Yazılar
Sanat ve Özgür DüşünceSayı: - 20.06.2006
Ben sizleri müzik tarihinde bir iyolculuğa çıkartmak istiyorum. Tarih boyu müzikçilerin özgür düşünce kadar
güdümlü yaratıcılık evresinden de geçtikleri görülür.
Rönesansta bütün sanat dallarında yeniden doğuş, yeniden keşfediş coşkusu dalgalanırken, müzikçi büyük bir acı yaşamaktadır.
Ortaçağın din adamları antik dönemin müziğini çok tanrılı dinlere bağlılık olarak ve dans etmek gibi dünyasal hazların yansıması olarak gördüklerinden
yok etmişlerdir. Neredeyse onuncu yüzyıla kadar yalnız kilise ilahileri egemendir, kilise dışında bile! Çocuklar
doğum günlerinde Gregoryen ezgileri söylerler. Çünkü kiliseye orgdan başka çalgı girememiş, polifoni yasaklanmış, duaların kutsal içeriğine halel getirmemek için yalnız ilahi sesler kabul edilmiştir. Rönesans döneminde heykel, edebiyat, mimari, tiyatro gibi bütün sanat dallarında antik çağın örnekleri sanatçılara modellik ederken müziğin var olduğunu bildiği halde sesini bilemeyen besteci, on yüz yıl boyunca kilise güdümündeki ilahilerden başka şey bilmemektedir. Müzik, resim sanatının tanıklığı ve teorisyenlerin belgeleriyle varlığını korumaktadır.
Karşı-reform döneminde İtalya’da
Palestrina ilk kez altı sesli bir mes yazarak polifoninin kutsallığı bozmadığını kanıtlar. Yine de bağnaz kilise polifoniyi ve çalgıları kendi alanından uzak tutmaya çalışacaktır.
Altın Çağla ve Barok dönemle sanatçı kilise bağımlılığından biraz olsun kurtulmaya başlar. Bu kez bir başka çekim gücü, saray devreye girmiştir. Saraydan beslenmeye başlayan müzikçi, zamanın prensleri, kralları ne istiyorsa ona göre besteler üretir.
Barok ve Klasik çağda sürüp giden bu
güdümlülük bir yerde besteciyi mutlu etmektedir. Örneğin
Haydn, tıpkı bahçivan ya da aşçı gibi lacivert bir üniforma giyer. Sarayın hizmetlisidir ne de olsa, müzik hizmetlisi.. Elinin altına Esterhazy Sarayının orkestrası verilmiştir. İstediği deneyimi yapabilir bu toplulukla. Sürekli prenslerle ve onların konuklarıyla görüş alışverişinde bulunur,
genel zevke göre yazar sonatlarını, kuvartetlerini ve senfonilerini.
Sonra hiç seyahat etme özgürlüğü bile olmaksızın bir hapis yaşamı sürdürür bu prenslik babadan oğula ...
J.S.Bach, yaşamının en mutlu dönemini
1720’li yıllarda Kötchen Sarayında geçirir. Prens Leopold müzik meraklısıdır, iyi para öder müzikçilere. Hatta onun çaldığı bir çalgıya Bach da besteleri içinde solistik roller verir! Ama sonra gelen prens müzikle ilgilenmediği için işine son verilir. Bu besteciler öylesine yaratıcılıkla doludur ki onlara belli sınırlar konsa da içinde kanatlanıp uçmanın yollarını bulacaklardır. Bach’ın Leipzig’de her Pazar günü kilisedeki bir tören için kantat yetiştirmek zorunda oluşu,
yoksa işimi kaybederim korkusuyla yaşaması inanılır gibi bir baskı değildir.
Öte yanda bu dürtü ile yüzlerce harika kantat ortaya çıkmıştır. Kimi bir azizin isim günü için, kimi düğün kimi cenaze, kimi vaftiz töreni için...
Mozart, hiçbir zaman çevreden, tarihi olaylardan etkilenmeden, katıksız müzik bestelemiştir. Ve karşısındakinin hemen algılayacağı, yalın müzik. Toplumu hemen mutlu edecek müzik. Onun efendisi de toplumdur.
Beethoven ile başlayan Romantizmde, Romantik dönemin bestecisi artık işvereninden uzak bir yaratıcıdır. Ondan kimse birşey istemez, kimse yapıt ısmarlamaz, onu kimse güdümleyemez zaten. Önceleri Napolyon’un kahramanlıklarına hayran olan
Beethoven’a Eroica’nın ilk sayfasını yırtmaya kalktığında artık çok geç olduğu söylenir. Çünkü zaten senfoni o esinle yazılmış öylece tarihe geçmiştir bile.
