ISSN: 1301 - 3971
Yıl: 18      Sayı: 1953
Şu an 32 müzisyen gazete okuyor
Müzik ON OFF

Günün Mesajları


♪ Kültür bakanlığı sınavında. Ankara thm koro şefi kızını aldı. Urfa korusu şefi kayın biraderini aldı. İstanbul korosu şefi oğlu ve yeğenini aldı. ilginizi çekerse detay verebilirim
ttnet arena - 09.07.2024


♪ Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve minnetle anarken, ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını en coşkun ifadelerle kutluyoruz.
Mavi Nota - 28.10.2023


♪ Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri Müzik Bölümlerinin Eğitim Programları Sorunları
Gülşah Sargın Kaptaş - 28.10.2023


♪ GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE!
Mavi Nota - 07.02.2023


♪ 30 yıl sonra karşılaşmak çok güzel Kurtuluş, teveccüh etmişsin çok teşekkür ederim. Nerelerdesin? Bilgi verirsen sevinirim, selamlar, sevgiler.
M.Semih Baylan - 08.01.2023


♪ Değerli Müfit hocama en içten sevgi saygılarımı iletin lütfen .Üniversite yıllarımda özel radyo yayıncılığı yaptım.1994 yılında derginin bu daldaki ödülüne layık görülmüştüm evde yıllar sonra plaketi buldum hadi bir internetten arayayım dediğimde ikinci büyük şoku yaşadım 1994 de verdiği ödülü değerli hocam arşivinde fotoğraf larımız ile yayınlamaya devam ediyor.ne büyük bir emek emeği geçen herkese en derin saygılarımı sunarım.Ne olur hocamın ellerinden benim için öpün.
Kurtuluş Çelebi - 07.01.2023


♪ 18. yılımız kutlu olsun
Mavi Nota - 24.11.2022


♪ Biliyorum Cüneyt bey, yazımda da böyle bir şey demedim zaten.
editör - 20.11.2022


♪ sayın müfit bey bilgilerinizi kontrol edi 6440 sayılı cso kurulrş kanununda 4 b diye bir tanım yoktur
CÜNEYT BALKIZ - 15.11.2022


♪ Sayın Cüneyt Balkız, yazımda öncelikle bütün 4B’li sanatçıların kadroya alınmaları hususunu önemle belirtirken, bundan sonra orkestraları 6940 sayılı CSO kanunu kapsamında, DOB ve DT’de kendi kuruluş yasasına, diğer toplulukların da kendi yönetmeliklerine göre alımların gerçekleştirilmesi konusuna da önemle dikkat çektim!
editör - 13.11.2022


Tüm Mesajlar

Anket


DOB, DT ve GSGM'de 4B kadrosunda çalışanların 4A kadrosuna alınmaları için;

Sonuçları Gör

Geçmişteki Anketler

Tavsiye Et




Tavsiye etmek için sisteme girmeniz gerekmektedir.

Destekleyenlerimiz






 

Yazılar


Ganita SohbetleriSayı: - 13.12.2006


Sayın Nihal Yazgın,

Öncelikle size teşekkür etmek istiyorum.

Ve Sayın Editör’e teşekkür etmek istiyorum bu köşeyi açarak sanatseverler ve sanatçılar arsında bir köprü oluşturduğunuz için. Şimdi izninizle sorularınıza geçeyim.

Rönesansta sanatta, dinde, hiyerarşide, rejimlerde ve politikalarında olduğu gibi MÜZİK alanında da çok büyük köklü ve son derece ÖNEMLİ değişimler olmuştur. O güne kadarki kilisenin baskısı karşısında ilk çırpınışlar başkaldırılar o çağda başlamıştır örneğin... Tabi kilise için yapılan müziğin de o güne kadarki gelişim ve teknik büyüme sayesinde oluşan yeni tekniklerle pekişerek daha büyük ve derin duyguların arayışı baş göstermiştir. Bu dönemin en büyük yenilikleri arasında A CAPELLA adındaki korolar, KROMATİZM denilen yarım tonların (perdelerin) kullanılmaya başlanması, Yeni ritmik kalıplar ( en önemli kalıplar: İlki kilise baskısına başkaldırı niteliği içeren DANS müziğinin gelişmesi ile değişken ve karmaşık devingen ritmlerden oluşan kalıplar, ikincisi ise Tekdüze akış içerisinde yoğrulan izoritmik yapının hakim olduğu kalıplar.), Her ulusun kendi şarkı biçiminin ortaya çıkması (lied , chanson , carol , frottola gibi) , Çalgıların eskiden olduğu gibi insan sesini tamamlamak veya eşlik etmek niteliğinden çıkıp artık ses müziğinden ayrı bağımsız bir mahiyete kavuşması ve ayrı bir önem kazanması, Çalgı müziği alanında da türler oluşur mesela RONDO (tema çeşitleme prensibi ile yaratılmış bir türdür) adını rönesans kökünden alır, Bu türlerin arasında biçimler oluşur (fantasia , ricercare , canzona gibi).

Sonuçta her yeni gelen çağ, bir öncekine bir tepki niteliği taşır ve kilisenin rönesanstaki baskıcı tavrına bir tepki olarak bu saydığım ve niceleri rönesans müziğine YENİLİKler olarak katılıp müziğin tarihini yazmaya devam etmişlerdir.

