Yazılar
Türkiye’de Müzik Kültürünün Gelişimi ve Güncel Koşullarda İrdelenmesiSayı: - 22.09.2006
Türkiye’de müziğin gelişimine etkisi olan belirginleşmiş müzik yaklaşımları başlıca üç grupta toplanabilir. Birinci grupta, Atatürk’ün başlattığı; yeni kurulan Cumhuriyet’in düşünce, söylem tarzına uygun düşecek ve yeni yaşam biçimiyle Cumhuriyetin ideallerini birleştirerek temsil edebilecek, batı merkezli gelişmeleri hedefleyen müziksel yönelimler ortaya konulabilir.
Atatürk’ün hedeflediği yenilikler, her ne kadar Türk halk ezgilerinin odak noktasında olduğu ve batı teknikleriyle/yöntemleriyle birleştirilen yeni gelişmeleri ve yönelimleriişaret etmiş olsa da, yurt dışına gönderilen bestecilerimiz ve yorumcularımız “Çok seslilik” sloganı altında batıdan taşıdıkları her türlü “kompozisyon” esaslı üslup özelliklerini ve müziksel teknikleri eserlerine taşımışlardır. Bu yenilikleri ülkeye taşımalarında aldıkları sorumluluk nedeniyle de, Cumhuriyetin ideallerini müzikte temsil yeteneğine
sahiplenmeyi ve ideallerin yansıtılmasını prensip edinen kültürel biçimlenme ve biçimlendiricilik konularında kendilerini yetkili olarak konumlandırmışlardır.
Ancak, batıda gelişen yazılı kültürün sistematik müzik dilinin en önemli göstergesi olan “kompozisyon” yazım kurallarının, kuşaklar boyu bestecilerimiz tarafından kendi müziğimizin oluşumunda neredeyse tam katılımla, bütüne yansıyan en geçerli yol olarak kabul edilişi, ne yazık ki halk ezgilerimizin özünün ve inceliklerinin kaybolmasına yol açmıştır. Böylece, bu yaklaşım içinde folklor ile sanat arasındaki farkı oluşturmak veya belirginleştirmek çabasıyla, bir anlamda format önemsenirken öz veya çekirdeğin kaybedilmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bazı yaklaşım biçimleri ise; folkloru malzeme olarak bile dikkate almayan ve daha daileri giderek yok sayan kavrayışı öne çıkartmıştır. Öyle ki, bu yaklaşımların vardığı uç noktalarda Sanat folklordan ne kadar uzaklaşırsa o denli değeri artan bir olgu olarak göze çarpmaktadır.
Söz konusu yaklaşımlar yoluyla, sözlü kültürün kendine özgü zenginlikleriyle dolu olan Anadolu müzik dilinin ve söyleminin üzerine giydirilmek istenilen elbise ile bu elbisenin kesimi, otantik güzelliklerin kaybolmasına yol açmış ve stilize edilen yeni biçim de kimliğini tümden yitiren bir başkalık getirmiştir. Çok sesliliğin ve kompozisyon yaklaşımının simge çalgısı “piyano”’ dur. Halk ezgilerinin, otantik inceliklerinin ve tavır özelliklerinin simge çalgısı ise “bağlama”’dır. Burada ihmal edilen simge çalgı, eksende başat roller verilmesi gerektiği halde verilmeyen bağlama olmuştur. Kastedilen yönelimler, yalnızca bağlamanın kullanımı bakımından değil, aynı zamanda diğer çalgılara bağlama üzerinden yansıyabilecek uyarlamalar ve soyutlamalarla da ilgilidir.
Sözlü kültürün en önemli özellikleri ve yaklaşımları ise bu çalışmalarda veya eserlerde neredeyse tümden göz ardı edilen unsurlardır. Tasarımda besteciden çok “
çalgıda kendilik”, öteki olmaktan çok “
benlik”, yazılı notaya bağımlılıktan çok “
bellek”, artistik gösteriden çok bireysel kolaylığa dayalı “
beceri”, üslup veya stilden çok “
yöresel tavır”.
Sayısı her anlamda artırılabilecek, yukarıda bahsettiğimiz eksene taşınması gereken temel yaklaşımlar bu unsurlardan bazılarıdır. Ayrıca, farklı yöntem ve tekniklerle işlenebilecek, batılı yaklaşımlarla birlikte oluşması gereken müzik bireşimi ise üzerinde neredeyse hiç durulmayan ve giderek örtülüp terk edilen müzik değerlerimizi oluşturmuştur.
