısınamaz.
Zeki bey, bu işin ne büyük bir sabıra muvakkıf olduğunu bildiği içindir ki saçlarını ağarttı ama azmini ve ümidini karartmadı.
O daima geniş halk kütlelerile temas imkanlarını aradı. Şefi bulunduğu orkestrayı daima halk için bir ‘terbiye vasıtası’ olarak kullandı.
Ankara radyosuna alaturka musikiyi sokmadı.
Halkın seviyesine inmedi. Halkı kendi seviyesine yükseltmeğe çalıştı.
Bugün de bu “iğne ile kuyu kazar” gibi didinmenin yemişlerini birer birer topluyor.
Mektepte yüz genç talebesi var ki, her biri mektepten çıkınca binlerce talebe yetiştirecek.
Mektebin konser salonunda her Cuma tertip ettiği konserler büyük bir rağbet görüyor. Mektebin uzak olmasına ve hemen hiç reklam yapılmamasına rağmen halk gidiyor.
Sonra en mühimmi, halk konser dinlemesini öğrenmiştir.
Bence Zeki beyi en çok sevindiren şey de budur:
Dinleyenlerin kemiyetinden ziyade keyfiyeti!...
Pierat ve Cortot Müsamereleri
Pek basit bir hakikat: Otomobil olmasaydı, şoför yetişmezdi! Türkocağı tiyatrosu olmasaydı, Ankara’da tiyatro oynanmazdı. Ve konser verilmezdi.
Ve Devlet merkezinde tiyatro oynanmaması ve konser verilememesi ne garip bir gerilik olurdu!
Bu itibarla diyebiliriz ki, Türkocağı tiyatrosu Ankara’mızın kültür hayatında bir inkilap yaptı.
Bugün bu tiyatro sayesinde Ankara halkı ruhunun ve kafasının mühim bir boşluğunu ara sıra doldurabiliyor. Çok yazık ki, Devlet merkezinde, hiç olmazsa kış mevsimi için, bir tiyatro trupumuz yok. Fakat ocak bu büyük eksikliği tertip ettiği turnelerle mümkün mertebe gidermeye çalışıyor:
Geçen sene Mari Bel trupu bize ne güzel akşamlar geçirtmişti! Sonra arkasından gelen Darülbedayie de ne heyecanlar ve zevkler borçluyuz (5)…
Ankara, yeni Türkiye’nin yalnız siyaset merkezi değil aynı zamanda kültür merkezi de olmak mecburiyetindedir. Büyük bir sevinçle tesbit edebiliriz ki, Ankara bu yolun üzerinde yürüyor.
Ankara, inkilabın başıdır.
Ankara, inkilabın motörüdür.
Ankara, inkilabın mihrakıdır.
Bu itibarla onu medeniyetin bütün vasıtaları ile techiz etmek mecburiyetindeyiz.
Mesela Darülfünunsuz bir Ankara tasavvur olunmaz. Bence Darülfünun meselesi her şeyden evvel mesken buhranının halline bağlıdır. Mesken buhranı halledilsin Ankara’nın Darülfünunu da olacaktır. Çünkü mesken buhranı halledilince Ankara’nın nüfusu artacaktır. Nüfus artınca da İstanbul’dan ayrılmak istemeyen profesörler Ankara’ya can atacaklardır…
Türkocağının Ankara münevverleri için hazırladığı ziyafetlerden biri de meşhur Fransız piyanisti Cortot’nun konseridir.
Resim 6: Konser Salonunda Ziya Gökalp’in Özlü Bir Sözüne İlişkin Afiş (Bando Okulları Komutanlığı Arşivi)
Cortot birinci kanunun 16 sında bir konser verecektir. Konser programı da gayet eyi tertip edilmiştir.
1 Concerto da camera Vivaldi
2 24 Préludes Chopin
3 Polonaise op. 32 Chopin
4 Etude en forme de valse Saint Seans
4 La Cathédrale engloutie Debussy
5 Segiedilles Albenitz
6 2. Rapsodie Liszt
Cortot’un beynelmilel şöhreti düşünülürse 16 birinci kanunun heyecanını şimdi den duymamak kabil değil!
