Yazılar
TRT ve Halk MüziğiSayı: - 02.11.2006
Sevgili Ali Haydar Nergis bir haftalığına Türkiye’ye geldi ve bu bir haftanın iki gününü İstanbul’da geçirdi. İstanbul’da kaldığı o kısacık süre içinde tanışma fırsatımız oldu. O, ben, Çiğdem Şahin, Dilek Yaraş ve Yaşar Özürküt sohbet dolu güzel bir gece geçirdik.
Ali Haydar’ı ve Çiğdem Şahin’i
www.acikgazete.com adlı sitedeki yazılarından tanıyorsunuz. İnternet okurları Dilek Yaraş’ı da tanır. İnternet medyasının en çok yazan ve okunan yazarlarından biridir Dilek.
www.internethaber.com ve
www.dorduncukuvvetmedya.com adlı sitelerden onun yazılarını takip edebilirsiniz.
Yaşar Özürküt ise bazılarınızın bilmediği bir isim olabilir. Onu kısa bir süre önce bize Ali Haydar tanıştırdı. TRT’den emekli folklor araştırmacısı Yaşar Özürküt’ün dört ciltten oluşan “Öyküleriyle Türküler” adlı çalışmasını tanıtan bir yazı yazdı Açık Gazete’de. Yazıyı zevkle okumuştum, türkülere gönül veren Yaşar Özürküt’le tanışıp sohbet etmekten de aynı zevki aldığımı söylemeliyim. O gece türküler de dahil pek çok konudan konuştuk. Ben bu yazımda o geceye değil, sadece türkülere değineceğim.
“Öyküleriyle Türküler” adlı dört ciltlik çalışma, Türk halk müziği ve çalgıları, türkülere emek verenler, türkülerin öyküleri, türkü notaları gibi bölümlerden oluşuyor. Her kitapta bir de cd var.
Kitapta halk müziği en basit anlatımıyla “Halkın günlük yaşamı içinde oluşturduğu, derdini, sevincini, özlemini, her tür duygusunu dile getirdiği müzik” olarak tanımlanmış. Sözsüz halk müziğine “ezgi”, sözlü halk müziğine “türkü” deniyor. Türküler de kaynaklarına göre “anonim” ve “aşık ağzı” olarak ikiye ayrılıyor. “Öyküleriyle Türküler”de bu ve buna benzer birçok bilgi var.
Şöyle bir düşündüm de, TRT’nin pabuca dama atıldıktan sonra neredeyse hiçbir yerde doğru dürüst Türk halk müziği dinleyemez olmuştuk. Türk halk müziği denince özel televizyon ve radyo kanallarının aklına nedense yozlaşmış, usulünden sapmış Güneydoğu türküleri geliyordu. Çok şükür son yıllarda Türkiye’nin başka yörelerinin ezgilerini mırıldanmaya başlayanlar da çıkmaya başladı.
Aslında bence Türk halk müziğinin başına ne geldiyse 1980’lerden sonra geldi. Bu yıllarda sınırlarını hiç durmaksızın genişleten arabesk Türk halk müziği ile arasındaki etkileşimi yoğunlaştırıp birçok halk müzikçisini kendi kulvarına çekmeyi başardı.
Oysa Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda benimsenen resmi müzik politikasında, Türk halk müziğinin özel bir yeri vardı. Halk melodileri yaratılacak yeni Türk müziğinin ana kaynaklarından biri olarak kabul ediliyordu. Bu yüzden bu melodilerin notalarının saptanması ve arşivlenmesine önem veriliyordu.
Bu amaçla Türkiye’nin her şehrindeki müzik öğretmenlerinden, bulundukları yörenin melodilerini notaya dökmeleri istendi. Bu melodiler o yılların tek konservatuarı olan, bugünkü İ. Ü. Devlet Konservatuarı’nda toplandı.
Aynı yıllarda konservatuarın öğretim üyelerinden oluşan bir grup, Güneydoğu ve İç Anadolu bölgelerini kapsayan bir geziye çıkıp, yerinde inceleme yaptı. Aynı hocalar ertesi ve daha sonraki yıl, bu kez başka şehirleri kapsayan yeni geziler düzenlediler.
Birkaç yıl aradan sonra, 1937 yılında kurulan Ankara Devlet Konservatuarı, bu gezileri yeniden başlattı. Anadolu bir uçtan bir uca gezildi ve binlerce melodi notaya alınıp arşivlendi. 1964 yılında kurulan TRT birkaç yıl daha bu gezileri devam ettirdi. Bu inceleme gezilerinin sonucunda, bugün son derce zengin bir Türk halk müziği repertuarına sahibiz.
Bu geziler Mahmut Ragıp Gazimihal, Muhittin Sadak, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Halil Bedii Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Cevat Memduh Altar, Muzaffer Sarısözen gibi önemli isimler katıldı.
Bu usta isimler yıllarca dağ taş demeden tüm ülkeyi gezip Anadolu’nun kendi öz melodilerini notalaştırarak, yeni Türk müziğinin ilk örneklerini verdiler.Çünkü onlar köklerini kendi öz müziğimizden alan bu bestelerin aradan bin yıl geçse de dinleneceğini biliyordu.
Bugün bu tür geziler yapılmıyor. Belki konservatuardaki öğretim görevlileri, ya da Türk halk müziğine gönül vermiş bazı sanatçılar ve Yaşar Özürküt gibi bazı folklor araştırmacısı bireysel çalışma yapıyordur; bu kadar detaylı bilemiyorum ama, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi bir müzik politikası olmadığını biliyorum.
Konservatuarlar bilimsel çalışmadan çok piyasaya bir yığın, eğitimli olduklarını anlamakta zorlandığımız şarkıcılar yetiştiriyor. Özel televizyon ve radyoların da bu konuda ciddi bir çalışması yok. Onlar müzik deyince Sezen Aksu’dan geriye gidemiyor zaten.
Konservatuarlarımız, radyo ve televizyonlarımız müzik adına hiçbir şey yapmayınca halkın müzik ihtiyacını Unkapanı piyasası gideriyor. Unkapanı’nda müziğin ticareti yapılır. Bu büyük ticarethaneden bazen arabesk motiflerden sıyrılmaya ve Türk halk müziğini sağlam temellere oturtmaya çabalayan isimler de çıkıyor. Aslında bu isimleri ticari kaygılardan başka hiçbir endişe taşımayan bu kapandan kurtarıp bilimsel çalışmaların içine sokmalıyız diye düşünüyorum.
Maden müzik politikası üretemiyoruz, öyleyse kendi öz müziğimizi gelecek nesillere yozlaşmamış haliyle bırakmanın yolarını arayalım. Bu da ne ticaretle, ne güzel sesle, ne bireysel çabayla, ne de başka bir şeyle olur. Bunun için her konuda olduğu gibi kuramsal düşünce gereklidir.
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.