♪
Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024
♪
Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023
♪
Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023
♪
GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023
♪
30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023
♪
Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023
♪
18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022
♪
Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022
♪
sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022
♪
Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022
İzmir’de Türk tiyatrosunun özerklik laboratuvarını kurmak için yola çıkmıştık. Kurduk ve başarıya ulaştırdık. Ne ki bu laboratuvar, 3 yılın sonunda sorgusuz sualsiz yerle yeksân edildi. Artık sanatsal özerklik laboratuvarı yok, siyaset, ticaret ve bürokrasi labirenti var.
Peki demokrat ve sanatsever İzmir’de böyle bir vandallık nasıl gerçekleşebildi? Buna izin veren siyasal anlayışı, buna sessiz kalan sanat iklimini, buna göz yuman tiyatro ortamını irdelemeye çalışıyorum. Çünkü bu yıkıma giden yol, bilinçli ya da bilinçsiz bir koalisyonun, bir ortaklığın eseri gibi görünüyor.
İzmir, festival bir kent
Öncelikle İzmir’in sanat hayatına ilişkin bazı gözlemlerimi dile getirmeliyim. Tabii tiyatro odaklı olarak. Bu gözlemlerin diğer sanat alanlarında da geçerli olduğunu iddia edemem.
İzmir, festival bir şehir desem yeridir. Festivalden geçilmiyor. Adım başı bir festival. Ya da her şeyin adı festival. Mermerin festivali olur mu? Oluyor. Kahvaltı festivali de gördüm, istihdam festivali de. Ne demekse?…
İlçelerle birlikte 100’den fazla festival var… Olsun tabii, kime ne zararı var? Kentin şenlikleridir. Ama bütün bu etkinlikler, yoğunluk ve zamanlama yönünden bir koordinasyon sağlanamayınca; eşzamanlı yürüyen, birbirini çiğneyen ve bu nedenle bazan attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmeyen işler haline gelebiliyor.
Tiyatro alanındakileri saymaya çalıştım, yanılmıyorsam birbirini andıran 8 festival var: Hülya – Özdemir Nutku Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali, Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali (TAKSAV), İzmir Tiyatroları Buluşması, Türkiye Tiyatro Buluşması, Alaittin Eraslan Tiyatro Günleri, Karşıyaka Tiyatro Festivali, Köy Tiyatroları Festivali, Uluslararası İzmir Festivali.
Ama festival deyince yurtdışından ve yurt içinden en seçkin örneklerin sınırlı sayıda bir araya getirilmesi düşünülür. Birinci ölçek, sanatsal kalitedir. Kaliteyi gözetmeyen, sadece skora bakan bir bonkörlük ise, kaçınılmaz şekilde, kent bürokrasisinin vasatlığı beslediği bir panayır anlayışına doğru sürüklenir. Panayır yerinde ‘Cambaza bak’ da vardır, ‘Bul karayı al parayı’ da, yağlı güreş de. Eşek de satılır, inek de… İşte o vasatlıktan, o pazar kalabalığından; ne seyirci yetişir, ne sanatçı, ne de eleştirmen.
Bu özensizlik ortamında akademik tiyatro, özel tiyatro, amatör tiyatro, üniversite tiyatrosu, çocuk tiyatrosu, öykü tiyatrosu, doğaçlama tiyatro, köy tiyatrosu, mahalle tiyatrosu, muhtarlar tiyatrosu, play-back tiyatro -yok daha neler!- karmakarışık bir düzende, birbirinin ayağına basarak yol almaya çalışmaktadır. Acemilik ve şipşakçılık anlamındaki amatörlük, öylesine yaygın bir doku oluşturuyor ki; profesyonellik neredeyse alan bulamıyor. Oradan seyirci olgunlaşmaz.
İlçelerde ‘Tiyatro Buluşması’ adı altında daha çok, meraklı ve istekli gençler için düzenlenen birkaç günlük şenlikler, elbette sempatik ama üstünkörü.
