♪
Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024
♪
Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023
♪
Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023
♪
GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023
♪
30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023
♪
Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023
♪
18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022
♪
Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022
♪
sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022
♪
Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022
Daha Önce gittiğimiz illerde kendime konu olarak söz yayınları ile radyo ve televizyonda görüşme/söyleşi tekniklerini anlatıyordum. O konuşmalara herşeyden önce “Türkçeyi doğru kullanmak gerekir” diye başlıyordum. Bugün o cümleyi açmaya karar verdim.
Öncelikle Türkçeyi doğru kullanmak gerekir. Çünkü sabah günaydın, gün içinde merhaba, veda ederken hoşçakalın demekten başlayarak en karmaşık düşüncelerimize kadar kullandığımız şey dildir. Dil, sözcüklerden oluşur. Şimdi sormak isteyenleriniz olabilir: “Eee, ne yapalım yani?” Cevabım çok kısa ve kesin olacaktır: “Dikkat edin.” Neye dikkat edilecek derseniz, kullandığınız söcüklerin doğru, yerli yerinde ve anlatmak istediğinizi aktaracak biçimde kullanılmasına dikkat edin. Çünkü her sözcük bir düşünsel kavramın simgesidir. Sevdiğiniz bir şeyi anlatırken nefret sözcüklerine yer olmadığı gibi, hüzünler içinde boğulmuş bir kişinin anlatımında da mutluluk kavramlarını ve onların simgeleri olan mutluluk sözcüklerini bulmayı umut edemezsiniz.
Bu basit anlatımların ötesinde dil, bütün bilgi dağarcığının, deneyimlerin, sözlü ya da yazılı olarak aktarıldığı ortamdır.
Dil, insanlığın geçirdiği dönemler boyunca edindiği tüm bilginin ve deneyimlerinin saklanmasında kullanılan ortamdır. Kütüphaneler bunun için çok önemlidir. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Kongre Kütüphanesi bu nedenle dünyanın birinci sıradaki bilgi bankasıdır. Egemenliği ellerine geçirenlerin belki de ilk hedefinin kütüphaneler olması bu yüzdendir. Eskiyi yok etmek ve yerine yenisini koymak, yenen tarafın, yani yeni egemenin temel tutkusudur. Tarihi yazmak egemenin işidir. Yakılan İskenderiye kütüphanesi bunun en büyük örneğidir. Neden? derseniz, bilgiyi ve bilgi dolaşımını denetleyen, egemen olur.
Bu gerçeği gözönünde tutan yeni egemen, ilk iş olarak kendisinden önceki egemenin bilgi birikimini yok eder. Böylece toplumun belleğini yok etmek yolunda ik adımı atmış olur. Somut yazılı belleğini yitiren toplumda “kulaktan kulağa” oyunu başlar. Bilgi aktarımı artık sözlüdür ve halk hikayelerinden, kişisisel eğilimlerden yeni ögeler alır. Sözlü bilgi aktarımı dış etkilere en açık olan ietişim sürecidir. Bu etkiler altında dil bozulmaya, özünü yitirmeye başlar. Yeni egemen iletişim sürecindeki bozulmaları kendi lehine kulanır ve yepyeni bir kültür yaratma sürecine girilir. Yeni egemen zaferi kazanmıştır artık. “Romalı generalin yenilgisi, zaptettiği kentten kaynaklanır” inancı yüzünden Romalı generaller ele geçirdikleri kentleri yıktırıp, hemen yanıbaşında yenisini yaptırmışlardır. Çünkü, bu yeni kentin bütün sokaklarını, hangi evde kimin oturduğunu bilmek, onların gücünün temel kaynaklarından birini oluşturmuştur. Kütüphaneleri yıkmak, kitapları yakmak ve kendi yazıcılarına yenilerini yazdırmak da aynı sonucu doğurur. O zaman yayılan bilgi, dolaşımdaki bilgi, denetlenmiş olan bilgi, egemenin kendinden kaynaklandığı için bir tehlike oluşturmaz.
Günümüzde internet denilen en özgür iletişim ortamını denetleyebimek için sahnelenen girişimlerin ardında bilgi dolaşımının denetlenememesinin yarattığı rahatsızlık vardır.
Dilin bu öneminin ötesinde, bizler yazılı basında, radyoda veya televizyonda yazan, konuşan, çizen, anlatan kişileriz. Bu yanımızla toplumda örnek alınan yayıncılarız. Bu nedenle de ne söylediğimize, nasıl söylediğimize, ne yaptığımıza, nasıl yaptığımıza dikkat etmek zorundayız.
Bugün Türkçe büyük bir bozulma süreci ile karşı karşıyadır. Ben bir dil uzmanı değilim, ama bütün yaşamını iletişim alanında geçirmiş bir kişiyim. Bu konuda bir konuşma yapmaya karar verdiğimde izlediğim, dinlediğim programlardaki ve yaşadığım ortamdaki yanlışları not etmeye başladım. Elbette daha çok örnek bulmak mümkündür, ama yoğun bir çalışma düzeninde benim rastladığım bunlar. Örnek, somut olduğu oranda etkilidir. İşte bozulmalardan, yanlış kullanımlardan örnekler:
Agresif, agresiflik: Pazar günü, Formula 1 oto yarışlarını izliyorum. Anlatan kişi, bir sürücünün agresif oluşundan, agresifliğinden söz ediyor. Oysa bu yabancı sözcüğün yerine kullanılabilecek çok güzel bir Türkçe sözcük var: “Saldırgan’, ‘saldırganlık’, ‘saldırganca.”