Her müzikçi kendi bireysel yönelimini izlemekte özgürdür. Bu aynı zamanda sanatın değişmeyen kuralıdır. Ancak, bu anlayış diğer müzik türlerinin, folklorun ve deneysel çalışmaların önünü kesecek bir politikaya dayandırılmamalıdır. O noktada, sağlıksız gelişmelerin kaçınılmaz olması ve sonuçlarının kültürel yapımıza son derece olumsuz etkiler bırakacağı açıktır.
İkinci olarak; geleneksel müzik biçimlerinin varlığından ve bu müzik türlerine sıkı sıkıya bağlı olan müzik kitlelerinden söz edilebilir.
Güncel gelişmeler karşısında tavırlarını daha da koyulaştırabilen geleneksel müzik türlerine bağlı kişiler, yine aynı mantıkla geçmişten günümüze gelen geleneksel müzik türlerimizi sahiplenmeyi sürdürerek, söz konusu müzik değerlerimizin sözcüsü olmak konusunda kendilerini yetkili olarak konumlandırmışlardır.
Piyasa da geçerli olabilecek ve tamamen parasal getiriyle ilişkilendirilmiş, neredeyse tamamı söze dayalı, çok çeşitli müzik yaklaşımlarını ortaya koyan müzik piyasası ise belirlediğimiz üçüncü sıradaki müzik hareketini oluşturmaktadır.
Bu kesim, müzikte nitelikten, müzik kültüründen veya sanatsal ve geleneksel değerlerden daha fazla, piyasaya sürülen müziğin satış oranlarıyla ilgilidir. Bu yaklaşıma göre, “Çok satan en geçerli olandır.” prensibi adeta temel kural halindedir.
Kitle iletişim araçlarıyla yayılarak topluma yansıyan doğrudan etki, giderek toplumda moda etkisi yaratmış, sık dinlemenin de verdiği doğal sonuçla, bu tür müzikler toplumda kökleşmese bile yadsınamayacak ve kolay giderilemeyecek dinleme alışkanlıklarına yol açmıştır.
Kuşkusuz, müzik piyasasında ortaya konulan örneklerin bütünüyle kötü olduğunu söylemek doğru değildir. Bunların arasında iyi müzikçiler tarafından parasal ölçütlerden önce gelen yaklaşımlarla ve sorumluluklarla ortaya konulmuş seçkin çalışmalar da vardır. Ayrıca, bu müzik çalışmalarına talep yaratan, hatta her nitelikli çalışmanın altında yatan felsefi bütünlüğe ve duygusal derinliğe varmayı hedefleyen bir dinleyici kitlesinden de söz
edilebilir.
Türkiye’de yaşayan nitelikli müzik türlerinde varlığını gösteren bilinçli dinleyici
kitlesi, sayıları artması gereken ancak, halen oldukça azınlıkta olan müzikseverlerden oluşmaktadır. Farklı müzik türlerinde belirginleşen bu kitlenin ortak özellikleri, yönelimleri ve beklentileri arasındaki ilişkiler, ortaya konulmayı bekleyen çalışma ve uygulama alanlarına işaret etmektedir
Sanat Merkezleri ve Sanat Etkinliklerini Düzenleyen Yöneticiler
Ülkemizde belli standartları ve ölçütleri gözeterek uluslararası boyutlar içermesi öncelik kazanan, yalnızca bir ölçütten söz etmek gerekirse, örneğin Grammy gibi uluslararası ödüllü sanatçıları öncelikle kapsamına alan çok çeşitli sanat etkinlikleri düzenlenmektedir.
Bu ilkelerle hareket eden sanat yöneticilerimiz parasal konuları aştıklarında, belli kitlelere dönük talepleri karşılama bakımından etkinliklerini ortaya koymada çoğunlukla başarılı olmaktadırlar. Ancak, toplumla sanatın buluşturulması yönünde ise, tersine bu durum büyük ölçüde başarısızlığa dönüşmektedir. Bu konuda çok yönlü nedenler bulunsa da, konuyu onların açısından ele aldığımızda çok önemli davranış ve strateji hatalarının bulunduğuna tanık oluruz.