Barok kelimesi BİÇİMSİZ İNCİ anlamına gelir. ve bu terim ilk olarak fransız felsefeci Noel-Antonio PULUCHE 1746 yılında kullanmıştır.Dönemin en önemli özelliği şatafat, lüks ve ince işlemeli bir yaklaşım içeren mimari ile bu inceliğin simgelediği anlayışta verilen diğer sanat dallarındaki yapısal kurulumdur. Müzikte de aynen bu şaşalı görünüm oluşmuştur.İtalyan bestecilerinden çıkar barok dönemin müzik alanındaki ilk eserleri.Barok dönemde de tıpkı Rönesansta olduğu gibi değişiklikler ve gelişimlere uğramıştır müzik.Bunlardan başlıcaları;Kontrastlar son derece abartılı vurgusal halde kullanılmıştır, Konçerto türünün veya geleneğinin ilk adımları atılır, Piyano ve Forte arasındaki farklılığın sonradan gelecek olan KLASİK döneme hazırlayıcı bir mahiyette yavaş yavaş farklılıkları benimsenmeye başlanmıştır. Bunların dışında Sürekli bas denilen eşlik partisinin oluşumu görülür. Ki bu bu çağda müzik alanında yaşanan en büyük olaylardan biridir. Müzik dışında yine müziğe kuşkusuz yansıyacak olan dünyevi buluşlar ve ilerlemeler çağıdır barok. mesela bu çağdaBacon, Descartes, Leibnitz, Spinoza gibi büyük filozoflar yetişiyor, Galileo gökyüzünü inceliyor ve yeni buluşlara imza atıyor, Kepler ve Newton ise yerçekimi yasalarını keşfediyorlardı.Bu gübü teknik ve düşünsel gelişmeler müziğe de yansımış daha karmaşık armonizasyon ve daha çok tok değişimleri ile karşımıza çıkmıştır.

XIV. Louis bahçe mimarisi ile dönem müziğinin bağdaşması kadr doğal olan başka birşey olamaz çünkü sanatçı o sırada doğaçlama denilen tarz en aktif dönemini yaşadığından bulunduğu ortamın etkisinde kalarak eserlerini veriyordu. Bu kaçınılmaz bir düzlemdir. Tabi eğer barok çağda en büyük müzik yapıtlarının SARAY, TANRI ve KRAL adına gerek KRAL tarafından gerekse BESTECİNİN kendisi tarafından isteği üzerine yapıldığından BAHÇE-TARZ MÜZİK-TARZ halinde bugün kulaklarımıza çağrışımlarda bulunur.

J.S.BACH zaten uzun yıllar boyunca Liepzig'de bir kilisede yaşamış ve zaten yaşamının son yılında gözlerinin kör olması yüzünden de oradan ayrılmamış olan bir bestecidir. Kilisede yaşaması ilahi olarak son derece gelişkin bir yapıya sahip olmasını doğurur ve bu yüzden de verdiği yapıtların gerek tarzları yeni teknik ile yazılması gerekse bu gün bile armoni sınıflarının en zor analiz edilen eserlerini oluşturması bakımından yeni bir çağın başlangıcını oluşturur. BU durumda tanrısal GÖKSEL Tinin, Bach'ın Müziği ile bağdaşmaması da düşünülemez.

Şimdi sorunuza geleyim; En önemli olay devrin tekniğinin o devirdeki sosyo-politik sosyo-ekonomik ve hiyerarşik konumuna göre içinde bulunulan rejimi içine alacak şekilde ortaya çıkmasıdır. Tabiki eski tekniğe ister tepki niteliğinde olsun isterse de eski tekniğin üzerine konulmuş yeni kurallar ile eski tekniği geliştirme niteliği taşısın her iki konumda da bu çağla anılıp bu çağ ile yorulmasıdır. Kullanılan tekniklerin işlevi ise o çağın gerekleri olan koşulları sağlamaya, o havayı yaratmaya veya çağın gerektirdiği yoldaki koşulları oluşturmaya yetecek olan besteleme olanaklarını yaratmak için ortaya çıkar.ve tek işlevi de istenilen etkiyi yaratmak veya matematiksel açılımını nitelendirebilmektir. Yani tekniğin önemi de budur zaten. Tonalite ise tekniğin üzerine kurulduğu platformdur. Yani Çağdaş müziğin ilk bestecilerinden olan A.Schönberg'in bulucusu olduğu 12 ton sisteminin dahil olmak üzere tüm eserlerde belli bir matematiğe uyum sağlayan bir TONAL sistem hakimdir. A tonal bir eser bile yazmak için belli bir matematik üzerinde tonların çakışması prensibi ile (bitonal veya polytonal) oluşturulmuş armoni sistemleri sözkonusudur. Eğer tonalite kavramını müziğin dışında tutarsak müziğin (bence) asıl anlamı ortadan kalkar. Bu tip görüşler müzikte son derece bireysel ancak belli bir birikime dayanarak oluşturulabilir tabi. Bu görüşümün nedeni ise Müzik kavramının basit açıklamasının kulağa hoş gelen ezgilerin oluşturduğu bütün olması ve ARMONİ kavramının tanımının da UYUM olması ve UYUMLU seslerin biraraya gelmesi ile (consonance)oluşması olmasıdır.Tabiki çağdaş armonizasyonda da aşinalık dışında matematiksel tanımlamalarla oluşturulan tolalite ve ARMONİ anlayışının varlığı yeni müziğin de tonallık TONALİTE kavramı dahilinde olmasıdır. Burada konsonans dediğimiz az uyuşumlu veya uyuşumsuz aralıkların da (entervallerin de) kullanılması söz konusu oluyor ancak eski anlayışa göre de konsonans aralıkların kullanımı geçerlidir. Bu da matematiksel olarak dizilim ve yerleşim konularındaki TONALİTE konusundaki yeniliklerin bazı kulaklar için yabancılık veya anlaşılmazlık oluşturması sözkonusu oluşturuyor tabiki.

mp3 olarak yardım istemişsiniz. tam olarak neyi merak ettiğinizi biraz açarsanız MP3 konusunda tabiki yardımcı olmayı çok isterim. Elimde oldukça hatrı sayılır bir arşiv var çünkü. Sizinle ve sizin gibi müzik aşığı arkadaşlarım ile bu arşivi paylaşmaktan onur duyarım. Fakat bunu nasıl yapacağım konusunda da yardımınız gerekiyor biraz :)

Umarım sorunuza biraz da olsa yardımcı olabilmişimdir.

Teşekkür ederim...