And: İngilizcede “ve” anlamına gelen sözcük. Artık birçok yerde “ve” sözcüğünün yerine geçti, hatta yalnızca kendisi değil, işareti “&” bile “ve”yi teslim aldı.
İş bilmek X işini bilmek: “İşi bilmek” ile “işini bilmek” arasındaki ince farkı ayırdedebiliyor musunuz?
Devlet eski Bakanı, İstanbul eski belediye başkanı: Yanlıştır. Bunlar ünvandır ve bozulmamalıdır. Herhangi bir son ek almaksızın bu ünvanları bölmemek gerekir. Örnek: İstanbul eski belediye başkanı diyemezsiniz. Şimdi görevde olan başkandan söz ederken İstanbul yeni veya şimdiki belediye başkanı diyebiliyor muyuz? Hayır. İstanbul’un eski belediye başkanı diyebilirsiniz. Devlet eski bakanı diyemezsiniz, bu defa devletin eski bakanı da diyemezsiniz. Devlet yeni bakanı, Devletin yeni bakanı diyebilir misiniz? Hayır. Doğru olan söyleniş biçimi, eski devlet bakanı ya da eski İstanbul belediye başkanıdır.
...diye düşünüyorum: Yanlış. “Düşünüyorum ki...”, “Sanıyorum ki...”, formülü doğru. “Burada konuşmak iyi olacak diye düşünüyorum” cümlesindeki “düşünüyorum” sözcüğü, verilmiş bir karar olmadığını, bir düşünme sürecinin sürmekte olduğunu belirtmektedir. Aslında “sanıyorum” anlamı vardır. Yani kanıtlanmamış kişisel bir sanı söz konusudur. Sonucun beklendiği gibi olmayacağı olasılığını içinde barındırmaktadır. O zaman, “burada konuşmanın iyi olacağını sanıyorum” ya da “sanırım burada konuşmak iyi olacak” demek doğrudur.
...diyorum, diyoruz: “Şimdi de müzik diyorum”, “artık sohete biraz ara verelim diyoruz” gibi cümleler düşünelim, burada “diyorum”a, “diyoruz”a gerek var mı?
...ifade ediyorum: Niçin, “söylemek”, “anlatmak”, “demek”, “belirtmek” vb. kullanılmıyor? Belki de biraz ağdalı konuşmak, aslında olmayan bir büyüklük havası veriyor. Ne dersiniz?
Abi, abla, amca, baba vb.: Programın sahibi ile konukları arasında akrabalık ya da dostluk ilişkileri, dinleyen ya da izleyenleri hiç ilgilendirmeyen şeylerdir ve bu sözcükler yayında hiç kullanılmamalıdır.
Alem: Biliyorsunuz Türkçeyi çok iyi bilenler (!) çok önemli okutucu işaretler olan şapkaları kaldırdılar. İşte şimdi böyle bir örnek: Burada alem mi (minarenin tepesindeki süs) yoksa âlem mi (evren, durum ve koşullar, dünya/ortam) anlatılmak isteniyor. Birisi bunu okumaya kalktığında bütün bir cümle içinde anlamı aramak ve ona göre sözcüğe bir anlam kazandırıp okumak zorunda. Oysa bir şapka ile bu daha kolay olmaz mıydı?
Araba: “Ne kadar güzel bir araba!”, “arabanız var mı?”, “Arabam eskidi yenisini amak gerek.” Burada anlatılmak istenen bir otomobil. Araba, denen şey bir hayvanın çektiği taşıma aracıdır, kendiliğinden hareket edilmesini sağlayan bir hareket ettiricisi yani motoru yoktur. Otomobil ise “kendiliğinden hareket eden” demektir. Şimdi düşünün, arabaya otomobil diyebiliyor musunuz? Hayır! O zaman niçin otomobile araba deniyor. İkisi aynı mı? Hayır! “Otomobil”, “araç”, “oto”, “taşıt aracı” gibi sözcükler kullanılabilir. Araba binlerce yıl ötesinden gelen bir sözcük. Arap yarımadasının kuzeyinden kaynaklanıyor. Göçebeleri tanımlıyor. “Sürekli hareket eden” demek. Arap da sürekli göçebe olduğu için böye çağırılır olmuş. Bizde de hiç ilgisi yokken otomobil için kullanılmaya başlanmış. Yanlıştır.
Bayan: Bir ünvandır. “Bayan Tozkoparan” gibi bir formülde yerinde kullanılmıştır. “Bay Tozkoparan”ın karşıtıdır. “Kadın” anlamında kullanılamaz. Zaten kadın ve erkek utanılacak sözcükler değildir. Erkek sözcüğünden hiç utanmayanlar, ama kadın sözcüğünün kullanılmasından kaçınanlar bence akıllarında aslında ne olduğunun ipucunu veriyor ve bir tür utanç duygusu nedeniyle sözcüğü kullanamıyorlar. Bir kişinin başından cinsel ilişki geçip geçmediğini esas almak yerine yaşanmış yılları, yani yaşı, esas almak doğrudur. Erkek için esas alınmayan bir ölçü kadınlar için neden geçerli olsun? Yaşı küçük olan dişilere kız, yaşını almış olanlara kadın demek zor mu? Bir kişinin görünüşünden yola çıkarak tanımlama getirsek daha doğru olmaz mı?