Sanatsal etkinlikleri düzenleyen kurumlar veya kişiler genellikle benimsedikleri müzik türüne dayalı olarak seyircileri profillere ayırmaktadırlar. Hatta bu profiller yönlendiriciler tarafından bazen o kadar derinleştirilmektedir ki, yalnızca bir tür müziğin dinleyicileri de kendi içinde sınıflara ayrılabilmektedir.
Bu kişiler, çoğu kez, içinde bulundukları toplumun duyuş zevklerini, birikimlerini, inceliklerini ve ortaya koyan ustaların becerileri ile birikimlerini göz ardı ederek kendi bakış açılarıyla ve kendi düzeylerinde olayları yönlendirirler. Üstelik, bu müzik ustaları giderek kaybolmakta ve onları örnek alması gereken gençler ise piyasa kültürü içinde çoğunlukla kaba beceriye dayalı kültürel özellikleri sığ bir düzlemde uygulamaktadırlar. Oysa ki toplumumuz günümüz koşullarında sözlü ve yazılı kültür zevkiyle donanmış bir toplumdur.
Bu davranış biçimleri, sanat etkinliklerinin çarpıcı oranlarda izlenme sayısını düşürmüş, toplumda heyecana dönüşebilecek özü yitirmeyen, modernizasyona ve yaratıcı özelliklere dayalı boyutların harmanlanmasıyla oluşabilecek yeniliklerin önü kesilmiştir.
Böylece, günümüz toplumunun gereksinim duyduğu, modern biçimleme yöntemleri ile öz arasındaki niteliksel bağların kurulduğu ve içinde çok seslilik öğeleri ile tekniklerini barındıran çalışmalardan, toplumun popüler türler dışında soyutlanmasının yolu tamamen açılmıştır.
Hangi profile konursa konsun toplumumuzun tüm kesimleri açık veya örtülü biçimde bu uygulamalara ve davranışlara tepki duymaktadır. Bu tepkilerin en büyük göstergesi ise yaratılan profiller arası uçurumların ortaya koyduğu kopukluk ve ilgisizliktir.
Çünkü, heyecan verici ve kaliteli müzik, insancıl ortamlar ile sunumlarda etkili olur. Sanat etkinliklerini yönlendirenler, bu yolda gelişen ve profilleri yıkıcı müzik örnekleri sergileyen kişilere ve topluluklara genellikle yol vermek istemezler. Hatta, Fazıl Say gibi önemli bir sanatçımızın üniversite-kent işbirliği ile toplumda iz bırakmış halk ozanı Aşık Veysel’in mezarı başında sergilediği ve binlerce insanın katıldığı sanatsal etkinliğe alışılmadık marjinal bir hareket gözüyle anlamsız bir biçimde bakarlar. Dahası, bu tip yönelimlere
eğilen sanatçılarımızı diğer bazı kötü örneklerden doğallık bakımından ayırmaksızın, popülist olma veya yozlaşma yaftası ile durdurmanın yollarını ararlar.
Meral Tamer’in köşe yazısında öne çıkardığı izlenimler ve görüşler, müzik ile toplum alışverişinin sıcak, hareketli, güçlü ve anında gelişebilen yanlarını nasıl da ortaya koyuyor! Tamer yerinde yaptığı gözlemle bu heyecan ve etkileşim ortamındaki gelişmeleri satırlarına şöyle yansıtıyor
: "Türküye yaptığı uyarlamayı, AşıkVeysel’iyıllar boyu dinleyen yakınları ya yadırgarlarsa?" Fazıl, işte bu endişeyle uçakta aslına daha yakın yeni bir uyarlama yapıveriyor.
Sivas’taki konserde Fazıl Say’ın yüreğini ilk kez dinleyicilere alabildiğine açtığına
tanık oldum. Çalacağı her eseri hangi duygu ve düşüncelerle, ne şekilde ve neden öyle yorumlayacağını önceden onlarla paylaştı. Ben bile bugüne kadar defalarca dinlediğim parçalarını farklı bir algı ve daha derin bir zevkle, haydi itiraf edeyim biraz da
gözyaşlarıyla izledim.
Konserde "Fazıl Say dinleyicileri çok sevdi" diye düşünmüştüm. Yanılmamışım.