Ocağın büyük maddi fedakarlıklar ihtiyarı ile tertip ettiği müsaderelere karşı münevverlere düşen mühim bir vazife var:
Tiyatro ve konser akşamlarına gitmek!
Salonu dolduramazsak, ocağın bu fedakarlığına layık olmadığımızı ispat etmiş olacağız! V.N”
1928 tarihli “Hâkimiyeti Milliye” gazetesinden aktarılan yazı da ise dönemin sanat etkinliklerine ilişkin şu konular üzerinde durulmaktadır:
“Günün Gölgesi
Musiki (6)
Haftanın tatil gününde eski Türk Ocağı salonu, zevki mütekamil bir kalabalıkla işgal ediliyor. Cumanın hiçbir saati, Riyaseti Cumhur Orkestrasının verdiği konserde geçen zamanlar kadar, lezzetli ve dolgun değildir. O gün, konsere gidenler, müvellidülhumuzası nağme olan bir hava teneffüs ederler. Ve bir iki saat, gökleri atlas, zemini ipek bir iklimde gezerler.
İki gün evvel ben de bu bahtiyarlar arasındaydım. Zeki B. üstatlık sahasını biraz daha genişleterek, musikiyi sevenlere, konserden önce çalınacak parçalar hakkında, izahat vermek usulünü takip ediyor.
Bununla beraber, verilen izahata rağmen, anlayışında kendim kadar şüphe ettiğim kimselerin bulunduğuna kaniim. Fakat, altı ay bu konserlere devam ettikten, bu dersleri dinledikten sonra musiki nazariyatına ait şöyle böyle bir ilmimiz olması ihtimal dahilindedir…
Alaturka musikide, içki ve meze, adeta saz takımını tamamlayan birer aletti. Kadeh şıngırtısı, fasılların içinde eriyen bir nağme gibiydi. Öyle bir musiki ki, rakı ve salata olmasa, telleri eksik keman gibi ses çıkaramazdı. Orkestra ise bize sükutun, musikiye en çok yaraşan bir arkadaş olduğunu göstermiş oldu. (Faruk Nafiz)”
Resim 8: Cumhuriyet’in İlk Yıllarında, Açık Hava Konserinde Halk Müzik Sanatıyla Tanışırken (Bando Okulları Komutanlığı Arşivi)
Resim 9: Halk Konser Salonlarında Etkinlik İzlerken (Bando Okulları Komutanlığı Arşivi)
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulus olarak müzikteki yenilikleri kavramak için zaman çok kısıtlıydı. Değişim tüm özellikleriyle halk tarafından kısa sürede algılanmalıydı. O nedenle Atatürk’ün sanata ve müziğe bütünsel bakışı, o döneme özgü biçimde güdümlüydü ve istendik gelişmeleri önceliyordu. Bu durumu en güzel örnekleyen kurumlar devrin tek partili yönetiminin planlı kültür hareketleri ile oluşturduğu Halkevleri’dir. Halk müziğini, Türk müziğinin geleneksel sunumunu ve diğer deneysel müzik etkinliklerini etkilemiş olan bu çalışmalar bazen de amacını aşan zorlamalarla gelişen o döneme özgü gerçeklerdi. (7)
Resim 10: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Turneye “Yurt Gezisine” Çıkarken (C.S.O Arşivi)
SONUÇLAR VE ÖNERİLER
Cumhuriyet ve devrimlerinin başarılı olabilmesi için dönemin tek partili yönetimince toplumsal dönüşümün sağlanması, ulusal birlik ve bütünlüğü sağlayacak değer yargılarının oluşturulmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Ulusal sınırlar içinde yaşayanlar aynı gelenekleri, aynı tarihi yaşamış olmaları nedeniyle ortak bir paydada buluşmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, ulus ve ülke bütünlüğü, ulusal bilinç ve ulus egemenliği sıklıkla vurgulanarak bu kavramlar etrafında bütünleşmek ana ilke olmuştur.
