Yazılar
Eduardo Chillida’nın Sanatında Bach EtkileriSayı: - 05.09.2006
“Sanatımı yönlendiren iki ustam var: deniz ve J.S.Bach” diyor, üç ay önce yitirdiğimiz, 20. yüzyılın önde gelen plastik sanatçılarından Eduardo Chillida. “Bach hep aynı ve hep başka. Hep değişik, ama birbirine çok yakın olan inanılmaz bir çeşitleme zenginliği içinde – denizin dalgaları gibi.’’
Chillida, İspanya’nın Bask bölgesinde San Sebastian’da doğmuş. Denize olan bağlılığı küçük yaşta başlamış. Çocukluğunda deniz kıyısındaki kayalıklardan birinin içindeki bir oyukta oturup saatlerce ufku, gökyüzünü, denizi seyrettiğini, dalgaların sesini dinlediğini anlatıyor ve denize bakarak, denizi dinleyerek çok şey öğrendiğini söylüyor. Zamana ve mekana karşı duyarlılık, ama daha da önemlisi mekan-zaman (boşluk-süre) bütünlüğüne duyarlılık küçük yaşta denizin dalgalarını izleyerek uyanmış Chillida’da. Aradan yıllar geçip ünlü bir sanatçı olduktan sonra başyapıtlarından biri olan “Deniz Tarakları”nı aynı kayalıklara yerleştirmiş. Bu Chillida’nın denizle olan serüveni ya da başka bir deyişle denizin Chillida’ya öğrettikleri. İkinci “usta” ya gelince...Chillida 1970’li yıllarda İstanbul’a gelmiş. Doğal ki ilk gittiği yer, kitaplardan, resimlerden çok iyi bildiği Ayasofya olmuş. İçeriye adımını attığı anda hiç beklemediği bir yaşantısı olmuş. “Bu fantastik mekana girdiğimde Bach’ın ciğerlerine girdiğim izlenimini aldım. Bir Johann Sebastian Bach’ın ciğerleri böyle olmalı duygusuna kapıldım” diyor. “Belki başka boyutlarda ama; tıpkı böyle bir yayılma gücüyle. Bu geçek fiziksel bir izlenimdi. Bach bir mimar, bir yapı ustası, tıpkı Mantegna ya da Masaccio gibi. O zaman ve tınıyla çalışıyor, mimarın malzemesiyle değil.” Bu alıntıda. Chillida’yı anlayabilmek için üzerinde durulması gereken iki önemli nokta var. Biri Chillida’nın mekan yaşantısı, ikincisi Bach’ı yapı ustası olarak görmesi, onun yapıtlarındaki yapı bütünlüğünün bilincine varması. Bach’ı, Ayasofya’nın iç mekanıyla özdeşleştiriyor ve aynı anda Bach’ın müziğindeki mekansallığı duyuyor. Tınıların mekanda yayılırken bir yapı oluşturduklarının bilincine varıyor. Bu bilinç, başka deyişle Bach’ın müziğini yeni bir boyutuyla, arhitektonik olarak alımlama, Chillida’nın sanatı için belirleyici oluyor.
Chillida’nın bu yaşantıdan önce ve sonra Bach’a gönderme yaptığı iki yapıtı, “Bach’a Saygı” ve “Bach’ın Evi” arasındaki fark onun bu yaşantısının bir açıklaması sayılabilir. Birincisi, dikey bir yapıdır; çelikten stel gibi bir dikdörtgen blok üzerinde, aralarında yer yer boşluk bırakarak dört bir yana uzanan daha küçük ve ince dikdörtgenler yer alır. İkincisiyse boşlukta yatay olarak yayılan bir yapıdır; iç içe geçen ve değişik yönlere açılan üç tonozdan oluşur (resim 1). Tonozların üstleri büsbütün kapalı değildir. Açık kalan yerler bir ucu tonoza bağlanırken öbür ucu kesik kalan ters yönde kemer gibi biçimlerle çevrilidir. “Bach’a Saygı”ya oranla burada boşluğun biçimlendirme öğesi olarak ağırlık kazandığı görülür. Sanatçı boşluğu, biçimlendirmede birincil olarak kullanmış bu yapıtında. Boşluk hem yapıtın içinde (tonozların altında) hem de çevresinde etkin. Yukarıya doğru çıkan birinden ötekine geçerek yanlardan dışarıya açılan boşluk Bach’ın müziğindeki mekansallığa “yayılma gücü”ne gönderme yapıyor.
Chillida müzik eğitimi almamış. Bu bakımdan onun müzikle bağlarının müzik sevgisinin ötesine geçmediği söylenebilir. Ne var ki onun sese ve tınıya karşı her sanatçıda olmayan bir duyarlılığı var. Kullandığı malzemenin tınısına kulak veriyor.Tını yapıtın biçimlendirilişinde ve adlandırılışında etken oluyor. Örneğin tahtadan çıkan tok sesle demirin çınıltılı sesi gibi. Bu nedenle her yapıtının müzikle bağlantısı olsun olmasın müziksel bir içeriği olduğuna inanıyor. Boşlukta biçim arayışları sırasında ya da boşluğu biçimlendirmeye çalışırken çıkan seslerin, tınıların boşlukta yayılışı zamanı koşulluyor. Bu yoldan, birincil olarak zamansal bir sanat olan müziğe ve dolayısıyla zaman-mekan bütünlüğüne ulaşıyor.