19.yüzyılın Romantik bestecisi kendi kabuğuna çekilmeyi, başına buyruk olmayı,
bir patrona hizmet etmemeyi ilke edinmiş; siyasal kavgalardan uzak durmayı yeğ tutmuştur. Hep hayalinde onu alkışlayan tanımadığı bir dinleyici için besteler yazar.
Oysa aynı dönemin opera bestecisi
Verdi, İtalyan parlamentosunda bile yer almıştır. Tarihteki ezilmiş toplumları konu alan operalarındaki müthiş o günkü ezilen toplumunun sesini haykırmaktadır. Böylece bir toplumsal kahraman olur.
20.yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşı geçiren besteci ister istemez politik kavgaların, toplumsal sorunların içine girmiştir. Önceki çağın karmaşık tekniği ve yoğun duygularla yüklü müziği yerine daha kolay anlaşılabilir, geniş kitlenin, eğitimsiz dinleyicinin dünyasını daha kolay kavrayabilir müzikler bestelenmiştir.
Yararlı Müzik akımı ya da Fransız Altıları’nın sunduğu kıvrak, neşeli ezgiler bu amaç doğrultusundadır. Siyasal olayların müziğe girmesiyle önce
tiyatro ile müzik birleşir; görsellik ile işitsellik yeni ortamlar yaratır. Böylece konunun, öz’ün güncel oluşu, çağı yansıtması kadar, müzik biçiminin de güncel malzemeden yararlandığı görülür.
Ernst Krenek ilk kez
toplumsal olayları taşlama ve başkaldırı niteliğindeki operası (
Jonny Spielt Auf)’u 1927’de ortaya çıkartır. Leipzig’deki temsilinden sonra hemen 18 dile çevrilerek Rusya ve Amerika dahil dünyanın pekçok ülkesinde gösterime girer. Krenek’in operası,
Zeitoper (günün operası) türüne öncülük eder. İçinde yaşadığı güncel ortamı,
toplum koşullarını dile getirmektedir. Zeitoper türünün diğer örnekleri Hindemith’in “
Daily News” operası; Max Brand’ın
Makinist Hopkins adlı operası ve Schönberg’in
Von Heute auf Morgen adlı yapıtıdır. 1930’da yine Leipzig’de sahnelenen bir başka toplumsal içerikli yapıt da
Mahagony’dir.
Kurt Weill Alman oyun yazarı ve şair Bertold Brecht ile ortak çalışması sonucu ortaya çıkan birkaç sahne yapıtından biridir. Masalsı bir özgürlük kenti olan Mahagony’de herkes canı istediği gibi yaşamaktadır. Dünyanın dört bir yanından insanlar özgür kalabilmek için bu kente göçetmektedir.
Ancak 1933’den sonraki Nazi baskısı oyunu derhal yasaklar.
İtalya’da Nono, kendini komunizme adamış bir sanatçı olarak yapıtlarında kitlelerin coşkulu sesini duyurmak amacıyla
korolu bir teknik geliştirir. Yine de İtalyan lirizminin yumuşaklığından kaçınamaz. Siyasal hükümlülerin haklarını savunan
Askıdaki Şarkı toplumun dinamik sesidir. Berio’nun 1964’deki görsel oratoryosu
Traces ırk çatışmasını konu alır, çeşitli müzikleri birleştirerek kapitalizme hücum eder.
1970’li yıllarda yeni sol akımını desteklemek üzere müzik bir araç olarak kullanılmalıdır. İki dünya savaşı arasında
Rusya’da sanat adına en çok tartışılan konu da bu olmuştur: Müzik,
geniş kitlelere hemen seslenen, işçinin köylünün dinlediği anda zevk alabileceği nitelikler taşımalıdır.
Sovyet liderlerini öven kantatlar, anavatanı betimleyen senfoniler, köylü kahramanlığını sergileyen operalar kabul görmektedir. Oysa yeni solun destekçileri için bu gerçek sosyalizmin müziği değildir. Onlar Brecht-Weill işbirliği ile yazılan örneklere yönelirler.
Bu arada Komonist
Çin’deki kolektif müzik yapma olayı bazı Batılı müzikçilerin ilgisini çeker. İtalya’da “Yaşayan Elektronik Müzik” grubu, dinleyicinin de katıldığı yapıtlar üretir. Aynı anda İngiltere’de Cornelius Cardew tarafından kurulan Scratch Orkestrası doğaçlama yoluyla
kolektif besteler yapmayı ve amatör üyelerle çalışmayı yeğ tutar. Henze, kaçak bir Kübalı tutsağı konu aldığı
El cimarron’da bir vokalist ve üç yorumcu kullanır. Henze, Edward Bond ile 1976’da ortak bestelediği
Akarsuya Varırız (We Come to the River) adlı sahne yapıtının Covent Garden’daki program notlarına şöyle yazar:
“Günümüzde sanatçı, çalışan sınıfın imgesini ve duyarlılığını yansıtmalıdır. Sanatın yapacak başka şeyi yoktur. Bu, sanatın günümüzdeki tanımı olmalıdır.”
