Yazılar
La Diva Turca, Leylâ GencerSayı: - 11.10.2006
Çağımızın en büyük opera sanatçılarından biri olan Leylâ Gencer, hem ses hem de dramatik gücüyle seyircisini büyülüyordu.
Leylâ Gencer’i İstanbul’daki öğrencilik yıllarımdan biliyordum, ama tanışmamıştım. Galatasaray’da müzik hocam Muhiddin Sadak’ın yönettiği konservatuar korosunda Leylâ’yı hayranlıkla seyrediyor, sanki onun sesini korodan ayrı olarak duyuyordum. İkimiz de aşağı yukarı aynı tarihlerde, 1950’lerin başında, Ankaralı olduk. Ünlü ses hocası Arangi Lombardi; Leylâ’yı İstanbul’da keşfetmiş, onu Ankara’ya gitmeye razı etmişti. Ankara’da hem ailemin, hem benim yakın dostum oldu. Onu Ankara’da oynadığı bütün operalarda seyrettim: Menotti’den ‘Konsolos’, Mascagni’den ‘Cavalleria Rusticana’, Mozart’tan ‘Cosi Van Tutte’, Adnan Saygun’dan ‘Kerem’, Verdi’den ‘La Traviata’, Puccini’den ‘Tosca’... Leylâ’nın Türkiye dışına açılışı 1953 yılında oldu. İtalyan radyosunda bir resital verdi, bir de Napoli’de açıkhava tiyatrosunda ‘Cavalleria Rusticana’ gösterimi... Bunlardan sonra da sanat yaşamı Türkiye’nin onur elçisi olarak dışarıda birbirinden parlak zaferlerle geçti.
DEVRİMCİ BİR SANATÇILeylâ Gencer operada bir devrim yaptı; daima zor yolu seçerek. Öteki divalardan farklı olarak arkasında zengin sponsorlar, devlet adamları, sosyetenin seçkin kişilerinin desteği olmadan tek başına uğraşması, didinmesiyle, her engeli aşarak, her sınavı başarıyla geçerek ileriye yürüdü. Konserlerinin programlarına popüler olmuş aryalar koymak yerine bilinmedik, unutulmuş eserleri seçti, bunların güzelliğini dinleyicilere tattırdı.
Onun üzerine iki kitap yazıldı. Bunların ilki Leylâ’nın yakın arkadaşı, müzik eleştirmeni Franca Cella’nın ‘Leylâ Gencer’ kitabıydı. Bu kitabı çok iyi inceledim. Burada Leylâ’nın oynadığı yetmişi aşkın operanın adı vardı. O sırada ben de bir kitap yazıyordum, daha doğrusu iki kitabı bir arada yazıyordum. Birinci kitabın adı; ‘Türkiye’de İtalyan Sahnesi’, ikinci kitabın adı ise ‘İtalyan Sahnesinde Türkiye’ olacaktı. Leylâ Gencer’in konumu her iki kitaba da uyuyordu. Birinci kitapta İtalyanların Türkiye’de yaptıkları tiyatro binaları, opera evleri, İstanbul’da bestelenen operalar, İtalyan tiyatro ve opera topluluklarının mevsim boyunca gösterimleri yer alıyordu. Opera toplulukları Bellini, Donizetti, Rossini, Verdi ve başka bestecilerin hemen hemen bütün operalarını oynuyordu. Kimi kez bu operalar Paris, Londra gibi merkezlerden daha önce İstanbul’da oynanıyordu. Oynanan operalar içinde günümüzde tamamen unutulmuş olanlar vardı. İşte Leylâ Gencer arşivlerde bu unutulmuş operaları inceliyor, çok yaratıcı bir yorumla gün ışığına çıkarıyor, onunla bu operalar yeniden popüler oluyordu. Kitabımın ikinci bölümünde ise İtalyan sahne eserlerinde (opera, tiyatro, bale) Türkiye ve Türkler konusunu incelemiştim... Leylâ Gencer hep Türklüğü ile övünüyordu. Operada büyük isim olunca, müzik ve sahne yönetmenleri, opera yöneticileri Leylâ adı yerine bir İtalyan adı almasını ısrarla söylüyorlardı, Leylâ ise buna karşı şiddetle direniyor; “Ben Türküm, Anadoluluyum” diyordu. Resitallerinin programlarına hep Türk konulu operalardan bir iki arya koyuyordu.
