Yazılar
Dünya O’nu özleyecek, Arif Mardin...Sayı: - 13.10.2006
20. yüzyılın en önemli müzik yapımcılarından, 12 Grammy ödülü sahibi, besteci Arif Mardin’in hayatında ve düşlerinde her daim müzik vardı.
Genç adam hayatının akışını değiştirecek, kafasından kim bilir kaç kez çevirip dillendiremediği o kısacık cümleyi kurdu sonunda: “Gidiyorum baba”. “Nereye gidiyorsun, oğlum” diye sordu babası. Yanıtı gözünü karartmışlığının ispatıydı, sesi titremedi: “Baba ben big band aranjörü olacağım”. Genç adamın geride bıraktığı Türk Petrol’ün patronluğuydu, yönünü çevirdiği ise Amerika. Amerika onun için müzik demekti. Sonraları, bir röportajda, “Babam,” diyecekti, “Yüzüme sanki uzaya gidiyorum demişim gibi bakıyordu”. Uzayı değil, ama dünyayı müziğiyle fethedecek bu adam Arif Mardin’di. Geçen ay, zihninde notaya dökülmemiş müziklerle, keşfi yakın yeteneklerle, fethettiği dünyayı bırakıp giden bir müzik dehası…
Mardinizadeler Türkiye’nin köklü ailelerindendi. Büyükbabası Osmanlı’nın son döneminin Adliye Nazırı Necmettin Kocataş’tı, babası ise Türk Petrol’ün kurucularından Muhiddin Arif Mardin. 1932’de, iki kızdan sonra tek erkek çocuk olarak doğdu. Evdeki piyanonun başına önce genç kızlığın eşiğinde veremden ölen büyük abla oturdu, sonra Arif Mardin. Müzik yeteneğini ilk fark eden büyükbabası oldu, daha beş yaşındayken ‘Madame Butterfly’ operasını söyletiyor, sonra da “Bu çocuğun sesi var” diye ailenin geri kalan üyelerinin dikkatini çekmeye çalışıyordu. Ablası Betül Mardin’e göre ise sesi yoktu, ama iyi bir müzik kulağına sahipti. Muhiddin Bey, oğlunu yakın arkadaşı Cemal Reşit Rey’e götürdü. Rey de, “Dikkat edin” dedi, “Bu çocukta çok önemli şeyler var”…
QUINCY JONES’UN BURSİYERİBu “önemli şeyler”in ilk işaretini daha on yaşında Duke Ellington plağı alarak verdi Arif Mardin. Ablasının ve ablasının arkadaşı Cüneyt Sermet’in plaklarını dinliyordu, ama kulağı hep arkadaki seslerdeydi, müziğin bütününden çok enstrümanlardan çıkan seslerin peşindeydi. Liseyi 17’sinde bitirdi, Ekonomi ve Ticaret Fakültesi’ne yazıldı. Babasının onun için biçtiği geleceğe doğru ilerlerken de müzikten vazgeçmedi. Cüneyt Sermet ve tramboncu Arto Haçaturyan’la birlikte orkestra kurdu. 15-16 kişilik bu orkestra, konserlerinde Mardin’in kendileri için yaptığı aranjmanları, caz bestelerini çalıyordu. Fakülteyi bitirip London Schools of Economics’te iş idaresi master’ı yaptıktan sonra İstanbul’a döndü. O yıl olmalı Quincy Jones’la Dizzy Gillespie bir konser için İstanbul’a geldiler. Mardin bir bestesini iletti, onlar da konserde çaldı. Berklee’de adına bir burs açıldığını, bursiyer arandığını da söyledi Jones laf arasında. Mardin, arkalarından hayali bir big band için yaptığı ‘Blues’ adlı parçanın da aralarında yer aldığı üç çalışmasını gönderdi. Jones besteleri beğendi ve bu kayıtları Boston’daki Berklee Müzik Okulu’na gönderirken “Bu besteler,” diye bir not düştü “bursiyerimindir”. Babası tam hayallerinin gerçekleştiğini düşünürken işte bu yazının başındaki o konuşma gerçekleşti, bursiyer olarak Berklee’ye kabul edildiğini öğrenen Mardin “Gidiyorum” dedi. Yola çıkarken yalnız değildi, yanında bir yıl önce evlendiği eşi Latife de vardı.