Merhaba dostlar;

Benden önce konuşan arkadaşıma cevap vererek başlamayı düşündüm eğer sizin için de bir sakıncası yoksa.Yanıtımı yeterli bulmanıza sevindim fakat daha yazacak o kadar çok şey var ki buna gerçekten çok büyük zaman süreci içinde yazıla yazıla birikecek konular ile düşünülürse bu yazdığım ufacık kalıyor. Şahsen Hi-Fi/Hi-End dinlemeyi tercih ettiğimden arşivimi MP3 formatında değil de plak, ve Disk olarak oluşturduğumu söylemem gerekir. Bu yüzden de mp3 hadisesine pek girişken olduğumu söyleyemeyeceğim. Bu nedenden ötürü nerede örnek mp3 bulabileceğimi bilmiyorum.Sanıyorum mp3 sitelerinde "Gothic music, Cantus Firmus, Gregorian Chant, Lied veya Vox Organalis gibi terimler kullanarak yapılacak bir arama ile istenilen sonuçlara ulaşmak mümkün olacaktır. Bunlar sayesinde kilise baskısının yoğun ve bağnaz tutumu içinde bile TANRISAL yaklaşımda özgürlüğü (TANRI İLE BAŞBAŞA KALMANIN VERDİĞİ DOYUM HİSSİNİ) yansıtabilecek örneklere ulaşılabilir. Bundan sonra da Renaisance müziğini anlamak daha kolay ve yerinde olacaktır. Tabi Bach öncesi barok evrede ulaşılabilecek ilk örneklere Teleman ve Veracini gibi bestecileri aratarak ulaşmak mümkündür. Bu da sanıyorum hepimize müziğin evrensel boyuta ulaşma yolunda TANRISAL yaklaşımdan DEVRİM'e, devrimden SARAY/KRAL a varıncaya kadar açıklayıcı olacaktır.

Ayrıca kararınızı tekrar kutluyor ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Şimdi de Sayın Bebina'nın sorusuna gelelim.

Bence telafi edilecek birşeyin varlığı yoktur. Sadece başlamak gerek diyerek başlamak istiyorum sözlerime :) Afro-Amerikan müziği halk arasında BLUES adı ile bilinir. Kökeni köle tüccarlarının AFRİKA kökenli insanları zorla kaçırıp AMERİKA'da satmasına dayanır. İçeriğinde Afrikanın yerel melodileri ve tekdüze ritmlerini barındıran bu müziğin gelişimi ve BLUES daha sonra da JAZZ hailini alması biraz zaman almıştır. Amerikanın kısa tarihi gelişim süreci içerisinde İspanya'dan, Fransa'dan ve İngiltere'den göçen ve burada altın arayan (Batı Amerikalılar) kuzey-güney savaşından sonra batı'ya göç etmişler ve bunların çoğu da yanlarında daha önceden Afrikalı olan yeni AMERİKALI kölelerini yanlarında götürmüşlerdir. New Orleans ve Brooklyn taraflarında çok daha sonradan başlayacak müziğin hazırlayıcısı olmuştur tüm bu olanlar. Savaş öncesi ve bir süre sonrasına kadar ki süre içinde Amerika teknolojik, bilimsel, edebi ve sanatsal tarihini bestelerken Köleler de tarlalarda eskiden AFRİKA'da yaşarlarken dededen toruna aktarılan melodileri mırıldanarak kendi müzik tarihlerini yaratıyorlardı. Özellikle TEXAS yöresinde başlayan bir nevi KÖLE MÜZİĞİNE tepki niteliğinde oluşmaya başlayan (bir amacı da kızılderililerin kültürünü YİNE emperyalist bir yaklaşım izleyerek YOKETME olan) COUNTRY müziği doğmaya başlamış ve bu da kölelerin müziğine TEKNİK bir bakışaçısı geirmeye başlamıştır. Bu yolla siyahların müziği olarak bilinen AFRO-AMERİKAN müziği doğuşa geçmiştir. Armoni ve Kalıpların yine eski Afrika kültüründen yola çıkılarak geliştiği ve Amerikanın baskıcı tarafından da nasiplenmiş halleri ile Eski melodilerin bozulmamış MONOTON halleri korunarak ilk BLUES ezgileri başlamıştır kulaklara gelmeye. Bu sürecin en büyük ivme kazanması köleliğin sona ermesi ve MÜZİK YOLU'na BAŞKOYMUŞ siyahlarca NEWORLEANS civarlarında ilk önceleri VOKAL grupları oluşturularak Bu günkü SOUL müziğin kökleri atılmıştır. Bu esnada Yine aynı yörede avrupa'dan gelen iyi müzik adamlarının kölelerin müziğinden etkilenmesi üzerine yeni kurallar eşliğinde tonalite ve armonizasyon kavramları üzerine yönelmesi Blue Notes ile ünlü (Doğaçlamaya dayanan ancak bir tekniği olan ton dışı basılan nota anlamında) JAZZ müziği gelişimini göstermeye başlar. Bu günkü Fusion, Acid gibi tarzların oluşması da yine kökenleri aynı yere dayanan JAZZ müziğinin armonik ve Afrikanın artık Eski kalmış otantik ritmlerinin yerine daha ritmik ve DEĞİŞİK ritmler arama prensibi eşliğinde ortaya çıkmıştır.

Blues müziğinin gelişmesinde önayak olan siyah müzisyenleri tanıyoruz. Örneğin B.B.King, John Lee HOOKER gibi isimleri. Ancak asıl çıkış noktası olan ve onların DEDELERİNİN VE NİNELERİNİN tarlalarda söyledikleri monoton ve tekdüze AFRİK melodi ve ritmleri olduğu bir gerçektir.

Bu arada sevgili dostum burada sırayı siz belirliyorsunuz ben sadece elimden geldiğince tartışmanıza (gerek anlatarak gerek dinleyerek) katılıyorum. Burası BENİM değil HEPİMİZİN köşesi

İlginiz beni gururlandırdı dostlarım.