Hele bir köy tiyatroları avuntusu var ki, evlere şenlik. İzmir kendisini “Bizim köy tiyatrolarımız var” diye avutmakta. Ne yazık ki bu kanal, aslında çok değerli bir hazine olan ‘köy seyirlik oyunları’ geleneğini yok etme yolunda yürür gibi duruyor. Açık konuşmak gerekirse; ‘köy seyirlik’ kavramından uzaklaşmış; sanatsal hiç bir kategoriye sığmayacak kadar içerik ve biçimden yoksun, özenti, sığ, çocukça hobi grupları.
İzmir’de tiyatro alanında çatı örgütü denebilecek bir sivil örgütlenme de yok. Çünkü çatı örgütü olduğunu iddia eden 4-5 ayrı kuruluş var ve birbirlerinin hatırını pek saymadıkları anlaşılıyor. Çatı deyince, yapının bütününü kapsamalı. Burada ‘çatılar çatışması’ gibi bir hâl var. O zaman, oradan ortak akıl da çıkmıyor.
Görüyoruz ki İzmir’de tiyatro eleştirmeni de yok. Ağır bir lâf ettiğimin farkındayım. Ama gerçek bu. Saygı duyulan, sözü ağırlık taşıyan, değerlendirmesi heyecanla beklenen tiyatro eleştirmeni yok. Varsa da saklanmış. Çıkmıyor ortaya. Belki de çıkamıyor?…
Yerel basının tiyatroya ilgisi çok yüzeysel. Bilgisi de zayıf. Tiyatro sanatına ve kurumlarına dair yazılanlar, hemen hemen bütün kaynaklarda, beylik cümlelerden, şablon duyurulardan ibaret. Bir de eğer sansasyonel bir haber var ise, onun kırpılıp kuşa çevrilmiş bir özeti.
İzmir’de tiyatro eğitiminin de, verilen bütün emeklere rağmen; Türkiye’de başgösteren ‘kendini biricik sanma’ sorununu yeterince törpüleyememiş olduğu görülüyor. Bir şekilde diplomayı kapan, kendini vurduğu yerden ses getirecek şampiyon oyuncu sanıyor. İmkân verilse, ilk adımda yeri göğü sarsacağına inanıyor. Diplomayı her şey sanan star adaylarının yanısıra, “Diploma hiçtir!” diyenlerin kendini önemsetme hevesi ve şöhret özlemi dikkat çekiyor.
Merdiven altı kurslara, liyakati tartışılır atölyelere, naylon akademilere hiç girmeyeyim; sizin moraliniz bozulur, benim de düşmanım artar.
Seyirci de bütün bu sıradanlık ve bulanıklıkla yetinmeye razı edilmiş ya da mecbur bırakılmış sanki. Önüne ne konulursa konulsun, kriter yoksunu çocukça bir sevinç ve bazan da mahalle aşkıyla, ayağa kalkarak alkışlıyor.
Özetle, herkes her şeyin yolunda gittiğini sanıyor, diyesim var.
Vasatlığın ucuz popülizme bürünmüş bu haliyle, ne düzgün tiyatro gelişir, ne de olgun seyirci yetişir. Tiyatro konusunda derinlikli bir bakışa sahip olmayan, skor meraklısı bürokratların işbirliği de buna eklenince; iş neredeyse Belediyelerden bir biçimde geçimini sağlama umuduna dönüşmüş gibi.
İşte bu panoramada bir koalisyondan söz edilecekse eğer, o ortaklaşmayı çeşitli cepheleriyle aydınlatmak gerekir. O zaman, -henüz görevde iken- dikkatimi çeken bir ‘oturma planı’ndan ve ‘geçim kapısı’ndan da söz etmem gerekiyor.
Kısır döngü
Ege bölgesinde Belediyelerin, bir tiyatronun bir temsilini satın alarak, sanat alanına destek vermesi, alışkanlık haline gelmiş. Pandemi döneminde Sayın Kılıçdaroğlu’nun direktifi ile bu konu üzerinde daha bir yoğunlaşıldığı görülmüştü. Elbette o dönemde çaresizlik içinde büyük sıkıntılarla yüzyüze kalan güvencesiz sanatçılar için önemli ve doğru bir yönelişti. Ne var ki bu usûlün pandemiden sonra da devam etmesi ve kurallaşması, çok tartışılabilir bir eğilim. Hele şu halk konserleri çerçevesinden bakılacak olursa; bu tercihin kültür politikası yönünden gaflete doğru uzandığı görülecektir. Aracıların kolay yoldan para kazanma yöntemine dönüşüp dönüşmediği sorgulanmalıdır.