Birlikte olmak: Biraraya gelmek, birarada olmak anlamında kullanılıyor ama, özellikle magazin basınında konu olan kişilerin dilinde “birlikte olmak”, cinsel ilişki anlamına geliyor. Çok dikkatli olmak gerek bu konuda. “Biraraya geldik“, “biraradayız” “beraberiz”, “buluştuk”, “falanca... kişi yanımızda”, “filanca ...kişinin yanındayız” gibi formüller doğrudur.
Bye bye: Türkçesi var ve çok da hoş bir dilek içeriyor: Hoşçakal.
Dahi: Dâhi biçiminde uzun “a” ile kullanıldığında “olağanüstü yetenekleri olan” anlamını taşıyor ve böyle okunduğunda, söylendiğinde yanlış oluyor. “Bütün değerler öylesine bozuldu ki o cahil dahi adam oldu, bir koltuk kaptı” cümlesinde ‘dahi’ sözcüğünü ‘dahi’ olarak okuyalım. “Cahil dahi” diye bir saçmalık çıkıyor ortaya, anlam tam olarak değişiyor. Oysa, bu, Türkçe olmayan sözcük yerine “bile” yi kullanabilirsiniz. Böylece hata yapmaktan da kurtulmuş olursunuz.
Dahi (bile) anlamında “de”: Ayrı yazılmalı ve okunurken, söylenirken ‘dahi’ sözcüğünde olduğu gibi bir vurgu kullanılmalıdır.
Dilerseniz: Bir sunucu, “şimdi, dilerseniz bir parça dinleyelim” diye bir sunuş yapıyor. Yayın eğer iki yönlü ve canlı ise, sunucunun karşısında bir dinleyici veya izleyici varsa, o anda dileğini belirtebilecek durumdaysa belki izin verilebilir ama yine de bir yayın bu anlamda dileğe bağlanamaz. Hele, canlı bir yayın ise, ama iki yönlü canlı bağlantılı bir iletişim yoksa “diler-seniz” sözü saçmadır. Çünkü karşıda cevap verecek bir kişi yoktur. Böyle bir durumda sunucuya, yapımcıya düşen, ”alıp götürmek”, dinleyici ya da izleyiciyi de kendi yanına çekmetir. Usta olan bir yapımcı, sunucu böyle yapar.
Eşyalar: Eşya zaten çoğuldur, şeyler demektir. Doğrusu eşyadır.
...etmek istiyorum: “Teşekkür etmek istiyorum”, “sahneye davet etmek istiyorum”, “.....ümit etmek istiyorum” gibi formüller İngilizcedeki ‘‘I would like to” deyiminin Türkçeye uyarlanmasıdır. Yanlıştır. Belki bu uyarlanmadan, bir tür kibarlık izlenimi verilmek isteniyor. Bu da yanlıştır. Kibarlık sonradan edinilmiştir, asıl olan nitelik samimiyettir. “Teşekkür ederim”, “ümit ederim” formülleri doğrudur, yeterlidir, Türkçedir.
Evet işte.....: “Hayır, işte...” diye başlasak doğru mu? Hayır. Onun için evet sözcüğünün bu bağlamda kullanılması yanlıştır.
Evraklar: Varak, yani üzerine yazı yazılmış kâğıt demek. Evrak da bunun çoğulu. O nedenle evraklar gibi bir yanlış yapmak yerine, yazılar, belgeler, yazışmalar gibi sözcükler doğrudur.
Frenaja girdiler, gazlarına yüklendiler: Yine, “Formula 1” diye bilinen otomobil yarışları. Burada çok kullanılan bir tanımlama var. Sürücüler bir dönemece yaklaşırken fren yapıyorlar, biz yarışı anlatandan durumun tanımlanmasını dinliyoruz: “Şimdi frenaja giriyorlar.” Siz böyle komik bir anlatım duydunuz mu? Üstelik bu tanımlamayı kullanan kişi, aynı zamanda bu yayının yapıldığı televizyon kanalının tanıtımında “en doğru Türkçeyi duymak isteyenleri” çağıran kişinin ta kendisi. “Fren yapıyorlar” demek, durumu yeteri kadar anlatmıyor mu? Sürücüler dönemeçten çıkarken bu kez hızlanıyorlar, sunucudan bir açıklama geliyor: “Pilotlar gazlarına yükleniyorlar.” Gaza yüklenmek, güzel Türkçe mi, doğru mu? “Gaza basıyorlar”, “gazlıyorlar” demek daha doğru değil mi?
...gerçekleştirmek: “...bir görüşme gerçekleştirdiler”, “...ziyaret gerçekleştiriyor.” Sözcüğün bu bağlamda kullanılması yanlış. “Yapmak”, “etmek” gibi fiiller ne oldu?
Geri aramak, geri dönmek, cevaben aramak: Hepsi yanlış. “Yeniden aramak”, “tekrar aramak”, “sonra aramak” kullanılmalıdır.
Geri iade etmek: İade zaten geri vermektir. İade etmek diyebilirsiniz. Ama Türkçesini kullanmak, “geri vermek” demek en doğrusu.