Chillida müzikle böylesi “içten bağ” kurabildiğine göre neden herhangi bir besteci değil de Bach diye sorulabilir. Bir ara Vivaldi’yi çok dinlermiş. “Vivaldi’ye Saygı” diye de bir yapıtı var. İlginç olan bu yapıtın mekan oluşturan blok olarak değil de levhalarla yapılmış olması. Vivaldi’nin müziğindeki yapının Bach’ın müziğindeki arhitektonik yapıdan farklı olduğunu duyabilmek müzik eğitimi almamış bir kimse için kolay olmasa gerek. Bu dönem uzun sürmemiş, Bach’a duyduğu hayranlık ağır basmış ve sanatçı yeniden Bach’a, yeniden blok çalışmalarına dönmüş.
Chillida değişik malzemelerle çalışan bir sanatçı. Taş, mermer, beton, toprak, demir, çelik, keçe, kağıt...malzemesi ne olursa olsun çıkış noktası değişmiyor, boşluğu, kontrapunktal bir düzen içinde biçimlendirme öğesi olarak kullanılıyor. “Yaşasın Bach” adını verdiği yapıtlarda sesin mekan yaratma gücüne ve boşlukta yayılmasına gönderme yapıyor (resim 2). Bunları aynı zamanda ‘‘Gravitation’’ diye de adlandırmış; bu da sese bir gönderme. Bunlar için kullandığı malzeme keçe ya da buruşturulmuş kaba kağıt. İki yüzey (keçe ya da kağıt) aralarında boşluk bırakılarak üst üste getiriliyor ve iple yukarıdan asılıyor. Üstteki yüzeyin içi oyulmuş gibi kesilmiş. Böylece alttakinin büyük bir bölümü ortaya çıkmış. Üstteki yüzeyin üzerinde kenarlara koşut kalın siyah çizgiler çizilmiş. Çizgiler aralarında kalan beyaz bölümle kontrapunktal bir düzen gösteriyorlar. İki yüzey arasındaki boşluk mekana; gerek siyah çizgilerin uçlarının, gerek onların kontrapunktu olan beyaz parçaların uçlarının açıkta kalmaları tınının boşlukta yayılmasına; her ikisi bir arada yerçekimsizliğe gönderme. Sanatçının bunları izleyen çalışması doğrudan “Bach’a Saygı” adını taşıyan grafikler. Bunlar kitap olarak tasarlanmış ve 1997’de Paris’te yayımlanmış. Daha sonra bu grafikler, kitabın tasarımına bağlı kalarak değişik kültür merkezlerinde sergilenmeye başladı. Ben 2000’de Bach yılında Münster’de bunları görebildim. Serginin çok etkileyici olduğunu hemen söylemeliyim. Sergi çok geniş kapsamlıydı, Chillida’nın pek çok yapıtı vardı. “Bach’a Saygı” dizisi ayrı bir odada sergileniyordu. Bu yapıtlarında sanatçı indirgemeyi ve çeşitlemeyi uç noktaya götürmüş: bir kalın kağıt ve kağıt üstüne çizilen siyah çizgiler... Bunların bir başka özelliği iki baskı tekniğinin bir arada kullanılması. Kağıda bastırma yoluyla istenilen bir biçimde derinlik verilmiş (gofre). Derinlik yerine göre iki ya da üç katmanlı olabiliyor ve müzikteki ses çizgilerinin arasındaki boşluğa, tınısal mekana gönderme yapıyor. Bu boşluktan çıkan kalın siyah çizgiler, değişik yönlere doğru değişik ritimlerle dalgalanarak yayılıyorlar. Burada sadece iki biçimlendirme öğesi var. Baskıyla oluşturulan derinlik ve dalgalanan çizgiler. Çizgilerin dalgalı oluşu simgesel (Chillida’nın Bach’ın müziğini denizin dalgalarına benzettiğini anımsayalım). Çizgilerin dalgalanış biçimleri, ritimleri hem kendi aralarındaki, hem de derinliği belirten biçimlerle ilişkilendirilişleri her resimde farklı (resim 3, 4); yatay ya da dikey; aşağıdan yukarıya ya da yukarıdan aşağıya... Her resmin esin kaynağı Bach’ın bir başka müziği, kimi “Ermiş Matta Pasyonu”, kimi “Füg Sanatı”, kimi “İyi Düzenlenmiş Klavye”den bir prelüd... Sanatçı kitabın tasarımını buna göre yapmış. Her grafikten bir önceki sayfaya esinlendiği yapıttan Bach’ın el yazısıyla birkaç satır koymuş. Sergide hem aynı düzene bağlı kalınmıştı, hem de izleyiciye teyp ve kulaklıkla o müziği dinleme olanağı veriliyordu. Böylece izleyici her bir yapıtla ve onun esin kaynağı olan müzikle iletişim kurabildiği gibi, teybi kapatıp grafiklere bir bütün olarak baktığında “hep değişik, ama birbirine çok yakın olan inanılmaz bir çeşitleme zenginliği” görüyordu. “Denizin dalgaları gibi”.
Kaynakça: Nazan İpşiroğlu 20.Yüzyıl Sanatında J.S.Bach, İstanbul Pan Yayıncılık 2002
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.