Bir festivale davet edilen oyunlar için ödeme yapılması, bir dereceye kadar anlaşılabilir. O da tabii, davet edilen oyunların kalitesi açısından tutarlı bir ölçü, bir ölçek, bir çıta, bir süzme, bir seçki yöntemi oluşturulmuşsa… Ama herhangi bir tiyatronun, herhangi bir oyununun Belediye tarafından satın alınıp, halka ücretsiz gösterim yapılması; oldukça tutarsız görünen bir işlem.
Hangi tiyatronun, hangi oyunu, hangi ölçülere göre, hangi uzmanlar tarafından seçilir? O tiyatronun, kendi çalışanlarına karşı yasal sorumluluklarını yerine getirip getirmediği kontrol edilmiş midir? Tiyatro oyunu mudur, sündürülmüş bir skeç midir, tek kişilik ayaküstü gösteri midir? Fiyatına kim nasıl karar verir, ölçek nedir? Bu soruların kurala bağlanmış bir yanıtı yok.
Kurumlaşmış, kökleşmiş olanları hariç tutarak söylüyorum; yerel yönetim tiyatrolarında bir kısır döngü yürüyor:
‘Etkinlik olsun’ meraklısı, ufku müsamere ile sınırlı bazı Belediye Başkanları; Belediyelere servis yapıp hem çalışanlarının hem de belediyenin sırtından kazanmaya hevesli taşeron şirketçikler; ‘Belki yeteneğim keşfedilir de şöhret olurum’ ile karışık tiyatro aşkı sömürülen amatörler; ve baktığı şeyi tiyatro sanan bahtsız seyirciler… Tiyatro var mı, var işte canım!
Yerel yönetim tiyatroları için bir yasa olmadığı için, her şey kolayca değişebilir kaygan bir yönetmeliğe bağlı olduğu için; bu döngü böyle sürer gider. Bu döngüde taşeron şirketler dinamodur. Çarkı onlar çevirir. İzmir’de de tiyatro alanında böyle bir ticaret lobisinin varlığını görmek zor değil.
Mekanizma kabaca şöyle görünüyor: Bir şirket kurarsınız. Bu, şahıs şirketi bile olabilir. Belediyenin ihalesini kazanabilmek için siyasî ve sosyal ilişkilerinizi akıllıca ve çok yönlü tutarsınız. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmeyeceğine göre; örneğin seçim kampanyası veya lansmanlar sırasında gayretli destekler koyarsınız. Yerel seçimde destek verdiğiniz taraf kazanınca işiniz daha bir kolaylaşacaktır çünkü. Hem zaten İzmir’de yerel yönetimi CHP’nin almasına, çantada keklik gibi bakılmıyor mu? Dolayısıyla rekabet ahbaplar arasındadır. Çok lâzımsa biraz solcu bir çehre takınabilirsiniz. Bir iki arkadaşınız da ihaleye uygun fiyat önerileriyle katılmak üzere, bir iki paravan şirket kurabilirler. Yasak değil ya! İhalede uygun fiyatı verebilmek için aranızda paslaştınız mı, paslaşmadınız mı, biz nereden bilebiliriz? Sonuçta ihaleyi kim aldıysa aldı. Elbet biri alacak. Parayı da alınca, sanatçıya veya sanatçılara ne ödediğinizi kimse sormaz; sanatçı da söylemez zaten. Paranın yüklüce bir kısmı da size kaldı tabii. Taş attınız da kolunuz mu yoruldu? Hayır. Sadece organizasyon. Sanatçı ile Belediye arasında aracılık yaptınız. İşte size kolay yoldan para kazanma formülü. Buradan yürüdünüz mü, Belediye ile aranızı bozmamak şartıyla, araba da alırsınız, ev de, yat da… Buna ‘fonlama’ diyebilir miyiz, bilmem? Tabii ki burada herhangi bir usûlsüzlük olduğunu iddia etmek bana düşmez. Yasalara uygunsa, uygundur.