Teşekkür ederim...






Sevgili Turtured_Fragile_Mind;

Öncelikle diyebilirim ki belli bir tarihi geçmişi barındıran ve anlam itibari ile felsefi olarak yansıttıkları ile dikkatimi çeken müziklere yönelik yaşıyorum. Bu kimilerine göre biraz önyargılı olarak nitelendirilse de Çok az contamporen müzik dinleyebiliyorum. Çünkü birçok örneği deneysel nitelikte. Spesifik olarak belrtmem gerekirse genelde romantik çağ bestecileri, neo-klasik besteciler, Ön-çağdaş besteciler, Barok müziği sanıyorum aralarında en sevdiklerim. Tabi empresyonist müziği de unutmamak gerek. Sanıyorum en sevdiğim besteciler arasında Sergei Rahmaninof, Dimitri Shostakovich , Mikhail İvanovich Glinka, Piotr Ilyic Tchaikovski, Prokofiev g,b, büyük rus bestecileri, Antonio Vivaldi, Johann Sebastian Bach , George Phillip Telemann , Jean-Chretienne Bach, Haendel gibi barok bestecileri, Claude Debussy , Maurice Ravel gibi empresyonist besteciler, Joseph Haydn , Luigi Boccherini, Antonin Dvorak, gibi kalsik dönem bestecileri ve bunun dışında en önemli dönem olduğunu düşündüğüm Romantik çağ bestecileri.Yani demek istediğim çağlar itibari ile müzikteki anlayışları dinleme-kulak yolu ile anlamak, o çağ hakkında fikir edinmek, kişilerin o çağa ayak uydurmalarının tecrübelerini anlamak için dinliyorum bir ölçüde. Fakat asıl amaç çok farklı tabi. Benim adına TANRISALLAŞMAK dediğim bir mertebede bulunan icracının, o muhteşem görüntüsü (vizyon olarak değil mantal anlamda) ve haşmetini ortaklaşa yaşamak için dinliyorum müziği asıl olarak. Bestecilerden örnekler verdim biraz da olsa ancak sizin asıl sorunuz sanırım sanatçılardı. evet bu konuda da tabiki idol veya idol-tercih lerim var. Mesela çello (viyolonsel) alanında Mystislav Rostropovich, Micha Maisky, Jacqueline Du Pre, Moris Gendron, Andre Navarra, Poul Tortellier, Alexander Rudin, Yo Yo Ma gibi çellistler, Piyano alanında Martha Argerich, Horovich, Glenn Gould, özellikle chopin yorumları ile Samson François g,b, büyük piyanistler tabi Rahchmaninof'u unutmamak lazım. Keman alanında ise özellikle hızlı ve iddialı yorumları ile dünyanın gelmiş geçmiş en büyük kemancılarından olan Jasha Heifetz, Arthur Grumioux, Yehudi Menuhin, Niegel Kennedy, David Oistrach gibi kemancılar, Oda müziği alanında; Melos Quartett, Amadeus Quartett, Enescu Quartett, Borodin Quartett ve Kaiser Quartett gibi grupları dinliyorum. Orkestra anlamında düşünülürse dünyanın en tatnan ve büyük orkestralarından Berlin Philarmonie, Newyork Symphony, Philedelphia Symphony, London Sympony, Academy of St. Martin in the Fields orkestrası, Jerusalem Choir and Symhonic Orchester, Paris Radio-France symphonic orchester gibi orkestraları tercih ediyorum. Umuyorum ki sorunuza yanıt verebilmişimdir. Daha spesifik yanıt verebilmem için bana bestecilerin eserlerinden sorarsanız çok daha fazla yardımcı olabilirim sanıyorum.

Teşekkür ederim...




Şimdi dostlar sizinle kaldığımız yerden devam edelim izninizle...

Daha önce de dediğim gibi barok çağ sonrası gelişen armonik sistem, gelecekte gelecek olan Klasik çağın hazırlayıcısı olma niteliğinde ve oldukça hızla gelişmekteydi. L.W. Beethoven'in eserlerinden gençlik çağına ait olanlar klasik, olgunluk çağına ait olanlar ise romantik dönem içinde incelenirler. Bu da bir ölçüde klasik sisteme geçişteki sürate dikkat çeker.

Bu arada sizlere birkaç genel bilgi vermek istiyorum izninizle...
Opus sözcüğü ile başlarsak eğer bu sözcüğün sözlük karşılığı eser anlamına geliyor. Op. Olarak kısaltılır ve ardından gelecek olan sayı da bestecinin o eseri yazma sırasını gösterir.Hangi eserden önce angisinden sonra yazıldığına işaret eder.

Bu kimi bestecilerde değişir. Bunun nedeni ise eserlerini numaralandırmamış olmalarıdır. BU yüzden gelecekte bir takım araştırmacılar tarafından eserlerinin karakteristik özelliklerine göre , bestecini yaşantısına doğru orantılı olarak numaralandırılmış ve bu yüzden de o araştırmacıların kısaltmaları kullanılmaya başlanmıştır.Opus kullanılmayan besteciler şunlardır.

J.S.Bach : Bach'ın yapıtlarının sıralanmasında opus kullanılmaz. Bach'ın yapıtlarında kullanılan BWV (Bach Werke-Verzeichnis) yine tematik ve sistematik bir şekilde araştırılarak sıraya koyulmuştur.Bu eserleri Wolfgang Schmieder adlı kişi tarafından ilk olarak 1950 yılında basılmıştır.

W.A. Mozart: Kv (köchel sayısı) kullanılır.

J. Haydn : HOB kullanılır.


Klasik dönem öncesi tarihte (barok evrede) ortaya çıkması nedeni ile daha önce sölemediğim gerekçesi ile bu hatırlatmayı yaptıktan sonra asıl konumuz olan KLASIK döneme geçebiliriz.