Giriş yapmak, çıkış yapmak: Bence bunlar polis anonslarını çok dinleyen ve pek de bilgili olmayan basın mensuplarının Türkçeye kazandırdığı yanlışlardır. Kullanılmamalıdır. Doğrusu “girmek”tir, “çıkmak”tır.
Gözaltına almak: Belirli bir süre için bir yerde alıkoymaktır.
Gözetim altına almak: Kollamak, korumak amacıyla girişimde bulunmak.
Gözlem altına almak: Yani “müşahade” altına almak, bir tür incelemeye almak, gözetlemek.
Hatta: Hatta mı (bir telefon görüşmesinde olduğu gibi) yoksa hatta mı (hem de, üstelik anlamında mı) anlatılmak isteniyor? Şapka, yani inceltme işareti kullanılmadan bunu ayırt etmek mümkün değil. Böyle bir sözcüğü bir kişi nasıl doğru okuyabilir?
Hatta kalmak: Sunucu kendisiyle telefon bağlantısında olan kişinin telefonunu kapatmamasını istiyor ve “siz de hatta kalın, konuşmaları dinleyin” diyor. “Telefonu kapatmayın” demek daha doğru gelmiyor mu?
Hayırda hayır vardır: Burada anlam belli olmuyor. Hayırda mı (iyilik yapmak) hayır var, yoksa hayır da mı (reddetmek) hayır var? Okurken vurgularla bu anlamlar belirtilmelidir.
Hello: Doğrusu Türkçe olanı, yani “Merhaba!”
İlerleyen dakikalar, ilerleyen bölümler: Tam anlamıyla yanlış. “Sonraki”, “ileride”, “daha sonra”, “gelecek”, “gelecekte” vb. sözcükler tam anlamıyla unutuldu.
İstihbaratlar, faaliyetler: Bunlar Arapça kökenli sözcükler ve zaten çoğul. Onun için bu ve benzeri sözcüklerde “ler”, “lar” son ekleri kullanmak yanlış.
K,L,M,N,P,R,C,S vb. sessiz/ünsüz harfler: Türkçe’deki bütün ünsüzler incedir. Kalın ünsüz yoktur. CeHaPe olmaz. KeHaKe olmaz. PeKaKa olmaz. BeDeDeKa olmaz, İMeKaBe olmaz, SePeKa olmaz.
Kahretsin!: İngilizcedeki “damn” sözcüğünün, cahil çevirmenler tarafından Türkçeye “kazandırılmış” hali. Onun yerine, “tüh”, “yazık”, “eyvah”, “aman” gibi sözcükler doğrudur.
Kendine iyi bak: Bir aynada mı kendimize bakalım? “Dikkatli ol”, “dikkat et”, “sağlığına özen göster”, “sağlığına dikkat et” vb. formüller doğrudur.
Keyif almak: Günlük konuşmada kaba, kötü bir anlamı var. Yerine, “hoşlanmak”, “mutlu olmak”, “sevmek” “beğenmek” gibi sözcükler kullanılabilir.
Keyifli: Keyifli gece, keyifli mekân, keyifli ortam, keyifli zaman, keyifli meyhane vb. biçimlerde kullanılıyor. Burada keyifli olan, yani keyiflenen, keyif sahibi olan gece mi, mekân mı, ortam mı, zaman mı, meyhane mi, yoksa bu ortamlarda bulunan insan mı? Keyif insana özgüdür. İnsan için kullanılır. Burada kullanılan anlamıyla keyifli, keyif veren demek. Keyif veren şeyler de toplumumuzda “uyuşturucular” olarak algılandığı için kullanılmamalıdır. Bunların yerine “hoş”, “sevimli”, “güzel”, “rahatlatıcı”, “zevk veren”, “neşelendiren”, “eğlendiren” vb. sözcükler kullanılabilir.
Oldukça: Türkçe’de bu sözcüğe ilişkin olarak bir anlam kayması gerçekleşti. “Oldukça” artık “çok” yerine kullanılır oldu. Oysa asıl anlamı “yetecek kadar, epey, hayli”, yani “çok” bu derecenin bir üstü. Galatasaray süper kupayı kazandığı sezon oldukça mı başarılıydı, yoksa çok mu? Sharon Stone oldukça mı güzel, yoksa çok mu? ...Schumacher oldukça mı başarılı, yoksa çok mu?
Pislik: İngilizcedeki “shit”, “dirt”, “trash” gibi sözcükleri karşılamak üzere Türkçe’ye ‘kazandırılmıştır’. Tek başına, “pislik” olarak veya “pislik herif” “sen bir pisliksin” gibi kullanımları doğru değildir. Doğrusu “pis herif”, “pis kadın”, “pis adam” ya da “iğrenç” sözcüğü ile türetilmiş yapılardır.
Reel sektör: “Reel” sözcüğü İngilizcedeki “real” (gerçek) sözcüğünü karşılamaktadır. Üretim sektörü anlamında kullanılmaktadır. Peki, öteki sektörler sanal mı? Hepsi para kazanıyor, ekonomiye katkı yapıyorlar.