Atatürk’ün başından beri ileri görüşlülükle yerleştirmeye çalıştığı “ulus” bilinci; her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de sıkıca sarılmayı gerektiren ve önemini hiçbir zaman yitirmeyecek kavram ve uygulamalar barındırır. Bu gereksinimlerin dünya kültür tarihindeki her dönemden daha çok ve farklı biçimlerde ulusları etkilediği görülmektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında müzik sanatının ülkeye yerleşmesi için atılan adımlar ve yaklaşık 15 yıl içerisinde gerçekleştirilen etkinlikler, köklerinin geçmişin izleriyle birlikte çok yönlü biçimde değerlendirilmesini gerekli kılan önemli eğitsel örnekler sergiler. Bu nedenle, Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayan müzikte “batılılaşma” süreçlerinin Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen “çağdaşlaşma” hareketleriyle bağlantılarının doğru ve organik bir biçimde incelenmesi önemsenmelidir. Bu incelemelerde hiçbir gelişmeyi veya müzik türünü birbirinden önemsiz görmeden, dönemsel veya içeriksel bakımından öncelikli gelişmelerin olması nedeniyle, nesnel çözümlemeler ışığında yeni değerlendirmelere gereksinim duyulmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda, “Batılı” kurumların geniş anlamda “öykünme” yoluyla ele alınması, bunların toplumun saraya yakın belirli kesimlerinde dar veya geniş anlamda kabul görmesi, buna karşın toplumun diğer kesimleri arasında ise, kurumsallaşmaya ilişkin bağlantıların kurulmasında önemli kopuklukların oluşması kaçınılmaz bir durumdu. Cumhuriyet döneminde bu kopuklukların giderilmesinde “Batı”daki kurumların temelini oluşturan “ilkelerin” öncelikle alınmasının ana çözüm yolu olarak düşünülmesi, kurumsallaşmada başlıca yaklaşım biçimiydi. Döneme ilişkin belgeler ve fotoğraflar bu anlamda gerçekleştirilen adımları ve gelişmeleri yansıtmakta, müzikte çağdaşlığı hedefleyen atılımlara ilişkin önemli bilgiler vermektedir.
“Halkevleri”nin bütün kollarıyla ana amacının; “Milli değerleri işlemek, Türk devrimini geniş halk hayatı içinde kökleştirmek, Milli Birliği sağlamak” anlayışıyla bütün aydınların ve devlet hizmetinde yer alan bütün yurttaşların, kültür yolundan kendilerini bu işe vererek katkı sağlamaları olduğu anlaşılmaktadır.
Döneme ilişkin gelişmelere yansız bakılmasının ve yapıcı anlamda gerekli sonuçların çıkarılmasının yararları önemsenmelidir. Kültürel alandaki politikalar, çağdaşlaşma hedefinden sapmadan halkı bütün değerleriyle kavramalı ve ülkeye özgü inceliklerin gözetilmesi ile sürekli gelişmeyi öngörmelidir.
Türk Ulusu, sözlü ve yazılı kültür özelliklerini bünyesinde barındıran ve onu çağın gerekleriyle yüceltme yetisine sahip ender ülkelerden birisidir. Halk müziğinin özünü, geçmişten günümüze uzanan zengin bir birikim oluşturmaktadır. Ancak, halk kavramına, içsel devinim ile yarattığı etkiler açısından bakıldığında, halk müziğinin geçmişe ve geleceğe ilişkin etkiler taşıdığı gözlenir. Bu durum, doğal bir biçimde yeni düşünce ve yaratı alanlarının varlığını duyumsatmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki söz konusu gelişmelerin ve istendik çabaların ışığında; örgün ve yaygın müzik eğitimi yapımız kuruluş yıllarındaki “Milli Eğitim” ruhuna ve çağın gereklerine uygun bir anlayışla, çağın teknolojik özelliklerinden yararlanarak, halk ile müzik eğitimi arasında köprü kurucu modeller oluşturularak ülke çapında yaygınlaştırılmalıdır. Bu kurumlarda, çağdaş programlar doğrultusunda uygulanan müzik eğitiminin içeriğinde, nitelikli müzik değerlerimizin çeşitliliğine özen gösteren kazanımların elde edilmesine önem verilmelidir.
Türk ulusunun bu coğrafyada varlık nedeni olduğu gibi, yanı sıra birçok kazanımın borçlu olunduğu “Cumhuriyet” atılımlarının; eksik kalan veya olası yanlışlıklar içeren yönlerinden dersler çıkartılması ile daha ileri ve çağdaş adımlar atılması hedeflenmelidir.