Ama yurttaş olarak şu iki soruyu sorabiliriz:
1. Vergilerimizden oluşan kaynakların, bu amaçla kurulmuş şirketlere aktarılması; yerel yönetimlerin sanat politikası açısından verimli ve uygun mudur?
2. Satın alınan ürünlerin kalite yönünden yüksek standartta olması için gerekli süzme-eleme mekanizması mevcut mudur?
’Sektör’ sözcüğünü tiyatro bağlamında kullanmayı hiç sevimli bulmam. Ama işte İzmir’de bu işi, bu çerçevede geçim kaynağı haline getirmiş, küçük çaplı da olsa bir sektörden söz edilebilir sanırım.
Kuşkulandım.
Bazı çevrelerde İzmir Şehir Tiyatrosu’nu açık eleştiriden uzak, sinsice bir yıpratma gayretini hissedince; kuşkulandım: Kuruluşu ve doğal olarak ortaya koyduğu akademik seviye; sık sık amatör işlerden de beslenen bu ticaret lobisini irkiltmiş olabilir mi? Kalite, pazar payını doğrudan etkiler.
Yerel yönetim, sanat alanında neden şirketleri ve aracıları besleme yolunu seçsin ki? Elbette kendi sanat kurumlarını oluşturmayı ve geliştirmeyi seçmeli. Yani İzmir’de Şehir Tiyatrosu kurulmuşsa, yeterli sayıda ve uygun fiyatla halka üstün kaliteli ürün sunuyorsa; Belediye neden artık olur-olmaz oyunları satın almak gereğini duysun? O hizmeti artık kendi sanat kurumu eliyle yürütecektir. Kurumun doğal harcamaları bütçedeki yerini alınca, tabii ki oyun satınalmaya ayrılan dilim, sorgulanacak ve daralacaktır.
Bu nedenle pastadaki payı daralmış hoşnutsuz bir lobi, her yerde İzmir Şehir Tiyatrosu’nun aleyhinde propaganda yapmaya başlamış olabilir mi?…
“Dur, şunlar başarısız olsunlar da, o zaman durum değişir” diye mümkün olan her türlü olumsuzluğa yatan birileri olabilir mi?…
Ya da tiyatroyu bir rant dağıtma, rant bölüşme mekanizmasına dönüştürmek isteyenler?…
Niyet mi okuyorum? Belki. Ama benim mesleğim, insan davranışlarını okuyabilmek üzerine. Kötü niyeti okuyabilmek de onun bir parçası. Kuşkulanmak da hakkım. Zaten 3 yıl sonunda tiyatronun düşürüldüğü konum, kuşkularımda pek de haksız olmadığımı gösteriyor sanırım.
Değerli okuyucu, ben savcı ya da yargıç değilim. Bir gözlemci olarak, açık kaynaklarda yer alan bazı bilgileri yan yana getirip; yurttaş olarak soru sorma hakkımı kullanıyorum. Düşünün ki bir alanda fotoğraf çekerek bir gezinti yapıyoruz. Sonuçta bu işlerin yasalara uygunluğunu test etmek bana düşmez, bilirim. Hem zaten büyük olasılıkla her şey kitabına uygundur.
Hatırladım:
Kurucu Danışma Kurulu’nun bir toplantısındayız. Işıklar içindedir, İzmir’in tiyatro hayatına hepimizden çok hakim olan Hülya Nutku’nun bir toplantıda, Levent Üzümcü ile koordinatör Orçun Masatçı’yı akçeli işlerden dolayı sıkıştırdığını hatırladım. Önce Levent Üzümcü’ye “Senin İmbat Prodüksiyon şirketi ile ne ilişkin var?” diye sordu. Tatmin edici bir yanıt gelmedi. Hülya Nutku bu kez Masatçı’ya yüklendi: “O ‘Sofita’ programında Belediye tarafından satın alınıp yayınlanan acemice, saçma sapan işler nedir?” diye sordu. Bir anlamda usûlsüz veya yakışıksız işlerle kaynakların uygunsuz dağıtıldığına vurgu yapıyordu.