Sahne almak: İngilizcedeki “to have the flor” deyiminden uyarlanarak, sahneye çıkılan sürenin başlangıcı anlamında kullanılıyor. Doğrusu, sahneye çıkmak. Saygı sunuyorum, sunuyoruz: “Teşekkür ediyor olmak” örneğindeki gibi, “saygı sunuyor olmak” saçmalığı da yoktur. Bu söyleniş biçimleri yanlıştır. “Saygı sunarım”, “saygılar sunarım” doğru söyleniş biçimleridir. Sayın Vali Ahmet Tozkoparan, General Sayın Ahmet Tozkoparan, Cumhurbaşkanı Sayın.... : Bu tür ünvanların söylenmesi saygı açısından yeterlidir. Aradaki veya baştaki “sayın”lar yanlıştır ve fazladır.
Sayın dinleyiciler/izleyiciler, “çok sayın...”, “sevgili...”, “çok sevgili....”, “değerli....”: Bu tür tanımlamaların hiçbir anlamı yoktur. Çünkü sizin için değerli olan bir başkası için olmayabilir. O başkası için sizin duygularınız hiçbir anlam taşımamaktadır. Sayın dediklerinizin içinde hırsız, arsız, ursuz, soyguncu, hortumcu vb. birçok kişinin de bulunduğunu hiç unutmayın.
Show, şov: “Gösteri” çok iyi anlatıyor.
Showroom: Sergi salonu, sergileme salonu.
Teşekkür ediyorum, teşekkür ediyoruz: Bu cümleden yola çıkarak, Türkçe’de “teşekkür ediyor olmak” gibi bir saçmalıkla karşılaşıyoruz. Bunu türetirsek, “teşekkür ediyor olmamak”, “teşekkür etmiyor olmak” gibi daha da saçma cümleler karşımıza çıkıyor. Doğrusu ise “teşekkür ederim.” Teşekkür ediyor olmak, Arapçadaki “müteşekkir olmak” ifadesini karşılıyor. Orada doğru ama Türkçede değil.
Tip box: bahşiş kutusu.
Trade centre: Ticaret merkezi, iş merkezi.
Üzgünüm: İngilizce’deki “Iam sorry”-”özür dilerim” tümcesinin, yalnızca “sorry” sözcüğünün üzülmüş olmak, “üzüntülü olmak” anlamı alınarak ve deyim değerlendirilmesi yapılmadan Türkçe’ye “kazandırılmış” bir yanlışlıktır. Doğrusu, “özür dilerim” demektir. Türkçede “üzgünüm” doğru değil, “Üzüldüm” diyebilirsiniz, “üzüntülüyüm” diyebilirsiniz. “Üzüntü duydum” diyebilirsiniz, ama “üzgünüm” doğru değil.
Vauvv!: Tam anlamıyla İngilizce’den uygulamadır. Yerine “vayy!”, “harika!”, “müthiş!” gibi sözcükler kullanılabilir.
Yani: Bir Arap sözcüğü ve dil alışkanlığıdır. Bizim de ne kadar çok kullandığımıza dikkat ettiniz mi? “Seviyorum yani”, “yapılacak bir şey kalmadı yani”, “üzüldük yani” “ehh, dönüyoruz artık yani” vb. Bu tür kullanımı yanlış.
Yanlış anlaşma: Yanlış olursa, anlaşma olmaz. Doğrusu “yanlış anlama”dır.
Yapılabilinir, edilebilinir: Tükçe’de çift edilgenlik kuralı yoktur. “Yapılabilir”, “edilebilir”, doğrudur.
Yapıyorsunuz, ediyorsunuz: Buradaki “... yorsun”, ‘...yorsunuz” sonekleri aslında “...caksın”, “...ceksin” son ekleridir. Bu söylenişlerin doğrusu, yapacaksın, edeceksin, gideceksin, geleceksin, yapın, edin, gidin, gelin olmalıdır.
Yarın bu odunu yarın: Okutucu şapka işaretleri kullanılmadığı için yanlış bir anlam çıkıyor. Doğrusu, “yaarın bu odunu yarın” olmalı.
Yayında Söz Ve Konuşmanın Kullanılması
Bir İletişimci Herşeyden Önce Türkçeyi Doğru Kullanmalıdır
Türkiye hemen hemen hiç çıkamadığı zorluklar içinde ve yine bir kriz söz konusu. Bu krizden çıkmak için yeni bir ekonomik program gerekli, yurtdışı bağlantılar gerekli ve bunun için Meclis dışından yeni bir bakan atandı. Bu bakan ekonomik alanda ivedi olarak neler yapılması gerektiğini açıkladı. Bilgi içerikli yayın yapan televizyonlar hemen uzmanları çağırdı, canlı yayınlara geçildi ve konular her yanıyla incelendi. Niçin? Çünkü anlatılacak bir şey vardı ve anlatımların en etkili türü de sözle yapılanıydı. Evet, görüntü olarak tablolar, şemalar, rakamlardan oluşan istatistikler veri-lebilirdi, ama onları anlatmak için de yeni söz gerekliydi.
Atasözünü hatırlayalım, “insanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa” anlaşırlar.
Bir zamanlar yayın dendiğinde akla ilk olarak radyo gelirdi, radyo söz yayını demekti. Şimdi ise radyo denince akla müzik geliyor. Müzik en rahat dinlemeyi sağlıyor. Düşünmeye, kafa yormaya gerek yok. Çünkü ülkemiz insanına egemen olan düşünsel tembellik. Bir de tabii herkesi aldatmak için kullanılan rating (Türkçeleşmiş olarak rating), yani program izlenme oranları var. Yüksek rating, yüksek reklam, yüksek gelir demek. Düşünsel tembellik yüksek gelir getiriyorsa, daha zor olan yolları denemenin gereği yok diye düşünülüyor. Sonuçta bunun kötü etkileri de toplumda görülüyor tabii.