Kalsik dönem müziği 18. yy'da başlar (genellikle kitaplarda J.S. Bach'ın ölümü yani 1750 yılından başlar) ve L.W.Beethoven in ölüm tarihi olan 1827 yılına kadar sürer.En önemli bestecileri Haydn, Mozart ve Beethoven'dir.
Klasik sözcüğünin anlamı hepimizin bildiği gibi "öneminden tarih ne kadar ilerlerse ilerlesin bir şey kaybetmeden korunabilen" demektir.Bu nedenle Klasik müzik olarak ta bilinen EVRENSEL MÜZİK bu çağ ile anılır.
Barok müziğin Klasik çağa geçerken armonik alandaki değişikliklerden başka yapısal alanda da yenilikler olduğu için bunlara biraz değinmek istiyorum öncelikle.Bu gibi değişiklşikl ve yeniliklerden en önemlisi Rokoko akımıdır. Rokoko akımı Fransa'da ortaya çıkıp soylu ve üst kamaradan insanlarca son derece benimsenmiştir.Kısa, küçük ve kolay anlaşılabilen bir niteliği vardır bu türdeki yapıtların. Son derece yapay ve neşeli bir hava çerçevesinde ciddiyetten uzak ve son derece süslü bir kuruluşu vardır.Bu türün armonik seviyesi de oldukça basittir ve bu şekilde kullanılan armonizasyon ile süslü ezgileri önplanda tutmak amaçlanır genel olarak.
Bu hareket barok döneme tepki niteliği taşıyan ilk harekettir. Çünkü barok çağdaki armonik kurallar ve sistemler oldukça karmaşıktır ve özellikle Kontrapunkt denilen sistem ile gelişen yaılama tekniği oldukça zor kurallara sahiptir.Bu dönemin en bilinen bestecileri arasında François Couperin yer alır.

Rokoko dışında opera alanında da değişiklikler vardır kalsik dönemi hazırlayan.Örneğin Opera Buffa denilen (komik opera) adlı stil ortaya çımıştır. Eskiden yapıtlardaki ciddiyet artık insanları sıkmaya başlamış ve operalardaki (ciddi opera - Opera Seria) ara intermezzolar (bunlar genelde neşeli ve hareketli olurlar) baz alınarak geliştirilmiş ve OPERA BUFFA bu şekilde ortaya çıkmıştır.Bu tarz'a ilk örnek Pergolesi'nin "Hanım olan hizmetçi" adlı intermezzosudur.

Bu akımların hazırladığı klasik çağ ve stil başlayında ise Almanya'da ortaya çıkan Sturm und Drang akımı dikkati çeker. Çünkü o zaman kadar Alman müziği rokoko ve italyan müziğinin atkileri taşır. Bu bağlamda Alman müziğinin gelişmesinde en önemli çağ KLASIK çağdır. Bu dönem Duyguları ve Sezgileri ön planda tutar ve asıl olan olarak görür.Bu stil Fransızların rokokosuna bir tepkidir. Çünkü son derece ağırbaşlı ve yoğundur. Orta sınıf halk tarafından benimsenir.Bu öznel duygusallık akımı 1760 ile 1780 yılları arasında en yüksek seviyesine ulaşır.

Bir sonraki yazımda ise artık tam anlamı ile gelmiş olan klasik çağın içeriğine gözatacağız birlikte.

Teşekkür ederim...




Sevgili Moonspeell

Sizin gibi bir arkadasimizin aramiza katilmasi bizim icin ne büyük bir olanak. Müzigi bilerek dinlemek bambaska bir zevk, bu konuda bize yazdiklariniz gercek bir hizmet. Bu bölümün en heyecanli izleyicilerindenim. Bize söyle bir hizmette de bulunabilirsiniz: Müzikleri zamanimiza kadar ulasmis büyük dehalardan azicik bahsedebilirsiniz, burasi gercek bir müzik-bilgi kösesi haline geldi zaten, biraz daha gelismesi icin sadece merak alanimdan bir öneri, eger sizce de uygunsa. (Madem ki sizi ele gecirmisiz, mümkün oldugunca istifade edelim[:)]) Örnegin Ben Dvorak'i cok büyük bir hazla dinliyorum. Müzigiyle beni büyüleyen bu müzik dehasinin bir kasabin oglu olmasi bana ilginc gelir, üzerinde düsünülecek bir konudur belki de. Genellikle aile icinde edinilen kültürün cocuklarda da devami izlenir. Bach sülalesinde 53 adet müzisyen oldugu, Bach'in ilk müzik derslerini babasindan aldigi söylenir. Haydn müzikle ilgili bir ailenin cocuguydu. Ayni sekilde Mozart'in da ilk müzik derslerini keman calan, besteler yapan babasindan aldigi bilinir. Beethoven'a da ilk müzik derslerini fakir ve ayyas babasinin verdigini animsarsak ve daha pek cok örnekleri hatirlarsak, -bildigimiz bilmedigimiz- (konunun yönünü degistirmek istemem, fakat) üzerinde düsünülmeye deger bir konu saniyorum. Benim yapim da da bu ters yan vardir "üzümünü ye de bagini sorma" diyemem:), illa ki hangi bagdan üzüm yedigimi bilmek isterim.

sevgilerimle





Sevgili loc;

İlk olarak iltifatlarınıza teşekkür ederek başlamak istiyorum izninizle sözlerime.Sormuş olduğunuz üzerine Antonin Dvorak ile ilgili birkaç bilgi vermek istiyorum.

Çek Ulusal Operası viyolacısı olan Dvorak, 8 eylül 1841 yılında Nelahozeves köyü yakınlarında bir yerde sizin de söylemiş olduğunuz gibi bir kasabın oğlu olarak doğmuştur.19.yüzyıl bestecilerinden Bohemia yı temsil eden en önemli bestecidir.İlk olarak okul öğretmeninden keman dersleri almış, sonradan 16 yaşında iken Prag'da bulunan bir organ okulunun öğrencisi olur.Yine viyola çalmayı da burada öğrenen Dvorak,aynı zamanda bir akıl hastahanesinde org çalmaya başlar.Bu okuldan sonra ise yaklaşık olarak 10 yıl kadar Smetana'nın yönettiği orkestra'nın viyolacıları arasında kalır.