Bunu hatırlayınca, belleğimi geriye doğru zorladım: Sayın Soyer’in tiyatronun kuruluş çalışmaları için davet ettiği Kurucu Danışma Kurulu’nun ilk toplantısı, 2019 yılının 17 Aralık günü İzmir Sanat’ta olmuştu. Kurul üyelerine bakınca, mantıklı bir çalışma yürüyebilir gibi görünüyordu. Ama o da nesi? Levent Üzümcü ilk sözü alıp bir yönlendirme çabasına girdi. İzmir Şehir Tiyatrosu kadrolu olmasınmış, prodüksiyon tiyatrosu şeklinde çalışsınmış! Belki toparlar da bir başka seçenek daha ortaya koyar diye bir süre bekledim ama; o gazlamış gidiyor. Dayanamadım, konuşmasının orta yerine daldım:
– Hoşgeldin taşeron!
Kısaca, ama kesin bir dille, böyle bir tutumu doğru bulmadığımı ve buna karşı duracağımı anlattım. Hülya Nutku da beni destekledi. İyi de etmişim; çünkü bu teşhisimde yanılmadığıma tekrar tekrar tanık olduk.
Haluk Işık’ın, bu tarihten iki ay önce, 13 Ekim 2019’da ‘9 Eylül‘ gazetesinde yer alan yazısı, bir açık oturumdan söz ediyor:
“Şehir Tiyatrosu derken? (3)
11 Ekim’de Karşıyaka’da, “Türkiye’de Sanat ve Tiyatro” üstüne konuştuk. Konuklarımız yalnızca işlerini yapmakla yetinmeyen, işleri üstüne düşünce ve eylem üreten, görüşlerini paylaşalım ya da paylaşmayalım, “Ben işimi yaparım, gerisine karışmam” sıradanlığını reddeden Cezmi Baskın, Orçun Masatçı ve Levent Üzümcü’ydü. Söyleşimiz beklendiği gibi Şehir Tiyatrosuna geldi ve uzun süre konuşuldu. Masatçı, mutlaka kurulması gerektiği ve umutlu olduğunu, bunun da geniş bir platformda konuşulması gerektiğini söyledi. Baskın, geçmişteki deneyimlerden ve niteliksizliğin galebe çalacağından endişeliydi. Üzümcü’nün söyledikleriyse, her açıdan ilginçti.
Üzümcü’ye göre, İzmir’de Şehir Tiyatrosu kesinlikle kurulmamalıydı. Böyle bir yapılanmanın insan kaynağı İstanbul olacaktı ve gelenlerin ihtiyaçları karşılanamazdı. İlle kurulacaksa, örneğin Almanya’da etkinlik gösteren Theater an der Ruhr örneği çalışmalıydı. Bunun bir adı da “Prodüksiyon (Yapım) Tiyatrosu”ydu. Kurulacak topluluk çekirdek bir yaratıcı kadroya sahip olmalı, sahneye konulacak oyuna göre kadro kurulmalı ve yerel yönetim de destek olmalıydı. Değerli dostuma, bir iki noktada itiraz ettim.”
Levent Üzümcü’nün Kurucu Danışma Kurulu’nun bir üyesi olarak; daha başlangıçta ticaret kokan bir oluşumu dayatmaya çalıştığı açıkça görülüyor.
İşe bakın: Ödenekli bir kamu tiyatrosu kurulacak ve onun yerleşik kadrosu olmayacak, taşeron şirketler proje üretecek! Yerel yönetim de, vergilerimizle deplasmanda şöhret beslemeye hizmet edecek! Olacak iş mi?
İzmir’in ilçelerinde tiyatro faaliyetlerinde bulunan, ilçelerde düzenlenen bazı buluşmalarda organizasyonu üstlenen Orçun Masatçı’yı ise Dikili’deki bir buluşmada tanımıştım. Tiyatrocu olarak öne çıkan bir özelliğini görmedim. Yine de ciddiye almışım, yayınlamak istedikleri ‘Sanatta Suç Yoktur’ gibi bir kitap ya da bildiri için istedikleri yazıyı göndermişim. Bir yerde kütüphane kuruyorlarmış; kitap istedi gönderdim. Pozitif düşündüğüm, hattâ dayanışma gösterdiğim anlaşılıyor.