Söz yayını, söz ile bilgi aktarımına önem vermek ve bilgi birikiminin oluşumuna çok köklü katkıda bulunmak demektir. Radyo yapımcıları ve yayıncıları sözü kullanmaktaki ustalıkları ve etkinlikleri oranında başırı kazanırlar. Sözün başarısı, sözcüklerle dinleyicinin beyninde görüntü çizilebilmesine bağlıdır. Çünkü, radyo dinleyicisi radyoyu tek başına dinler. Yani kendi düşünceleri ve anılarıyla başbaşadır, beynindeki düşünsel görüntüler de buna göre oluşur.
Kullanılan sözün etkisi müzik ve efekt ile artırılmalıdır. Çünkü söz tek başına bir “ortam”, “atmosfer” yaratmayabilir. O açıdan söz, müzik, efekt bir radyo yapımının yapı taşlarıdır. İşte radyo yapımcısı bunları kullanarak düşünsel görüntüler çizmek zorundadır. İnsanların beyinlerinde yaratılan görüntüler, bazan anlatılan ile hiç ilgisi olmayan ama çağrışım yaparak başka şeyleri hatırlatan görüntülerdir. Beyninizde yaratılan görüntüler, olayla hiç ilgisi olmayan, kullanılan yapı taşlarının kullanılış biçimine göre oluşan görüntüler de olabilir. Bunlar ortak o olayın gerçek görüntüleri değil, olayın sizdeki etkilerinin yarattığı kişisel izlenimin görüntüleridir, bilimsel bir tanımla bir illüzyondur-yanılsamadır. İşte bu görüntüler, bu yanılsama dinleyiciyi ne kadar çok mutlu edebilirse, etkileyebilirse, irkiltebilirse, ürkütebilirse, vb. o kadar başarılı olacaktır.
Bütün bu anlatılanların bir özeti şudur: Radyo kişiseldir. Bilgi iletiminde en hızlı araçtır. O zaman, sözü en etkili kullanan, bilgi aktarımında da en yüksek hıza ulaştıracak sistemi kuran radyocu, başarıya en yakın olandır.
Söz, müzik, ve efekt hep sestir. Ama önemli olan dinleyicinin duyduğu “ses karışımı”dır, yani, programın dinleyiciye yansıyan sesi içinde bu yapı taşlarının hangi oranda bulunduğudur. Yalnızca müzik parçalarının birbiri ardına dizildiği bir yapım doğru anlamda bir radyo yapımı değildir. Çünkü her iki örnek de, kullanılması gereken yapı taşları açısından eksiktir. Efektsiz bir yapım düşünsel görüntüleri somutlaştırma açısından eksik bir yapım olacaktır. Yalnızca müzikten oluşan bir yayında bilgi içeriği yoktur. Yalnızca söz yayınının müzik ve efektten oluşması gereken estetik desteği yoktur. Bu eksiklikler, tekdüzeliğe, dinleyicilerde ilgi dağılımına, bıkkınlığa ve başka istasyonlara geçme isteğine yol açabilir. Çözüm, anlamlı biçimde birleştirilmiş ve birbirini destekleyerek etki yapan insan sesi, müzik, efekt karışımını yakalayabilmektir.
Günümüzde söz yayınlarının önemi biraz daha anlaşılmıştır ama radyolarımızın çoğu halâ müzik ağırlıklıdır. Dinleyiciyi düşünsel tembelliğe itmekte ve orada tutmaktadır. Yayın zamanının tümünü müziğe ayıran radyo, günümüz insanının gereksinimlerine tam olarak cevap vermiş sayılmamalıdır. Bir “şeyi” anlatmak için en etkili yöntem olan söz yayında yer almıyorsa ya da hiç denecek kadar düşük düzeyde ise, o radyo, özelliği olan bir istasyon değil sıradan, olağan, ortalama bir radyo olmayı seçmiş demektir. Oysa ülkemizin istediği, beklediği farklı yayınlardır. Yalnız müzikle dinleyicisine ulaşmak isteyen bir radyonun seçtikleri ve yayınladıkları, popüler olmak zorundadır. Oysa aynı popüler müziği sonu gelmez biçimde yayınlayan çok sayıda radyo vardır. Bu kadar çok istasyondan yayınlanan müzik ürünlerinin oluşturduğu yayın farklı hale getirilmediği takdirde hiçbir anlam taşıyamaz. Önemli olan, yapı taşlarının farklı bir karışımı, farklı bir yaklaşım, bakış ve sunuştur. Yani gereken, bir yapımcının ötekilerden farkını ortaya koyan yaklaşımı ve ustalığıdır.
Şimdi gelelim insan sesine, sunuşa. İnsan sesi, bu sesi alıp yansıtacak olan mikrofon ile mikrofon ve sunucunun birlikte içinde bulundukları “ses uzayı”, yani stüdyo boşluğu da iyi kullanılmalıdır. Sunuşta kullanılan ses çığırtkan ve uzak bir ses değil, yakın, sıcak, sevecen, esprili, zeki bir ses olmalıdır. Bizim amaçladığımız ses mikrofona yakın kullanılan sestir. Tıpkı kulağa yakın yapılan bir konuşma gibi. Çığırtkan ses, duyuru ve açıklama sesidir, politikacının kürsüde kullandığı sestir. Bu bir mikrofon tekniğidir, program içinde, metnin ve duygunun gerektirdiği, yaratılmak istenen etkinin zorunlu kıldığı gibi kullanılmadır. Yani, bir sunucu program süresince sesini kullanmalı, sesiyle oynamalıdır.