Bu sıralarda ilk denemeleri olan Selvi Ağaçları adı altında bir dizi aşk şarkısı yazarn ancak bunlardan brkaç tanesini sonradan yokeder. Fakat bu parçalarda geçen motiflerin bazıları daha sonra besteleyeceği ünlü violonsel konçertosu gibi büyük yapıtlarında geçecektir.

Dvorak'ın aşk yaşamına da değinmek yerinde olur. Ne de olsa genel olarak aşk için ilham benzetmesi yapılır ki en azından Dvorak için bu doğrudur. Aşık olduğu kız başka biri ile evlenince kendini içinde bulunduğu durum yüzünden besteleme sanatına iyice vermiş ve bu yüzden aşk Dvorak'ın ilham kaynağı olmuşur. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Daha sonradan aşık olduğu fakat başka biri ile evlenen bayanın kardeşi ile evlenmiştir.

Karakteristik olarak değerlendirildiğinde Smetana ve Wagner Dvorak'ın tüm bestelerinde ÇELİŞKİ anlamında bir ikilem olarak ortaya çıkar.Bu arada yapıtları tanındıkça ün kazanan Dvorak'a dönemin büyük bestecilerinden Lizst ve Brahms destek verir.

Çok ünlü bir olay da , zamanın en ünlü kemancılarından Joachim'in kendisine bir konçerto ısmarlamasıdır. Bu da bestecinin ününü işaret eder.İngiltereye sürekli olarak gidip gelerek kendi eserlerini yöneten Dvorak yine ingiltere için 7.Senfoni ve Azize Ludmilla oratoryosunu yazar.1892 yılı Dvorak için çok uzun bir yolculuk anlamına geliyordur. Çünkü o yılda Dvorak Amerika'ya gitmiştir. Orada NewYork National Consevatory'nin müdürü olur.Burada ıısa süren görevi sırasında en çok tanınan eserlerinden biri olan Yeni Dünyadan( From The New Wrold) adındaki 9.senfonisini yazar. Yine Amerika'da, Amerikan folk motifleri ile yerli tarzı melodik motifleri içinde barındıran En ünlü konçertosu sayılan Çello Konçertosunu yazar.1985 yılından itibaren de Prag Konservatuvarı müdürlüğüne gelir.1900 yılında toplam 10 operası bulunan Dvorak'ın aralarından en çok beğenilen operası olan RUSALKA, yine Prag'da National Opera 'da sahnelenir.

Dvorak yaşamının son döneminde opera tarzına yöenlmiştir. 1 mayıs 1904 yılında Prag'da yaşama gözlerini yumar.Umarım yardımım dokunabilmiştir sevgili loc. Sizi de aramızda görmek çok güzel ve sevindirici. Yazılarınızın ve sorularınızın devamını bekliyorum ...


Teşekkür ederim...







Merhaba arkadaşlar;
Bugün sizinle varoluşçuluğun müzik üzerindeki etkilerini sorgulamak istiyorum izninizle.. Bu konuda küçük bir giriş yazısından sonra sizin de fikirlerinizi almak istiyorum..Şimdiden ilginize teşekkür ederim.


İnsanın kendi değerlerini kendisinin yaratabileceğini, çizebileceğini savunan bir felsefe akımıdır. Bu akımın edebiyattaki öncüsü Jean Paul Sartre'dir. Albert Camus bu akımın en önemli temsilcilerinden biridir.

Laffont Bompiani'nin varoluşçuluk üzerine yazdığı bir eleştiri yazısında "insan doğası diye birşey yoktur, insan kendini nasıl yapıyorsa öyledir" ifadesini kullanmıştır.

Bu dönem ikiye ayrılır birincisi Tanrıcı diğeri ise Tanrısız olarak nitelendirilebilir. Burjuvazi kökenlidir ve 1927 yılında Soeren Kierkegaard tarafından ortaya atılmıştır. Bu bağlamda varoluşçuluk, kişinin kendi gelişimini ön plana çıkartır ve bu yüzden de her iki alanda birden geçerli olur (Tanrısız ve Tanrıcı.) . İdealizmin tanımında tamamen individüalist olarak kişinin başarıları ve başarısızlıklarında kendi yolunu KENDİ seçmesi , varlığını ilk önce KENDİNE ispatlaması ve yine ARAYIŞ'ının sonucunu KENDİ belirlemesi geçerlidir bu akımda.

Her iki kolunda da büyük düşünürlerin temsil ettiği görüşler savunulur. Tanrıcı varoluşçuluğun ilk temsilcisi Gabriel MARCEL, Tanrısız veroluşçuluğun ilk temsilcisi ise Jean-Poul SARTRE olmuşlardır.

Akımın en önemli düşüncesi İNSAN dır. Buna göre İNSAN kendi varlığını KENDİ yaratır. Hayatı anlamlı kılan da yine İNSAN dır. Bu yüzden de erişilen son nokta öznel bir idealizmdir. Her insan KENDİ gibi düşündüğü için KENDİ olmuştur.Bilimsel olarak bu her ne kadar yanlış bir düşünce tarzı olsa da varoluşçulara göre durum böyledir.Bu yüzden de TOPLUM kavramının KİŞİ'leri BİREY olmaktan çıkartması nedeni ile toplumun gelişmesine veya kendisine karşı bir savaşım içindedirler.

Dünya savaşlarının ve ayrıca Yahudi soykırımının etkilerinden dolayı bu akımın Fransa dışına çok fazla yayılması (en azından avrupa açısından) zor olmuştur. Bu nedenle de edebiyat alanının dışında sanatta ve özellikle de müzikte geçerliliği DÖNEM olarak literatüre geçmez. Bu yüzden Fransa da yaşayan ve existantialism akımından etkilenmiş bestecilerin birkaçına değinmek doğru olacaktır.

