Yazılar
Atlantik'in Doğu Yakası:İngiltereSayı: - 30.10.2006
ManchesterMüzikleri ve kentlerinden çıkan gruplar, Mançunyalılar (Manchesterlılar kendilerine böyle diyorlar) için her zaman büyük gurur kaynağı olmuştur, bu bakımdan az biraz ukala olduklarını bile söyleyebiliriz. Ama haksızlar mı şimdi? Her telden çalmaya müsait, ama sizi neşe dolu biri haline getirmeyeceği muhakkak yağmurlu havası, yüksek suç oranı, endüstriyel bir kuzey şehri olması ve (bu sözcükleri kullandığımız için sonradan pişman olabiliriz ama) müzik tarihine altın harflerle kazınmış büyük grupları ile Manchester, bizce dünyanın Rock’n Roll başkenti.
1960 ve 70’lerde Bee Gees, The Hollies, Wayne Fontana, Barclay James Harvest, 10cc gibi devasa isimler çıksa da Manchester’da Rock’n Roll tarihinin yazılmaya başlandığı gün, 4 Haziran 1976. O gün Sex Pistols, Buzzcocks’un davetiyle kente geldi ve efsanevi bir konser verdi. Sadece 42 kişiye çaldılar, ancak konseri efsanevi yapan seyircilerin niceliğinden ziyade niteliği idi. Seyircilerin arasında Tony Wilson, prodüktör Martin Hannett, The Fall’dan Mark Smith, Ian Curtis, Peter Hook, Joy Division ve New Order’dan Bernard Sumner, The Smiths’den Morrissey ile Johnny Marr ve Mick Hucknall vardı. Bu konserden kısa süre sonra Tony Wilson, Factory Records’u kurdu ve Joy Division ile anlaştı. 70’ler biterken Joy Division, klasik Manchester sound’unun nasıl bir şey olması gerektiğini aşağı yukarı şekillendirmişti.
Aynı zamanlarda, aynı geçkin punk heves, Mark Smith’in efsanevi The Fall’ı kurmasına sebep oluyordu ki kendilerinin halen en kendine özgü ve verimli gruplardan biri olduklarını düşünmek gaflet olmayacak gibi.
Tabii Manchester scene’ini kuran ve kentten çıkan efsanevi gruplardan en efsanevisini sona sakladık; Morrissey ve Johnny Marr tarafından kurulan The Smiths. Manchester’ın ikonik grubu The Smiths, yaşadıkları şehir hakkında karanlık ve üzücü hikayeler anlatıyorlardı – dünyanın herhangi güneşli bir kentinde onları dinleyen herhangi neş’e dolu birini, bir anda kasvetli şehrin en hüzünlü sakini gibi hissettirecek kadar da iyi yapıyorlardı bunu.
1980’ler, uyuşturucu, parti ve The Hacienda adlı gece klübü ekseninde gelişen yeni bir kültür yarattı; Madchester scene! Piyasanın en büyüğü hala Factory Records’du, ama gündemdeki isimler The Happy Mondays, The Inspiral Carpets ve The Stone Roses olmuştu. Konuya daha vakıf olmak isteyenlere Michael Winterbottom’un –bir şekilde, sanırız o dönemde yaşayamadığımız için göz yaşartıcı- “24 Hour Party People” filmini önermek, tüm sadık Manchester fanatiklerinin boynunun borcudur. Gördüğünüz gibi Manchester sever olmayı bir tarikat mensubu olmak gibi düşünebiliyoruz, çok sadık, eski günlere özlem duyan ve herkesi kendisi gibi yapmaya çalışan insanlar oluyor Mançunyalılar.
Madchester döneminden sonra da çok büyük isimler çıktı, ancak şehrin o kendine has havası mevcudiyetini büyük oranda kaybetmişti. 1990’lardan sonra çıkan isimlere bakarsanız ne dediğimiz anlaşılacak: Take That, M People, James, Badly Drawn Boy, Elbow, Mr. Scruff, Doves, Oasis, The Verve, Puressence, The Charlatans, David Gray, Starsailor, The Chemical Brothers, Booth & The Bad Angel, Superstring, Primal Scream, Monaco, I Am Kloot, Alfie, A Guy Called Gerald, Lamb...