“GEZEGENDEKİ SON CENTİLMEN”
Başaramamaktan, geri dönmek zorunda kalmaktan korkuyordu. Banyosunu diğer öğrencilerle paylaştıkları bir apartmanda, küçük bir odaya yerleştiler. Dört yıllık eğitimi bir buçuk yılda bitirip, New York’ta müzik dersleri vermeye başladı. Hâlâ hayallerine uzaktı. Bir caz festivalinde parçalarını dinleyen Nasuhi Ertegün’ün iş teklifini geri çevirmedi, Atlantik Records’a arşiv sorumlusu olarak alındı. Kısa sürede kayıt tekniklerini öğrendi ve ilk prodüksiyonunu gerçekleştirdi, bu The Young Rascals topluluğunun ‘Good Lovin’ parçasıydı, piyasaya çıkar çıkmaz da listelerin başına oturdu. Çalıştığı ikinci müzisyen Aretha Franklin oldu. Kısa sürede Mardin de yetenekleri keşfetmeye, onlara prodüksiyon yapmaya başladı. Bette Midler’la cazdan pop müziğe yöneldi, dönemin ruhu buna uygundu, caz Amerikalıların da, dünyanın da perde arkasına çekilmişti. Midler’ı, David Bowie, Scritti Politti, Chaka Khan, Average White Band, Roberta Flack, Phil Collins, Michael Crawford izledi. Cazın yeniden popülaritesini kazandığı 90’lı yıllarda Norah Jones’u şöhrete taşıyan Arif Mardin’di, aynı yolu Diana Reeves ve Raul Midon için de hazırladı.
Daha çok kadınlarla çalışması dikkat çekiciydi, bir röportajında “Kadınlarla çalışmak daha kolay oluyor” diyordu, “her şeyden önemlisi işin içine hürmet giriyor, mesela Bette Midler ve Barbra Streisand büyük yetenekleriyle başarılı oldular, bu yüzden ben de onlarla çalışırken çok hürmet ediyor, karşılığını da alıyorum”. Midler ise Mardin’i “Gezegendeki son centilmen” diye tanımlıyordu. Pop müziğe ağırlık verse de beğenisi, ilgisi hep cazdan yanaydı, elbette dostları da cazcıydı, Louis Armstrong, Dizzy Gillespie…
MÜZİKAL BİR HİKAYE
Amerika’da geçirdiği onlarca yılda Türkiye ile bağını hiç koparmadı. Ailesiyle ilişkisini sürdürdü, iki kızından biri fotoğraf sanatçılığını seçti, oğlu Yusuf Muhiddin (Joe) ise babasının yolundan yürümeyi yeğledi, Atlantik Records’tan ayrıldıktan sonra bir süre EMI ile çalışan Mardin, Joe ile bir de şirket kurdu.
Mardin Türkiye’de yapılan müziği de yakından izledi, Tarkan’ın dünya çapında bir şarkıcı olmasında Ertegün kardeşler kadar Arif Mardin’in de payı vardı. Çocukluğunda öğrendiği, bir hayli yetenekli de bulunduğu piyanosuna ileriki yıllarda güvenmedi, “İki cins piyanist vardır” diyordu, “Biri icra eder, biri de notalarla uğraşıp beste yapar. Ben küçük küçük notalar yazıp, parçaları seçerim, bir davette de belki birkaç kokteyl parçası çalarım”. Bestelerini bir araya getirip albüm yapmakta pek de istekli sayılmazdı, 1969’da ‘Glass Onion’u çıkardı, bu albümde pop ve soul parçalar üzerine yaptığı caz düzenlemeleri yer aldı. Caz ve pop’un dışında klasik müzikle de ilgilenen, büyük orkestra çalışmaları yapan Mardin, 40’ın üzerinde altın ve platin albümle ödüllendirildi, on beşin üzerinde aday olduğu Grammy ödüllerinin on ikisini kazandı. Son ödülü ise Türkiye’den Amerika’ya gitti, Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘Kültür Sanat Başarı Ödülü’nü, Haziran ayında New York’ta özel bir törenle aldı.
Mardin, hastalanmadan önce klasik bestelerini, yaylı çalgılar için bir çalışmasını, operasını bir araya getirmek istiyordu, bir de albüm hazırlığı içindeydi; ‘Collection’. Yani, o uzun yolculuğuna çıkarken müzikli düşleri yanı başındaydı…
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.