RUSYA
1917 devrimiyle, Rusya’da politik açıdan gerekli olan, bir bestecinin ulusal kimliğini duyurmasıdır. Bu konuda Prokofiyef ve özellikle Şostakoviç tarihin en büyük savaşını vermiş bestecilerdir.
Prokofiyef’in ilk dönem yapıtları 1917 Devrimine hazırlanan ülkenin koşullarını yansıtırcasına kişisellikten uzak, yaldızsız ve dobradır. Baleleri, Eisenstein’in filmleri için müzikleri, piyano konçertoları ve senfonileriyle 20.yüzyılın ilk yarısını ikinci yarısına bağlayan köprü bestecilerden biridir. Ortaya çıkan ilk yapıtları, birinci piyano konçertosu da dahil olmak üzere, bestecinin
ters tepkiler almasına yol açar. Aynı yıllarda Rusya, 17 Ekim devriminin hazırlığı, şoku ve fırtınası içindedir. Amerika’ya gitmek üzere
1918’de ülkesini terkeder. Besteci 1923’den sonra Paris’e yerleşir ve verimli bir dönemine girer.
Prokofiyef, Stravinski gibi ülkesiyle ilk ağızda tüm ilişkileri kopartmadığı için 1927’den sonra bir iki ziyaret gezisi ardından 1936’da eşi ve iki oğluyla kesin dönüşü güç olmaz. Artık müzik dili olgunlaşmış ve Sovyetler Birliğinin
desteklediği bir sanatçı olarak geniş halk kitlelerine seslenmeye hazırdır.
Önceleri Ekim devriminin 20. yıldönümüne ya da Stalin’e kaside gibi besteler yapar. Aynı zamanda
Romeo Jüliyet Balesi ve beşinci senfonisi gibi büyük çapta yapıtlar üretir. Ancak ortam çok gergindir. Şostakoviç’in
Lady Makbeth’i henüz olaylar yaratmış ve kendi
Romeo Jüliyet’i red edilmiştir.
Peter ve Kurt gibi öğretici bir yapıtla tiyatro ve film müzikleri besteler. Eisenstein’ın filmlerine yazdığı müzikler de bu döneme rastlar:
Aleksandr Nevski ve
Korkunç Ivan gibi.
Sindrella balesini geniş kitleleri etkileyecek bir yapıt olarak düşünse de yine gösterime alınmaz.
1948’de Sovyet yetkilileri günün diğer önde gelen Sovyet bestecileri gibi Prokofiyef’in müziğini de itici ve ideoloji açısından utanç verici olarak duyurup çalınmasını yasaklarlar. 1959’a dek resmi makamlarca müziğinin yeniden çalınmasına izin verilmez. Besteci son yıllarını hastalık ve düş kırıklığı içinde geçirir. 5.Mart 1953’de, Joseph Stalin ile aynı gün, beyin kanamasından ölür.
Dimitri Şostakoviç
Şostakoviç hiçbir zaman ülkesinden ayrılmamıştır. 20.yüzyılın bu büyük bestecisi ikilemlerin acısıyla kavrulmuş;
gün olmuş uğruna tüm sanatını adadığı Stalin rejimi tarafından baştacı edilmiş, ülkesinin sanat elçisi olarak dış dünyada kabul görmüş; gün olmuş aynı rejim tarafından yenilikçi olmakla , işçiye köylüye seslenmemekle suçlanmış, aşağılanıp cezalanmıştır.. 1926’da ilk senfonisinin çalınışı çelişik yankılar doğurur. Önce büyük beğeni toplayan yapıt politik çevrelerce burjuva zevkine hizmet etmekle suçlanır. Bu politik-kültürel bir savaştır. Bir yanda duygularını özgürce anlatmak için yeni çağa yeni bir dil arayan Batılı bestecilerin yöntemleri; öte yanda işçi ve köylülere seslenmesi öngörülen
Rus Emekçi Sınıfı Müzikçiler Birliğinin (RAPM) önerdiği yalın yöntemler! 1928’de Sovyet müziğinin elçisi olarak yarı resmi bir görev ile onurlandırılır. Dünyayı dolaşıp Rus müziğini tanıtacaktır. Bu arada yenilikçi yöntemlere özenmesi, kişisel bir müzik dili yaratmaya başlaması ve ince alayla yüklü
Burun adlı nükteli operası ile yeni saldırıların hedefi olur. 1931’de New York Times’ın Aralık sayısına verdiği bir demeçte
besteci kendini bir devrimci-popülist olarak tanımlar ve içinde ideoloji taşımayan müzik düşünemediğini söyler. Bu demeçle Batı dünyası tarafından
“komunist besteci” yaftasını takınmış olur.