NOTLAR
1. Bu bölümde, Neşe G. Yeşilkaya’nın doktora tezinden türettiği “Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık” isimli çalışmasından yararlanılmış ve Yeşilkaya’nın aktarmasıyla birincil kaynaklara atıfta bulunulmuştur. Yeşilkaya, Neşe G. (2003). Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık, İletişim Yayınları, İstanbul, 2. Baskı, s. 80, 81, 87–90.
2. Bu bölümde 4 Mart 1939’da yayınlanan “İlk Öğretim” gazetesinde yer verildiği şekliyle “Halkevlerimiz” başlıklı yazıdan alıntı yapılmıştır.
3. Bu belge C.H.P Genel Sekreteri ve Erzurum Mebusu tarafından 28-03-1939’da “Halkevi Başkanlığı”na yazılmıştır. Sayı: 5/1416 Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi.
4. Hâkimiyeti Milliye gazetesinde (1 Kânunuevvel 1930 s.4) Güzel Sanatlar bölümünden aktarılmıştır.
5. “Trup”sözcüğü burada ‘aynı tiyatroda çalışan oyuncular topluluğu’ için kullanılıyor.
6. Bu yazı, “Hâkimiyeti Milliye” gazetesinden aktarılmıştır. 23 Kanunu evvel 1928 s.4
7. Fotograflar, Bando Okulları Komutanlığı, Nedim Otyam , CSO ve Arkitekt Dergisi Arşivinden yararlanılarak bu çalışmaya aktarılmıştır.
Resim ve Belge Listesi
Resim 1: Eskişehir Halkevi: ön ve arka cephe (Arkitekt 1936)
Resim 2: Konya Aksaray Halkevi Çalışmalarından Bir Fotoğraf (Nedim Otyam Arşivinden)
Resim 3 (a/b): Halkevleri XIII üncü Yıldönümü Tören Programı, 1945 (Nedim Otyam Arşivinden)
Resim 4: Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Ankara Halkevi’ni Ziyaretine İlişkin Haberin Gazete Küpürü (Nedim Otyam Arşivinden)
Resim 5: “İstiklal Marşı”nın Bestecisi O. Zeki bey(Üngör) Yönetiminde Saray Orkestrası (1917) (Bando Okulları Komutanlığı Arşivi)
Resim 6: Konser Salonunda Ziya Gökalp’in Özlü Bir Sözüne İlişkin Afiş (Bando Okulları Komutanlığı Arşivi)
Resim 7: Yardım Sevenler Cemiyeti Yararına Ankara Halk Evi’nde Sahneye Konulan Bir Müzikli Piyesin Afişi. 1943 (Nedim Otyam Arşivinden)
Resim 8: Cumhuriyet’in İlk Yıllarında, Açık Hava Konserinde Halk Müzik Sanatıyla Tanışırken (Bando Okulları Komutanlığı Arşivi)
Resim 9: Halk Konser Salonlarında Etkinlik İzlerken (Bando Okulları Komutanlığı Arşivi)
Resim 10: Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Turneye “Yurt Gezisine” Çıkarken (C.S.O Arşivi)
Resim 11: Konya Aksaray Halkevi Etkinliklerinden Çeşitli Görüntüler (Fotoğrafları Çeken: Kamil Saraçoğlu Konya-Aksaray. Nedim Otyam Arşivinden) 7 adet resim.
Ahmad, Feroz. Modern Türkiye’nin Oluşumu. İstanbul: Doruk Yayınları, 2002.
Alpagut, Leyla. 1930'larda Bir Mimar: İzzet Baysal. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 1, 2009.
Alpagut, Uğur. Müzik Sorunlarına Bakışta Atatürk’ün İzleri. Birinci Basım. İstanbul: Bilim ve Ütopya Kitaplığı, 2010.
Alsaç, Üstün. Türkiye’de Mimarlık Düşüncesinin Cumhuriyet Dönemi’ndeki Evrimi. Trabzon: KATÜ Yayını, 1976.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988.
Bozdoğan, Sibel. Modernizm ve Ulusun İnşası. Birinci Baskı. İstanbul: Metis Yayınları, 2002.