Konser sonrasında Sivas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferit Koçoğlu’yla sohbet
ederken "Türkiye’de içimi en çok açabildiğim seyirci buydu. O mekanda ulaşabileceğimi umduğumdan çok daha ötede bir seyirciyle karşılaştım" dedi. Nitekim son dönemde
terk ettiği meşhur doğaçlamalarını Sivaslı sevgili seyircileriyle birlikte yaptı. Hatta İstanbullular kıskanın ama Sivaslılara bis bile yaptı.
Rektör Prof. Koçoğlu, "Fazıl Bey ben bugün bir insanın ruhunun bedeninin dışına
çıkışına tanık oldum" sözleriyle Fazıl’a teşekkür etti. Fazıl ise Sivaslı seyirciyle bu
denli bütünleşebilmesinde, konser öncesinde Aşık Veysel’in mezarını ziyaret edip, akrabalarına ve köylüsüne piyano çalmasının, o ortamın havasını koklamasının katkısı olduğu görüşündeydi.
Sivas geride kaldı. Ama Cumhuriyet Üniversitesi’nin ve Fazıl Say’ın sayesinde bir
4 Eylül günü taa Sivrialan’a kadar gidip mezarına çiçek koyabildiğim Aşık Veysel’in
mezar taşında yazılı dörtlük, bir türlü aklımdan çıkmıyor:
Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş, kimler gülecek
Murat yakın, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın (Tamer, 2002)
Sanat Etkinliklerini yönlendirenler ne yazık ki! binlerce insanın izlediği o marjinal örneğin altındaki toplumsal refleksin analizini yapmak istemezler ve işlerine farklı yansımaları olması gerçeğini kabullenmezler. Oluşturulmak istenilen gerçek profillerin toplumda değil, bu kişilerin bir türlü kıramadıkları düşüncelerinde olduğunu görmemek elde değildir.
Kuşkusuz, yukarıda bahsedilen örneklerin dışında ülkemizde yaşadığı toplumun gereksinimlerine eğilen, ancak oldukça yalnız kalan ve değeri toplumca yeterince anlaşılamayan sanat kurumlarımız ile sanat yöneticilerimiz olduğunu da belirtmek gerekir.
Güncel Gelişmeler Karşısında Müzik Kültürümüzün Önemi
Küresel dayatmaların arkasındaki ele geçirici, tutsak edici ve sömürücü yaklaşımların bölücü taktiklerine zemin hazırlamamak için, salt belli etnik yapıları öne çıkarıcı özelliği olan halk müziği çalışmalarının, bu tehlikeleri göz ardı etmeyen yaklaşımlarla yapılması veya diğer müzik çalışmalarıyla dengelenerek topluma ve dünyaya verilecek mesajların duyarlılıkla önemsenmesi gerekmektedir.
Avrupa Birliği’ne girmemiz ülkemiz de yaygın olduğu öne sürülen düşünce birliğine göre, ütopik de olsa tek çare olarak görülmektedir. Ancak, ülkemizi bu yolda oyalamayı şimdilik kendilerine taktik olarak benimseyen ve ülkemizi sömürmek veya bölmek için her şeyi göze alabilecek güçlerin, istedikleri zaman diliminde bu oluşumun içine bizi çekebilecekleri hiç de şaşırtıcı bir durum değildir. Üstelik, kendine uygun rejimlere veya kendilerine özgü toprak bütünlüğüne heveslenen içimizdeki bazı kesimlerin bu tür oluşumlardan yararlanmak istediğiveya destek aldıkları da bilinen bir olgudur. Avrupa Birliği’ne girişimizin, ülkemizin öteden beri getirdiği idealleriyle örtüştüğünün varsayıldığı ve gereğinden fazla göz kamaştırdığı bir ortamda, günün birinde çok ağır faturalar ödeyebileceğimiz ve bu yolla sömürü düzenini yaratanların amaçlarına kavuşmasına en uygun ortamın gerçekleşebileceği de unutulmamalıdır.
İnsancıl yaklaşımlardan uzak ve kasıtlı hareket eden her türlü dış güce karşı, ulus devletimizin en önemli güvencelerinden ve dayanaklarından birisini de, çağımızın gerekleriyle sentezlenerek somutlaşmış kültürel bağlarımız oluşturacaktır. Kültürel bağlarımızın en önemli unsurlarından birisi de her türlü zorlamaya, dayatmaya karşı koyabilme gücü olan, birbirleriyle ilinti kurularak tek başına veya birlikte gelişen türleri kapsayıcı özelliği olan müzik kültürümüzdür.