Radyodan tek başına dinleme yapan bir dinleyiciye çoğul anlamda “siz” diye seslendiğiniz anda yanlış yaparsınız. Çünkü tek başına dinleme yapan bir kişiyi yanında yöresinde bulunmayan kişilerle paylaştığınızı açıklamış olursunuz. Oysa o dinleyici, düşüncelerini herhangi bir kişiyle paylaşmaya razı mıdır acaba? Bence değildir. Peki bireysel dinleme yapan bir dinleyiciye nasıl seslenmek gerekir? Bu konuda devrim niteliğindeki değişiklik Amerika Birleşik Devletleri’nde 1930’larda ortaya çıktı. Arthur Godfrey adlı bir radyo sunucusu bir kaç aydır hastahanede yatıyordu. Bol bol radyo dinliyor, yayınlara eleştirel açıdan bakıyor ve doğruları yanlışları saptamaya çalışıyordu. O günün sunucularının bir kişiye değil, daha çok bir gruba seslendiğini saptadı. “Bayan ve bay radyo dinleyicileri” diye başlıyorlardı; sessiz harfleri abartıyorlar; her şeyi çok yüksek sesle ve değişen tonlamalarla söylüyorlardı. Kürsü konuşmacıları, politikacılar gibiydiler. Godfrey dinleyicilere tek tek seslenmeye karar verdi ve “sen” sözcüğünü kullandı. Yaptığı ikinci değişiklik, programını kurumsallıktan çıkarmak ve kişiselleştirerek “ben” sözcüğünü kullanmak oldu. Bu değişiklikle radyo kendini buldu. Godfrey bir anda dinleyicilerin büyük çoğunluğunu kendi programına topladı, ötekiler de aynı tarzı benimsediler ve tekil seslenme, sen’li ben’li konuşma radyonun üslubu oldu. Herhangi bir spiker ya da sunucu “sen” biçiminde seslendiğinde saygısızlık etmiş olacağını sanmamalıdır. Bunun saygı ile ilgisi yoktur, iletişim aracının doğasının getirdiği bir zorunluluktur.
Gelelim sohbet programlarına. Acaba bu yapımlarda neye dikkat edilmelidir?
Basın ve yayın alanında çalışan kişinin yetkisi kamunun genelini ilgilendirme sınırında başlar ve biter. Özel alanlar kişilerin rızası olmadan ortaya çıkarılamaz. Kişisel özgürlük alanına girilemez. Kişilerin izni olsa bile, açıklanabilecek, açıklanamayacak konular olduğu unutulmamalıdır. Kamusal alanda olan biz yayıncılar ve okuyucular, izleyiciler, dinleyiciler, o kişisel özgürlük alanına giremeyecek ve kişiyi ancak bilinmesine izin verildiği kadarıyla tanıtabileceğiz. Kural bu. Özel hayatlar, kişisel özgürlük alanları kamunun güvenliğini, kamu sağlığını, kamunun varlığını sürdürmesini ilgilendiriyorsa, yine ancak gerektiği oranda özel-kişisel özgürlük alanlarına girilebilir ve bu konuda açıklamalar yapılabilir.
Uyulması gereken başka kurallar da var: Program sırasında orada olmayan ve cevap veremeyecek durumda olan kişilerle ilgili bir şey söylemek. Kendisini savunamayacak durumdaki kişiye suçlamalar yöneltmemek. Yan tutmamak. Kişilik haklarına saldırmamak. Hakaret etmemek. Kanıt olmadan suçlamada bulunmamak. Görüşmeyi amaçlı ve zorlayıcı biçimde yönlendirmemek, yani kısaca cevap hakkı kullanma zorunluluğu doğurmamaya çalışmak, gerçek bir yayıncının uyması gereken kesin kurallardır. Bunlar yapılacak görüşmenin temelini oluşturması gereken etik-ahlakî kurallardır.
Gelelim işin tekniğine.
Söyleşi de görüşmenin sahibi söyleşiyi yapandır. Ele alınacak konunun sahibi konuktur.
Söyleşiyi yapan kişinin birinci görevi gösteri yapmak değil, konuğun sahip olduğu bilginin üçüncü kişilere, dinleyicilere, izleyicilere aktarılmasını sağlamaktır.
Söyleşiyi yapacak olan kişi öncelikle araştırma yapmalıdır.
Söyleşi yapanın program sırasında çok işine yarayabilecek şeyler arasında en önemlisi kamuoyunda ele alınacak konu açısından sorulmakta olan ve cevap bekleyen sorulardır.
Konunun değişik yönleri varsa, bir tartışma sürmekteyse, çeşitli görüşleri ortaya atan uzmanlara danışılmalıdır.
Söyleşiyi yapacak kişi ile konuk söyleşiden önce karşıkarşıya gelmelidirler. Konuk tutulabilir, ürkebilir, söyleyeceklerini unutabilir. Böyle bir çıkmazdan kurtulabilmek için söyleşiyi yönetecek olan kişi, gereken sorular dışında ek sorular da hazırlamalıdır.