Leylâ Gencer’in üzerine yazılmış ikinci kitap ise, usta bir yazarın Zeynep Oral’ın 1992’de yayınlanan ‘Tutkunun Romanı: Leylâ Gencer’... Her satırı gerçekler üzerine kurulu, ancak sürükleyici bir roman gibi okunan nefis bir kitap. Zeynep Oral bu kitabı yazarken Leylâ’nın İtalya’daki evine konuk olmuş, iki soylu kadın çok güzel anlaşmışlar. Yazar Leylâ Gencer’in çevresini de tanımış, ünlü orkestra şeflerinin, sahne yönetmenlerinin, bestecilerin, eleştirmenlerin Leylâ üzerine yazılı ve sözlü değerlendirmelerini, övgülerini, onların yazılarından, mektuplarından toplamış. Opera sanatında daima ileriye gitmek, zirveye varmak için verdiği savaşımları, sınavları nasıl aştığını, bu tutku uğruna kavgalarını ve bunlarda hep haklı çıkışını okuyoruz.
Ona ‘La Diva Turca’, ‘Leylâ La Turca’, ‘’La Prima Donna Turca’, ‘La Regina’ (Kraliçe) adları verilmişti. Bu sonuncusu birçok kraliçe rolüne çıktığı için yakıştırılmış bir addır: Anna Bolena, Caterina Cornaro, Alceste, Mary Stuart (Maria Stuarda) ve hem Donizetti’nin hem Rossini’nin kahramanı İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’i oynamıştır. Ancak Zeynep Oral’ın kitabından öğrendiğime göre İtalyanlar Leylâ’nın soyadı Gencer’den bir sıfat türetmişler: ‘Gencerate’. Bunun anlamı Leylâ’nın sahneden seyircilere gönderdiği büyüsel titreşimlerin seyirci üzerindeki etkisi, izlenimidir: Coşku, korku, acıma gibi çeşitli duyguların tek kelimede bir araya gelmesidir.
CALLAS’I TAHTINDAN EDEN ‘TÜRK LOKUMU’Leylâ Gencer yaklaşık 76 kentte gösterim ve konser vermiş; 31 bestecinin operalarını oynamıştır. Onun iki gücü vardır; sesi ve dramatikliği... Bu iki güç birbiriyle sıkı ilişkidedir. Leylâ Gencer’in yalnız sesini dinlemek yetmez, oynayışını da seyretmek gerekir.
Leylâ çağının iki ünlü divasını; Renata Tebaldi ile Maria Callas’ı tahtından indirip oraya kendisi oturmuştur. 1957’de San Francisco Operası’na ‘La Traviata’yı söylemek için çağrılmış, Kaliforniya’da dört kentte ‘La Traviata’yı oynamıştı. Sırada Maria Callas vardı, o da Donizetti’nin ‘Lucia di Lammermoor’unu oynayacaktı. Ancak Callas oyunbozanlık edip gösterime beş altı gün kala gelemeyeceğini bildirmişti. Opera müdürü çaresizdi, Leylâ’ya onun yerine çıkması için yalvarmıştı. Ancak beş günde böyle bir operanın hazırlanması neredeyse olanaksızdı. Ancak Leylâ Gencer ısrara dayanamayıp kabul etmişti. İşte ben o günlerde oradaydım. Leylâ bitkindi, önünde sanat yaşamının en büyük sınavı vardı. Ben bu işin altından başarıyla kalkacağına inanıyordum. Ve başarılı oldu da... Callas’la Leylâ’nın resimleri New York Times’da yan yanaydı; Callas’ın resminin altında ‘Ekşi Yüz’, Leylâ’nın resminin altında ise ‘Türk Lokumu’ yazılıydı.
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.