Yazılar
Türkiye’nin dışarıdaki Sesi “Leyla Gencer”Sayı: - 16.12.2005
Uzaktaki meçhuller ülkesi Türkiye’yi gerektiği gibi tanıtmaya savaşan “Aşağılık duygusundan kurtulmuş” iyi niyetli diplomatlarımız yanında” Unvansız” ve “Payesiz” çetin mücadeleler veren “Sanat Elçilerimizin emeklerini ve hizmetlerini ne kadar övsek azdır.
Gencer’in Mücadelesi
Bu yazımda artık İtalya’nın popüler bir siması haline gelmiş olan Leyla Gencer’den, onun ilgi çekici hayat mücadelesinden kısaca bahsetmek istiyorum: derhal ifade edeyim ki, Gencer’in buradaki büyük mücadelesi, Türkiye’den izleyebildiğimiz ve görebildiğimiz kadar kolay olmamıştır. Gencer, sayısız engelleri hiç kimseden yardım görmeden, hele insan ve sanatçı olarak haysiyetinden hiçbir şey kaybetmeden aşmış, 1957’den bu yana “Scala”da bu dünya ölçüsündeki devlerin çarpıştığı “arena”da kendisini, ihtirasların o her ülkede var olan sinsi ve iğrenç entrikalarına ve “Türk” olmasının yarattığı büyük direnmelere rağmen kabul ettirmiştir. Bu mücadeleyle dolu hayat hikâyesi üzerinde, bir gün bu kavgayı göze alarak Türk çocuklarına ibret verici bir ders olacağı için önemle durmak istiyorum.
Gencer, kendi deyimiyle önce “aşağılık duygusu”nu yenmiştir. Gencer, Atatürk’ün felsefesine inanan bir Türk sanatçısının, ne yazık ki hala dindarlık ve taassup gibi bize çok garip görünen komplekslerden kendini kurtaramamış bir batı ortamı içinde bile, çok şeyler başarabileceğine peşinen inanmıştır.
Atatürk’e İnanç, Yoksul Millete Hayranlık…
Gerçekten Leyla Gencer’in üstün sanat kabiliyetleri yanında, bizi ona daha çok bağlayan özelliği şudur: Gencer inançlı bir Atatürkçüdür ve yoksulluğuna, geriliğine rağmen, milletini bir aşk gibi duymakta, onunla iftihar etmektedir. Gencer, bunun yanında, Avrupa insanını gerçek vasıflarıyla tanımakta, birçoklarımızın zıddına onu yarı ilâh gibi görmemekte, kuvvetli ve zayıf taraflarıyla Avrupalıyı ve Avrupalının meselelerini ve gerçeklerini bilmektedir.
Cumhuriyetçi ve Laik Bir mantığın Alamayacakları…
Ne yazık ki, birçoğumuz Avrupa’yı aşağılık duygularımızın açısından tanımışız. Rönesans’ı yaratanların çocuklarını “hoş görme” inancının, “insan ve insanlık sevgisinin” gerçek melekleri gibi görmüş, onları her işte “örnek insan” bilmişiz. Oysaki ve ne garip ki, çoğu Avrupalı önce kendi dininden olanı sevmektedir, önce kendi dininden olana hoş görü sahibidir. Bilmeliyiz ki, cumhuriyetçi ve lâik anlayış içinde yetişmiş Atatürkçü kuşaklar için inanılması güç bir gerçek olmasına rağmen, Avrupalı bu mistik inançtan aklının yardımıyla kurtulabildiği nispette hür düşünceli ve modern kafalıdır. Almanya’da tanıdığım yüksek dereceli bir hâkim, Katolikliğin akıl dışı “dogma”larına inanıyordu. Ve ne acı gerçektir ki, sanat değerlerini bütün insanlığın ortak değeri olarak ve hiç fark gözetmeden bağrına basmaya mecbur Scala gibi bir sanat mabedinde, size garip gelecek ama sırf Müslüman olduğu için, Leyla Gencer adeta aforoz edilmek istenmiştir. Dahası var: Burada Leyla Gencer’den açıkça ismini değiştirmesi istenmiştir. Öyle ya bir Amerikalı Margaret Robert, İtalyanlara şirin gözükebilmek için derhal bir “Margaretta Roberti” oluveriyor. Ünlü soprano Anna Me Night “Anna de Cavalieri” kılığına bürünüyor. Hatta uzağa gitmeye ne hacet, su katılmamış Yunanlı Maria Caleogeropulos, bir anda “Maria Callas” oluveriyor. O halde niçin Leyla, -İtalyan ve İsveç dillerine kelime olarak girmiş- bir “Leila” olmasın? İşte Gencer, zaman, zaman Scala’nın dünya ölçüsünde ünlü idarecilerinden gelen bu şiddetli tazyiklere karşı koymasını, türlü avantajlara rağmen haysiyetini ve Türklüğünü korumasını bilmiştir.
Kendisine bu derece güveni olduğu için, bir gün ünlü Toscanini’nin ölümünde, İl Duomo’daki büyük ayinde verdi’nin meşhur “Requime”i ona, Türk Leyla’ya okutturulmuştur. Maria Callas’ın bu tarihi şerefi alabilmek için Amerika’dan uçarak gelmiş olması da unutulmasın.
Ve aynı Türk kadını Leyla Gencer, “Figaro’nun Düğünü”nde başrol oynamak üzere İngiltere’ye gitmiştir. İtalya gibi İngiltere’de onu alkış tufanına boğacaktır kuşkusuz. Bu kadarla bitmemiştir Verona Festivali’nde “Aida”yı oynayacaktır. Tarihi Verona’da 2000 yıllık ve yirmi beş bin kişilik Arena’da, bu dünyanın en büyük açık hava tiyatrosunda “Türk” ismini en şerefli şekilde dünyaya tanıtmıştır. Bütün Avrupa’nın sel gibi akıp geldiği Verona Festivalinde, âdet olduğu üzere operanın uvertürü çalınırken, yirmi beş bin kişi birer mum yakmış ve meşhur “Aida” yirmi beş bin mum ışığının yarattığı emsalsiz dekor altında temsil edilmiştir. Milano, ise Verona’da Gencer’i dinleyebilmenin tatlı sabırsızlığı içindedir.
Kulis Oyunlarına Rağmen…
Leyla Gencer bütün bu neticeleri, bin bir güçlüğü hemen tek başına ve karşısındaki, büyük hasım kuvvetleri yenerek elde etmiştir. Mesela Callas, önce Yunanlıdır, arkasından dünyanın hemen her tarafına dağılmış ve onu bütün maddi ve manevi gücü ile destekleyen Yunan dünyası var. Sonra “Amerikan vatandaşıdır”, arkasında Amerika hükümeti vardır. Ve Nihayet meşhur Onasis’in milyonları vardır. Sanatta paranın ne demek olduğunu Scala’da görmek lazımdır. Opera sanatının kökleştiği her memlekette, parayla tutulmuş alkışçılar, alkışlarıyla seyirciye tesir ederler. Avrupa’da bu olur mu demeyin, kalabalık her yerde kalabalıktır. Seyirci çoğu kez yanındakine bakar ya alkışlar, ya da yuhlar.
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.