1936’da Mtsenskli Lady Macbeth operası için
Pravda gazetesi: “Müzik değil, kargaşa; ancak burjuva zevklerine sesleniyor” yargıları içinde Şostakoviç’e karşı geniş bir hakaret dizisi yayınlar. O güne dek ülkesini temsilen yurt dışında konferanslar vermiş, piyanistliği ve besteciliği ile ünlenmiş, ödüller ve fahri doktoralar kazanmış bir sanatçıdır. Birdenbire yapıtlarının seslendirilmesi yasaklanır,
Bir yıl sonra yazdığı Beşinci Senfoni, yeniden saygınlık kazanmasını sağlar. 31 yaşındaki besteci bu senfoniyi kendi sanatsal kişiliği için geri bir adım olarak yorumlasa da, sunuş yazısında “Bir Sovyet sanatçısının adil eleştiriye cevabı” notunu düşer. Böylece “Sovyet senfoni geleneğinin en büyük ustası” olarak onurlandırılır. Bugün hala nice sinema ve reklam filmlerinde 5.senfoninin son bölümü coşkulu ritmi, alımlı melodisi ile kullanılmaktadır. Şostakoviç, 1948’de yine Sovyet yetkililerini kızdırınca bundan sonra iki türde yapıt üretmeye başlar:
Kimi rejimin ülküsüne hoş görünen, güleç ve yalın nitelikte; kimi kendi iç dünyasının acılı sesini duyuran yapıtlar. Meslek yaşamının başından sonuna dek hep sıkı bir denetim altında olur; devlet yetkilileri ile bitip tükenmeyen sürtüşmelere girer; totaliter düzenin gerekçesi olarak her verilen görevde çalışır. Geçimini sağlamak için sessiz filmlerde piyano çalmaktan, revü müzikleri yazmaya, tiyatro kumpanyalarına müzik danışmanlığı yapmaya, müzik okullarında ders vermeye kadar pekçok iş yapar. Yaşamı boyunca devlet yetkililerinin beğenisini kazanabilmek için onbeş senfonisinin bir kısmına toplumsal içerikli başlıklar vermiştir:
Ekim başlıklı 2. senfonisi;
1 Mayıs başlıklı 3. senfonisi;
1905 Yılı adlı 11. senfonisi ve
1917 Yılı adlı 12. senfonisi, gibi. Şostakoviç bu başlıkları kullandığı halde
göstermelik bir sistem propagandası ardında kendine özgü sanatını içine doğduğu gibi sergilemiştir. Kendi kuşağından Rostropoviç, Vişnevskaya, Barşay ve Aşkenazy gibi Batı’ya yerleşen ünlü revizyonist müzikçilere göre Şostakoviç, komunist rejimin acı bir kurbanı olduğu kadar, perde arkasındaki
anti-komunist müziğin yaratıcısıdır. Yararlandığı kaynakların yelpazesini geniş tutması da suçlanmasının başlıca nedenlerinden biridir.
Prokofiyef ile birçok kez aynı kefeye konarak yargılanmış olan Şostakoviç, Prokofiyef’in ölümünden neredeyse 10 yıl sonra, 1962’de yazdığı
13. senfonisi ile yine sorgulanır. Bu senfoni, İkinci Dünya Savaşında Babi-Yar’da Yahudilerin topluca öldürülmesine bir ağıt niteliği taşıdığından
yönetici sınıfın yahudi düşmanlarını kızdırır. 1960’dan sonra Komunist partiye üyeliği kabul edilmiş ve ölünceye dek en önde gelen Sovyet bestecisi olarak tanımlanmıştır.
TÜRK MÜZİĞİNDE ÖZGÜRLÜK SORUNU
Cumhuriyet sonrasında hemen dikte edilen çokseslilik anlayışı
Geleneğin iyi korunamadığı için yok olması Çoksesli bestecilerin tanıtılmadığı, çalınmadığı ve kültür düzeyinin oralara gelemediği için küsmeleri TRT yasakları-polis radyosu-arabesk Bugünkü kargaşa/çok renklilik!
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.