Daha sonra nasılsa Büyükşehir Belediyesi’nde göreve başlamış. Kurucu Danışma Kurulu için İzmir’e geldiğimizde; kurulun faaliyetlerini organize etmekle görevli olduğunu gördük. Belediyelerde herhangi birini, diğer işçilerden farklı bir konuma yerleştirmek için bir formül var: Adına koordinatör diyorsunuz, o artık farklı biri oluyor. İşte Orçun Masatçı da, Kurucu Danışma Kurulu çalışmaları başladığı zaman, Belediye’de kapsam dışı işçi olarak çalışıyor, ancak koordinatör olarak adlandırılıyordu.
O sırada Masatçı’ya ilişkin bir-iki ayrıntı dikkatimi çekmişti. Kurucu Danışma Kurulu’nun toplantı organizasyonu görevinde, ihmalleri, tutarsız davranışları ve saygısızlıkları görülmüştü. Kimlerden oluştuğu belirsiz bir komisyonun, yönetmelikle ilgili revizyon önerisini Kurucu Danışma Kurulu’na iletmeye kalkışınca da; Kurul’un Başkanlığa yazdığı bir yazı ile eleştirilmiş, kınanmıştı. Ayrıca eğitimi konusunda, St. Petersburg’da reji eğitimi gördüğüne dair asılsız beyanda bulunduğu ulu orta konuşulmaktaydı. Bilirsiniz, bir-iki hafta yurtdışına giden bazı tiyatrocular, hemen orada reji eğitimi gördüğü, feşmekân tiyatronun çalışmalarına katıldığı gibi masalları çevrelerine yutturmaya kalkışabiliyorlar. Herhalde Masatçı’nın bu beyanı da o kadar ölçüsüz kaçmış olacak ki; insanlar ondan söz ederken alay edercesine “St. Petersburg mezunu!” diyorlardı. Ardından ekliyorlardı:
– St. Petersburg’un haberi var mı bari?…
Benim gözlemim özet olarak şöyle: Bazı heveslileri etrafına toplayıp animasyon ekibi gibi kullanarak, yarı amatör etkinlik ya da temsiller düzenleyerek, bürokratlara yanaşarak, Şehir Tiyatrosu’nu oluşturma hevesinde olduğu hissedilen; buradan kendine bir profil ve gelecek yaratma iştahını saklayamayan bir belediye görevlisi…
Araştırdım
Özellikle pandemi döneminde, oyun satınalma faaliyetinin oldukça geniş bir kapsamda yürütüldüğünü biliyoruz. Bu yoğun trafiği de, Orçun Masatçı’nın kendisinden öğrenelim. 08.06.2021 tarihli İzgazete’de şunları yazıyor:
“Geçtiğimiz yıl salgın yasakları kapsamında 38’inci İzmir Tiyatro Günlerini hayata geçiren İzmir Büyükşehir Belediyesi, 92 tiyatro topluluğunu İzmirTube üstünden izleyici ile buluşturmuştu. Tiyatro salonu olan topluluklardan bilet alarak destek sağlamıştı. Tiyatroların ortak platformundan dijital bilet alarak bu desteğini sürdürdü. Sofita programında İzmir’den 62 topluluğa destek verdi.
Bu sene festival için bir seçici kurul kuruldu ve birbirinden değerli sanat insanları 39’uncu İzmir Tiyatro Günleri için başvuran 214 oyunu değerlendirerek 74’ünü festivale dahil etti. Salgın sürecinin olumsuz etkileri toplulukları etkilemiş olacak ki 7’si bu sebepten katılamadı. 67 topluluk, 25 Mayıs’tan bu yana süren festivalde İzmirTube üstünden seyirciyle buluşuyor.”
Uzman değilim ama, bütün bunlar bana ‘kamu yararı’ yönünden, sıkıntılı bir tablo çiziyor gibi göründü.
Biraz araştırınca, açık kaynaklarda Hülya Nutku’nun yakındığı konularda örnekler de buldum:
‘Kumpanya Yapım’ diye bir şirket var örneğin, Hülya Nutku’nun sözünü ettiği ‘İmbat Prodüksiyon’ ile kardeş gibi görünüyor. Ya da adını değiştirmiş. Ayrıntısını bilemem ama, yakın zamanda (Ocak 2025) internetteki bir bilet satış sayfasında şu ibare bulunuyor:
“Kumpanya Yapım
İmbat Prodüksiyon, yapım ve organizasyon alanlarında yaptığı başarılı çalışmalar ile dikkatleri üzerine çekmektedir.”