LiverpoolLiverpool, hala The Beatles ile anılıyor, sonsuza dek öyle kalacağına da pek şüphemiz yok. The Beatles’ın çok sıkı bir grup olması kadar, The Beatles’dan önce kentin pek sıkı bir müzik tarihine sahip olmaması da buna bir sebep gibi görülebilir. The Beatles’dan önce, İrlanda halk şarkıları, Amerika’dan ithal country ve blues mırıltıları kente hakimdi, bu gürültüden Ringo Starr’ın sınıf arkadaşı Billy Fury’nin yaptığı esasında önemli çıkış bile fazla fark edilmedi. Daha sonra The Beatles, amfilerin sesini sonuna kadar açtı ve Beat akımı doğmuş oldu. 40 yıl sonra The Beatles, şehre hala milyonlarca pound ve turist akıtıyor. 1960’larda The Beatles, Amerika’da “British Invasion”u başlatırken, Liverpool’dan çıkan beat grupları The Searchers, Gerry & The Pacemakers, Billy J Kramer &the Dakotas, Cilla Black gibi isimler, kenti İngiltere’nin “pop müzik kutsal bölgesi” haline getiriyorlardı. Bugün hiçbirinin adını duymadıysanız bunun nedeni, 60’ların psychedelic müziği ömrünü doldururken bu grupların hala doldurmamış taklidi yapmaya çalışmalarıydı.
Liverpool’da 1970’ler, muhteşem dörtlünün gölgesi altında geçmeye devam etti. Eric’s adlı bir gece klübü, tam olarak olmasa da Manchester’daki Sex Pistols konseri etkisini yarattı diyebiliriz, bu klüpte tanışıp dönemin ünlü gruplarını kuran çok fazla isim var; OMD, Teardrop Explodes, ve en önemlileri Echo & the Bunnyman. Ian McCulloch’un frontman’i olduğu Echo & the Bunnyman ve Frankie Goes to Hollywood, 1980’lerde Liverpool’un pilini şarj eden gruplardı.
1990’larda Liverpool müzik sahnesinin merkezini Cream adlı bir klüp oluşturdu. Bir yandan dans müzik severler artarken bir yandan Lightning Seeds, Cast, Space, The Boo Radleys, hala Echo & the Bunnyman ve Mel C listelere egemen oluyorlardı. Sonuncusu sarkastik bir çabanın eseri olarak yazıldı. 2000’lerde Liverpool’dan “bayık” pop grubu Atomic Kitten ve gözbebeğimiz The Coral’dan başka bir şey çıktığını söyleyemeyeceğiz. Oysa bakın, Manchester hala taş gibi.
Bristol
Bristol, kölelik döneminde koloniler kurulmuş bir şehirmiş. Bu yüzden bugün geçmişi Afrika ülkelerine (en çok da Jamaika’dan) dayanan pek çok Bristol sakini mevcut. 1970’ler funk, klasik soul, disko ve breakbeat, 1980’ler reggae ve dub şeklinde geçmiş. Ancak bugün “Bristol Sound” dediğimiz şey bunlar değil. Bristol Sound, ya da Mixmag dergisi tarafından bulunan ismiyle Trip Hop, karanlık ama şiirsel, düşük tempolu ve kalp kırıcı bir müzik. Bristol deyince aklımıza Massive Attack, Tricky ve Portished kutsal üçlemesi geliyor hemen.