Edebiyatta ve felsefede existantialism sözkonusu olduğu sıralarda özellikle Fransa'da geçerli olan akımlar: neo-clasisism ve expressionism dir.Bu dönem sanatçı ve compozitörlerinin gerek savaşlardan gerekse yeni ortaya çıkan varoluşçuluktan etkilenmemeleri düşünülemez.Örneğin Honegger ve Pouleng gibi bestecilerin eserlerinde Varoluşçuluğun izlerini görmek mümkündür ancak bu bestecilere VAROLUŞÇU demek zordur. Hangi çağın bestecisi olmak o çağda, çağ boyunca ve kendi yaşamı boyunca görüş açısından ve yön itibari ile bir çizgi sahibi olmak gerekir. Varoluşçuluk akımı belki de böyle bir çizginin çekilmesine dünyasavaşları yüzünden vakıf olamamıştır.Mesela Hitler 1933 yılında iktidara gelmeden önce, Honegger'in 1923 yılında bestelediği"Pasific 231" adlı senfonik şiirinde o dönemde yaşananlar ve geçen savaşın ve yeni gelecek olan savaşın kokusu duyulabilir.

Prensip olarak Neo-Clasisism varoluşçuluk görüşüne karşıdır. Çünkü varoluşçuluk, İNSAN kavramını önplana çıkartıp İDEALİZM'i çerçevesinde inceler. Neo-Clasisism ise eskiye duyulan özlemi yansıtan ve yeni teknikler ve arayışları reddeden bir yaklaşımdır. Bu nedenle Fransız anlatımcı (expressionist) kompozitörler konumuza çok daha yakın olacaktır.
Öncelikle yeni müzik kavramına gözatmalıyız. 20.yy müziği olarak tanımlayabileceğimiz yeni müzik tarihsel gelişimi içinde varılan son noktayı teşgil eder. Teknolojik gelişme, besteleme teknikleri ve hızla gelişen süreç ve akımlara sahne olan bu dönemde müzik alanında da birçok gelişme olmuştur.
Önceki çağlarda olduğu gibi tanımlamalar veya açıklamalar ile anlatılamaz 20.yy . Çoğulculuk başlıca özelliğidir. Yeni müzk denilen çağ 1.dünya savaşından sonra asıl çizgisini bulur (1920'li yıllarda).Böylece dönemin ÇOĞULCU özelliğinin yanısıra, yeni ritm ve ses yapılanmaları ve yeni tınılar gibi pekçok yenilik ortaya çıkmıştır.Uyumsuz (dissonant) sesler dönemin başlıca özelliğidir.Teknik bir sorun gibi gözüken dissonant seslerin kullanımı, artık müziğin GÜZEL ve UYUMLU olanı yansıtmakta değil GERÇEĞİ ve gerçeğin ÇİRKİN tarafını da yansıtma görevinden dolayı meydana çıkmıştır.
Arnold HAUSER'e göre; "Doğanın sergilediği gerçeklik karşısında yeni sanat, ilke olarak gerçekliğe ilişkin tüm düşleri terketmiştir. Bunun sonucunda, doğal nesneler "biçimlerin bozulması" (deformation) ile ifade edilmiştir. Yeni sanat, doğanın yinelenmesi anlayışının tam karşıtıdır. Onun doğayla olan ilgisi yanlızca doğaya tecavüz etmekten ibarettir".

Çirkinlik yaşamın ve doğanın bir parçasıdır. Tabiki sanatın asıl amacı ÇİRKİNİ oluşturup o nu yorumlamak değildir. Ancak ÇİRKİNLİĞİ anlatma görevini de üstlenmiştir.Örnek olarak Edward Munch 'un "Çığlık" adlı taşbaskı resmi yeni resim anlayışını en çarpıcı biçimde gösteren yapıttır.Yeni müzikteki yapısal değişiklikler ise ; ezgi, armoni, ritm, form, doku ve karakteristik olarak ta motiflerdeki çarpıcı değişikliklerdir.Tonal armonik sistemdeki MAJOR ve MİNOR dizileri kullanılmamış, ya da özgürce değerlendirilmiştir. Tonal öğeler yerine pentatonik gamlar, yöresel ve etnik kökenli doğu ezgileri, eski kilise makamları, modlar (antik makamlar) kullanılmıştır.Atonal ezgi (tondışı veya tonsuz) kavramı oluşmuştur.Kimi zaman ise ezginin tamamen ortadan kalkması bile denenmiştir.Tonal armonizasyondaki Tonik, Dominant ve Sub-Dominant gerilimleri eski dönem müziği ile anılacak şekilde yep yeni bir anlayışa karmaşık ve girift bir armonizasyon sistemine yönelinmiştir.Ritm ise eski müzikte olduğu gibi ezgi ve armoniye yardımcı niteliğinden kurtulmuş, önemli bir anlatım aracı olma konumuna gelmiştir.

20.yy müziğini 1950 öncesi ve 1950 sonrası dönem olarak ikiye ayırırsak çok daha doğru bir yol izlemiş oluruz. Genel olarak bestecilere de belli bir akımın dahilinde veya değil nitelendirmesini de yapmamalıyız. Çünkü 20.yy hızlı gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir.Bu nedenle de daha önceki dönemlerden bu güne gelen birikim ve bilgi yoğunluğu ayrıca 20.yy içindeki gelişmelerin getirdiği nokta yüzünden olacaktır ki besteciler de üslup çoğulculuğu (Stilpluralizmus) yaşarlar. Bu yüzden de bestecinin kendisini dönemle düşünmek yanlış olur. Bu varoluşçuluk için de geçerlidir tabiki.Kısaca değinmem gerekirse 20.yy Yeni müziğinin içinde geçen akımlar şunlardır.