Sonuç
Soğuk ve sıcak savaşların görünümünü ve işlevini değiştirdiği, kültürel çatışmaların her boyutta öne çıktığı veya ırkçı düşüncelerle sanatın ve bilimin yollarını kesiştirme eğilimlerinin yeniden hortlatılmaya çalışıldığı günümüzdeki gelişmeler, kanımca artık kültürel birlikteliğimizin başkalarının güdümüne bırakılmamasını gerekli kılan günlere çoktan ulaşmıştır.
Günümüz koşullarında, kültürlerarası yabancı düşmanlığına son vermenin yolu, ülkelerin kendi kültürlerine sahip çıkmaları ile onları etkili yöntemlerle diğer kültürlerin ilgisine sunmaktan geçmektedir
Eğitim sistemimizin her düzeyde ve bütünüyle kendimize özgülükten arındırılıp başkalarının güdümüne, sistemine ve onayına endekslenmesi tehlikelerin en büyüğüne işaret etmektedir.
Tüm bu saptamalar, Atatürk’ün yıllar öncesinden ön gördüğü ulusal hedeflerle bire bir örtüşmektedir.
Bu bağlamda, akademik ortamlarda ele alınan eğitim müziğimiz ve sanatımız yoluyla her türlü çalışmaya hız verilmeli ve bu çalışmalar özendirilerek gerekli kaynaklar oluşturulmalı, stüdyo olanakları sayesinde ulusal ve uluslararası gereksinimlere de cevap verebilecek bize özgü eğitim müziği materyalleri oluşturulmalıdır.
Söz konusu materyallerin klasik eğitim basamakları veya düzeylerinin yanı sıra, toplumla sanat arasındaki bağların günümüz koşullarında yeniden gözden geçirilmesiyle toplumsal renkleri gözeten ve bunları heyecan verici yaklaşımlarla ele alan yeni üretimleri kapsaması önemsenmelidir.
Toplumların ve sanatın gelişimi bazen görünmez iç içelikler taşıyarak “burnunun ucunu göremezmişsin” örneğine uygunlukla akıp gider. Kanımca, günümüz sanatı insana genel anlamda bu kadar yakındır. Ancak, açıklıkla henüz kavranamayan özellikler taşımaktadır. Görüntünün pusluluğunu ise hızla gelişen koşullar ve geçmişin anlayışına sıkıştırılmış modernizmin ve yarattığı profillerin getirdiği henüz her katmanda aşılamayan koşullanmışlıklar sağlamaktadır.
Özgürlük ve disiplin modernliğin kilit boyutlarını oluşturmaktadır. O nedenle, modernliğin her iki yüzünü eş zamanlı olarak çizmek ve modernliğin indirgenemez çifte doğası üzerine bir sonuca varmak, günümüzün gerçek görevini oluşturmaktadır. (Wagner, 2005:33)
Yine bu saptamaların altının çizilerek yordanması, bizlere günümüz eğitsel, sanatsal ve politik stratejilerinin ülke ve insanlık yararına, birlikte anlaşılması ve çözümlenmesi eyleminin gerekliliğini duyumsatmaktadır.
Bu uygulamalarla, özellikle genç nesillerin daha duyarlı ve etkili adımlar atması, ulusal bilincimizin daha doğru bir yörünge kazanması beklenebilir. İnsancıl ve başkalarına saygı gösteren demokratik açılımların özlü olması ve doğu ile batının iç içeliği ile gelişerek, günümüzde yeniden değerlendirilmeye ve değerlenmeye başlayan medeniyet ölçülerinin kültürel boyutlarında, ülkemizin sağlıklı ve olumlu tepkiler vermesi sağlanmalıdır
KAYNAKLAR
-Tamer, Meral. (2002). “ Aşık Veysel’in sazıyla Fazıl’ın piyanosu” Milliyet Gazetesi, [Çevrimiçi] Elektronik adres: http://www.milliyet.com.tr/2002/09/06/yazar/tamer.html -Wagner, Peter. (2005). Modernliğin Sosyolojisi, Çeviren: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
*Abant İzzet Baysal Üniversitesi Müzik Eğitimi Anabilim Dalı, Doç. Dr.
uguralpagut@yahoo.com
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.