Cengizkan, Ali. Modernin Saati, Ankara: Mimarlar Derneği Yayını, 2002.
Cezar, Mustafa. Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi. İstanbul: Ekav Eğitim Kültür ve Araştırma Vakfı, 1995.
CHP Halkevleri Öğreneği, , Gönyönkurul tarafından hazırlanmış GenBaşkurca kabul edilmiştir. Ankara: Recep Ulusoğlu Basımevi, 1938.
CHP, Halkevleri 1932–1935: 103 Halkevi Geçen Yıllarda Nasıl Çalıştı? 1935.
CHP, Halkevleri ve Halkodalarının Yurt İçinde Dağılışları. Ankara: Doğuş Matbaası, 1945
CHP, Halkevleri Çalışma Talimatnamesi, Ankara: Zerbamat, 1940
Demirsipahi, Cemil. Türk Halk Oyunları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: 148:(6-8). Birinci Baskı. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1975.
Güven, F.C. Halkevleri’nin Kuruluş Nedeni, Atatürk ve Halk Evleri, Atatürkçü Düşünce Üzerine Denemeler, (59). Ankara: Türk tarih Kurumu Basımevi, 1974.
Hançerlioğlu, Orhan. Toplumbilim Sözlüğü (165). İstanbul: Remzi Kitabevi, 1986.
Kaplan, Ayten. Kültürel Müzikoloji. Birinci Basım. İstanbul: Bağlam Yayınları, 2005.
Kaplan, Kadri. Halkevleri, Atatürk ve Halkevleri. Atatürkçü Düşünce Üzerine Denemeler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1974.
Kutlay Baydar, Evren. Osmanlı’nın Avrupalı Müzisyenleri. 1. Basım. İstanbul: Kapı Yayınları,2010.
Mardin, Şerif. Türk Modernleşmesi. 1. Baskı. İstanbul: İletişim Yayını, 1991.
Nasır, Ayşe. Türk Mimarlığında Yabancı Mimarlar. Yayımlanmamış doktora tezi. İstanbul: İ.T.Ü. 1991.
Örnek, V. Sedat Türk Halkbilimi, T.C. Kültür Bakanlığı: 1629, Hagem Yayınları: 210 Gelenek, Görenek ve İnançlar Dizisi: 20, Ankara: Türk Hava Kurumu Basımevi, 1995.
Sarısözen, K. Bilsel. Sınıf Öğretmenliği Bölümü, Türk Halk Müziği, Yayımlanmamış Ders Notları, Bolu: Abant İzzet Baysal Üniversitesi, 2000.
Say, Ahmet. Müzik Tarihi. 5.Basım. Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları, 2003.
Say, Ahmet. Müzik Ansiklopedisi. Birinci Basım. Ankara: Müzik Ansiklopedisi Yayınları, 2005.
Tan, Nail. Atatürk ve Türk Halk Müziği, Türk Halk Müziği ve Oyunları. Ankara: Folklor Dergisi, Mansur Kaymak Yayınları. cilt 1, sayı 1–2:5, 53–56, 1982.
Uçan, Ali. Müzik Eğitimi Temel Kavramlar-İlkeler-Yaklaşımlar ve Türkiye’deki Durum. Ankara: Evrensel Müzikevi, 2005.
Velidedeoğlu, H. Veldet. Halkevleri’ne İlişkin Eski Bir Anı. Yyy: Halkevleri Dergisi, sayı: 76:22, 1973.
Yavuz, Yıldırım. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde Ulusal Mimari Üzerindeki Batı Etkileri (1908-1918).Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi,1,1976.
Yenişehirlioğlu, Filiz. Sanatta Osmanlı İmparatorluğu Fransa Etkileşimi. Osman Hamdi Bey ve Dönemi Sempozyumu (17-18 Aralık 1992). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993.
Yeşilkaya, G. Neşe. Halkevleri: İdeoloji ve Mimarlık.( 80, 81, 87–90). 2.Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları. 2003.
*Bilim ve Ütopya Kitaplığı Yayınları "Müzik Sorunlarına Bakışta Atatürk'ün İzleri Birinci Basım 2010 Sayfa: 53" adlı kitaptan alınmıştır.
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.