İşte İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu Kumpanya Yapım’a, pandemi günlerinde satın alınan ‘Velhasılıkelam Kabare’ adlı bir stüdyo ürünü için, 2021 parasıyla 480.000 (dörtyüzseksenbin) lira ödemiş. Bugünkü para ile iki milyona yakın. Gelgelelim bu yayını sadece 3.000 kişi izlemiş. Kalitesine kendiniz izleyip karar verebilirsiniz, youtube’da duruyor.
Bu yapımın kadrosu da ilginç. Supervisor ve Yönetmen Levent Üzümcü (Şimdi İzBBŞT’nin Genel Sanat Yönetmeni), Yardımcı Yönetmen Harun Özer (Şimdiki Genel Sanat Yönetmeninin yaveri), senaryo Harun Özer ve Onur Ümit. Ve başrolde: Levent Üzümcü… Orçun Masatçı’nın kızkardeşi Nazlı Masatçı da oyuncular arasında.
Kumpanya Yapım’ın instagram sayfasında da şununla karşılaşıyoruz:
“Tiyatromuzun kurucusu Levent Üzümcü’ye İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği görevinde başarılar dileriz.”
Üzümcü’nün, o sırada İzmir Şehir Tiyatrosu’nun kuruluşu için çalışmalar yapan Kurucu Danışma Kurulu’nun üyesi olduğunu biliyoruz. Bu şirkette ortaklığı olup olmadığını bilmiyoruz ama; yukarıdaki bilgilerden, en azından duygusal (!) bir bağı olduğunu görebiliyoruz. Kurucu Danışma Kurulu üyesi iken, Belediye ile bu tür bir ilişki içinde çok ayaklı olarak (Supervisor, Yönetmen, Başaktör) görünmesi, etik midir? Bu soru şimdilik aklımızda dursun.
Hülya Nutku hocamız bir de ‘Sofita’ programından söz ediyordu ya? O programlardan birkaç tanesine de ulaşıp izledim. Burada da Orçun Masatçı ile karşılaşıyoruz. Arşiv iyi ki unutmuyor! Acemice ne demek sevgili Hülya? Tiyatro adına acemiliği on geçiyor, sahteciliğe beş var. Adetâ iyi tiyatro hakkında en ufak bir fikri olmayan bir amatörün, çevre edinmek için amatörlere boncuk dağıtmasından öte bir anlamı olmayan işler. Bir çeşit kendine bir imaj yaratma çabası, ‘Bu şehirde tiyatro benden sorulur’ pozisyonuna varmak için kullanılan bir tramplen gibi. Masatçı’nın Belediye’ye oyun satan şirketlerle bir ilişkisi var mıdır, bilemiyoruz. Ama Hülya Nutku’nun, 8-10 tanık önünde Üzümcü’ye ‘İmbat Prodüksiyon’ ile ilişkisini sorduğunu; Masatçı’yı da ‘Sofita’ ile zorladığını gayet net hatırlıyoruz.
Kamu kaynaklarının doğru yönde ve doğru biçimde kullanılmasını sağlayacak, geniş kamu yararını gözeten bir yöntemin varlığından söz edemediğimize göre; ve bu tür seçmeler kaynak dağıtımını içerdiğine göre; bir kamu görevlisi olarak Masatçı’nın gri bir alana ayak basıp basmadığını bilebilir miyiz? Masatçı’nın bu konudaki liyakatinden ve dolayısıyla adaletinden ne kadar emin olabiliriz?… Bu soru da aklımızda dursun.
Yazımın ikinci bölümünde, bir gözlemci olarak, açık kaynaklarda yer alan başka bazı bilgileri paylaşıp, İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın Kurucu Genel Sanat Yönetmenliğini yapmış bir yurttaş olarak soru sorma hakkımı kullanacağım.
YÜCEL ERTEN
İzmir, Şubat 2025
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.