Soru soran kişi yan konular hazırlamış olmalıdır. Bu konular ele alınan konu ile ilgili olmayabilir. Sohbetin akışı sıkıcı hale gelebilir, renk katmak gerekebilir, sert bir hava oluşabilir, o gibi hallerde bu konular yararlı olacaktır.
Söyleşiyi yapacak olan kişi, konuğu yayın öncesinde stüdyoya sokmalı, belki ilk defa stüdyoya girecek olan kişiyi o ortama alıştırmalıdır.
Her söyleşinin bir amacı olmalıdır. Amaç bilgilendirmekse, görüşme bir noktadan başlamalı ve belirli bir noktaya yönelmelidir. Bu amaca ulaşmak için biraz önce söylediklerimin hepsi gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Amacı olan bir söyleşide üç temel zorunluluk var:
1. Giriş doğru yapılmalıdır. Çünkü giriş bir sergilemedir, görüşmenin çerçevesini çizecek başlangıçtır.
2. Doğru sorular sorulmalıdır. Doğru sorular sorulmadıkça görüşme amaçsız kalacaktır. Ya da bir amaç olsa bile, ona ulaşılamayacaktır. Bu ilk iki gereklilik için araştırma çok önemlidir.
3. Sorular doğru sorulmalıdır. Sorular doğru sorulmazsa, yani anlaşılır, düzgün doğru Türkçe kullanılmazsa yapılanların tümü boşa gidecektir.
Bu zorunlulukları yerine getiren söyleşi sahibi dinlemesini bilmek zorundadır. Dinlemediği taktirde, görüşmenin yönünün sapmasına yol açabileceği gibi, sorduğu ve cevabını aldığı soruyu tekrarlama tehlikesi bulunacaktır. Hiçbir yayıncı bu duruma düşmemelidir.
Söyleşiyi yapan bilgiçlik taslamamalıdır. Usta bir konuşmacı bilgisizlik görüntüsünden yola çıkarak, karşısındaki çok daha kolay konuşturabilir.
Soruları soran kişi değişik roller üstlenebilmelidir. Görüşmenin gidişine göre, ısrarlı bir araştırıcı, güvenilir bir sırdaş, dost, ruh bilimci, kurnaz bir görüşmeci, başarılı bir pazarlıkçı, bazen de etkili bir pazarlamacı olabilmelidir.
Görüşmeyi yapanın görevi kendisini göstermek, gösteriş yapmak değildir, sözleri ustalıkla kullanmaktır.
Soru soran, girişim üstünlüğünü karşısındakine kaptırmamalıdır. Soru sormak, yalnızca soru soran, yani görüşmeyi yapanın hakkıdır.
Anlaşılmazlıkla sonuçlanacak özel terimler kullanılmasından kaçınılmalıdır. Önemli olan, herkesin anlayacağı dilde konuşmaktır. Görüşmeyi bu yönde tutmak da soruları soran ve görüşmeyi yöneten kişinin sorumluluğudur.
Görüşmede çok önemli bir başka nokta ise seslenme biçimidir. ”Sayın seyirciler” ya da “sayın dinleyiciler” en çok kullanılan seslenme biçimleridir. Ama bir yayıncının, dinleyici için saygı duyduğunu ek sözlerle belirtmesine gerek yoktur. Onun göstereceği saygının ölçüsü, işini iyi yapıp yapmadığıdır, sözleri değil. İşini iyi yapması, profesyonel olması yeterlidir. Sonra, sevgili çok sevgili, çok sayın, ağabey, abla gibi sözcükler de hiç kullanılmamalı. Yayıncının kullandığı dil dolaysız seslenme dili olmalıdır. Günlük yaşantınızda biraz önce söylediğim türden sözcükleri kullanıyor musunuz? Biraz önce saygı göstermek için “sayın” demenin gerekmediğini söyledim. Çözüm çok kolay: Diyelim ki karşınızda cumhurbaşkanı var, soruyu ona soracaksınız. Ya “sayın cumhurbaşkanı” dersiniz, çünkü bu o kişinin resmi ünvanıdır, ama adını eklemezseniz; ya da “sayın” diye başlayıp adını ve soyadını eklersiniz veya “sayın” diye başlayıp soyadını söylersiniz. Böyle resmi ünvan sahibi olmayan, ama ünlü bir kişi ile karşı karşıya iseniz, yapmanız gereken ad ve soyadını birlikte söylemek, sonraki seslenişlerde ise yalnızca “siz” demektir. Ünlü kişilerle karşılaştığınızda böyle bir yol izlemek, hem uygun hem de şık olur. Ünlü olmayan kişilerle yapılan görüşmede ise günlük hayatta kullanılan dolaysız seslenme biçimi kullanılmalıdır.
Her söyleşi sonuçlanmak zorunda değildir. Söyleşinin sonunda söylenenleri toparlamak, özetlemek, artık dinleyiciye-izleyiciye hakaret gibi bir şey olmaktadır. Herkes söylenenden kendi payına düşeni alır ve anlar. Onun ötesinde bir şeyler anlatmaya çalışmak anlamsız bir çabadır. Söyleşi konusunun sonuçlanması gerekmemektedir. Süre bitebilir, ama konu sürer gider.
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.