1980’lerde “Top Cat” ve “The Dug Out” kentin en önemli iki klübüymüş. Daha sonra Massive Attack olacak Wild Bunch’un temelleri burada atılmış. Karanlık ve kasvetli şehirden yükselen house ve hip hop, sonunda birleşerek 1990’ların ortasında devasa bir elektronik müzik trendi haline gelecek trip hop’u yaratmış. Bristol sound’un temellerini atan gruplara örnek olarak Wild Bunch, Way Out West ve Smith & Mighty sayabiliriz. Breakbeat’ler ile eski caz plaklarından alınan caz sample’ları kullanılarak yapılan bu müzikte, melodik bir kadın vokal veya sert bir erkek vokal şartı aranıyor. Ayrıca piyano, trompet, saksafon ve flüt de bu müziğin yanına pek şahane gidiyor. Ancak müziğin gereği olarak bütün seslerin lo-fi, yani analog olması gerekiyor. Bu durumda en çok başvurulan yol, canlı enstrümanların eski kasetlere kaydedilip sample’lanması. Canlı kaydedilmesine tahammül edilen tek şey davul. Ancak sıkı trip hop klasiklerinde canlı davul olmadığını da fark edebilirsiniz. Son zamanlarında dünya müziği ile birleşme ve devasa orkestralar kullanma trendi oluşsa da gerçek trip hop severler buna pek meyletmez.
Bristol’lu önemli isimleri saymaya başlarsak elbette Massive Attack, Portished ve Tricky, daha sonra Coldcut, Nelle Hooper, Erik B., Roni Size, Sneaker Pimps, Esthero, Lemon Jelly şeklinde gider liste… Ancak “Bristol sound” dersek Morcheeba’yı, Archive’ı ve GusGus’ı da katabiliriz işin içine. 1990 sonlarından beri bu kentten yeni isimler çıkıp da uluslararası üne ulaşamıyor. Bristol Sound miyadını doldurdu mu, yoksa yeni isimlerin çıkması için gerekli araştırma yapılmıyor mu, bunu tartışmak bize düşmez. Ancak İngiltere’de yeni bir ismi piyasaya sürmenin maliyeti en az yarım milyon pound diye düşünülürse, Bristol bundan sonra yatırımcı plak firmalarının ilgisini çekecek ilk şehir olmayabilir. Bize sorarsanız Manchester bir numaraysa, Bristol ikinci sırada gelir.
Londra
Londra, tipik bir müziğe sahip değil. Bu yüzden kısa geçeceğiz. Londra’yı kısa tutmamız, onun İngiltere’deki diğer kentlerden daha az önemli olduğunu göstermez, tam tersine, böyle düşünürseniz Londra hepsinden önemlidir. Ancak İngiltere’nin başkenti olmasından dolayı herhalde, Londra, adanın en kozmopolit şehri durumunda. Haliyle sound’lar belli bir kalıba oturmuyor işte, Basemant Jaxx gibi bir garage house devi Londralıyken, Rock’ Roll efsanesi The Kinks de Londralı çıkabiliyor. The Clash, Sex Pistols, Madness ve The Stranglers, kentin punk’a daha bir meyilli olduğu intibasını verebilir. Yıllardan 1979’da olsaydık bu belki geçerli olabilirdi. 80’lerde Duran Duran gibi romantik pop gruplarının yuvası, 90’larda Blur ile brit pop’un en çok üretilip tüketildiği kent olmuş Londra, şu an İngiltere’nin mainstream pop gruplarına ev sahipliği yapıyor. Kulağınızı tırmalayan herhangi bir pop grubu muhtemelen Londra’da üslenmiş, kulaklarımız için en hain planlarını sinsice Londra’da hazırlamıştır.
Londra’dan son 10-15 yılda çıkan esas güzelikler, aslında Londra’dan değil, biraz güneydeki Essex, Sussex, Brighton gibi şehirlerden gelmekte. Ne Londra’da yaşıyoruz ne de Londra’da yaşamıyoruz diyebilen bu şehirlerin sakinleri, hırs yapıp epey önemli isimler oluyorlar. Örneğin Paul McCartney dışındaki The Beatles üyeleri, Paul Weller ve hatta Pink Floyd. Ancak bu örneklerin son 10-15 yılı kapsamadığını fark ettik. Supergrass, Fatboy Slim, Radiohead ve Suede daha uygun örnekler olacak. Enteresan bir konu da, The Beatles’cılardan tek güneyli olmayan Paul McCartney, şu an hayattaki üyeler arasında tek güneyde yaşayan.
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.