1950 öncesi:
Anlatımcılık (impressionizm)
Dışavurumculuk veya anlatımcılık (expresionism)
Neo-Klasisizm (Neo-Clasisism)
Fütürizm veya Gelecekçilik (Futurism)
1950 sonrası:
Dizisel müzik (serial music)
Elektronik müzik (Electronic music)
Rastlamsal müzik (Aleotoric music)
Geç-Dizisel müzik (Post-Serial music)
Geç-Modern müzik (Post-Modern Music)
Mikrotonal müzik (Microtonal music)
Deneysel Müzik (Experimental Music)

Varoluşçuluk akımının başlangıç ve bitiş tarihleri gözönünde bulundurulursa 1930 ile 1960 yılları arasında özellikle fransa'da yaşamış olan bestecileri incelemek Varoluşçu Düşüncenin Müzik Üstündeki Etkileri başlıklı yazımızın amacına yönelik olacaktır.
Bu dönemde yaşamış olan besteciler:

Olivier Messiaen (1908-1992)
Pierre Boulez (1925-)
Pierre Shaeffer (1910- )
Yannis Xenakis (1922-) (yunan asıllı olup Fransız uyruğuna geçen bir kompozitördür)
Honegger
Germaine Tailleferre (1892-1983)
Francis Poulenc (1899-1963)
George Auric (1899-1983)
Dairus Milhaud (1892-1974)
Jean Barraque (1932- )
Gilbert Amy (1936- )
Jean Claude Eloy (1938- )
Rene Koering (1940- )
Hugues Dufourt (1943- )

Messiaen kuşağından sonra20. yy müziğinin Fransa'daki temsilcisi ve önde gelen müzik adamı Pierre Boulez dir. Boulez, Burjuva Operası ve konser yaşamına reform getirmesi amacı ile DOMAINE MUSICAL adlı düzenli konser dizisinin 1954-1973 yılları arasında Paris'te gerçekleşmesini sağlamıştır.Bu da Varoluşçuluk akımına işaret ettiği gibi aynı zamanda da önceden de bahsettiğim gibi akımların eserler ve kişisel girişimlerle sınırlı kalabileceği kadar hızlı yaşandığı 20.yy müziğinde bestecilerde bir akımın niteliklerini aramanın yanlışlığına işaret eder.

A. Webern sonrası diziselliği sürdürmeyi düşünen boulez 1957-1962 yılları arasında şair Mallarmé üzerine yazdığı "Soprano ve Orkestra için" PLI SELON PLI, (mallarme'nin prtresi) adlı yapıtında eskiye ve geleneksele, bir ölçüde de varoluşçu akımın TOPLUM KARŞITI ve bireysel düşüncesine uyarak ÖLÇÜ kavramını bırakmış ve bu eserini Ölçüler olmadan bestelemiştir.

Xenakis ise Honegger , Milhaud ve Messiaen gibi döneminin en büyük bestecilerinden dersler almıştır. Eskinin tersine dönemin karşıkonulmaz değişimleri karşısında "müziğin İhtimaller hesabına göre yaratılabileceği" düşüncesinden yola çıkarak , önceki GENELE UYAN tını ve seslerin değişimine ve yeni tını farklılıkları ve değişimleri ile ses galaksilerine yönelmiştir.

Bu dönemde yaşamış olan tüm bestecilerin kimi eserlerinde edebiyat ve felsefe alanındaki büyük değişimlere yol açan Existentialism akımının renklerini veya renksizliklerini görmek mümkündür.

Bu durumda arkadaşlar sizinle tartışıp fikir paylaşımında bulunacak bir konu seçmiş bulunuyorum. Sizce neden VAROLUŞÇULUK sanatta var ancak müzik alanında yok?

Teşekkür ederim..






Öncelikle yaptığınız eklemeler için çok teşekkür ederim sevgili Sarp. Sayın Anlamak'ın da bu konuda pek girişimci olduğunu ve teşvik edici niteliğinden dolayı kendisine teşekkür etmeliyim sanıyorum. İlk olarak Gluck'tan bahsederek balamak istiyorum izninzle arkadaşlar...

Cristoph Willibald von Gluck (1714-1787):

Klasik dönemde yaşanan değişimlerin opera alanındaki en önemli temsilcisi sayılan Gluck tüm klasik dönem boyu geçerli olan uluslararası bir opera türü yaratmıştır.

Kendisi Bohemya'da doğmuş, müziğe ilk defa Çekoslovakya'da başlamıştır. İtalya'da Sammartini'nin öğrencisi olmuştur. Daha sonraları ise Londra ve Almanya'da orkestra şefliği yapmıştır. Viyana'da saray besteciliği görevini üstlenen Gluck 1756 yılında Papa tarafından Altın Mahmuzlu Şövalye rütbesine getirilir. 1773 yılında Paris'te eski öğrencisi Marie Antoinette'in hizmetine girmiştir.

Gluck'un ilk eserler İtalyan ciddi operası türünü işaret eder. Opera Seria 'nın başarısız taraflarını da keşfeder bu arada. İlk başlarda Rameau ve Handel'in etkilerinde kalarak gelişim gösterir. İtalyan operasında kesin bir değişim gerektiği düşüncesindedir.1762 ile 1770 yazdığı üç başyapıtı ile bu amacını kanıtlar. Orfeo ve Euridice, Paris ve Helena , ve son olarak Alceste dir bu yapıtları.Amacı doğrultusunda başlıca olarak şiir'i yine odak noktası yapmak , müziği şiir'in hizmetine sunmak, solistin ses güzelliğini sergilemesi için şiiri bozmasına izin vermeyerek bu vokal süslemeleri , yapay uzayışları, tekrarları ortadan kaldırmak, yaşanın anın yalın ve doğal yapısını bozadan o nun güzelliğini dramatize ederek değerlendirmek gibi yollar izlemiştir.
Böylece İtalyan Operasında ayrı tutlan uzun yapılı ve formal olarak uzun nitelikteki aryalar Gluck'un opera anlayışı sayesinde yapıtın akışı içine bütün bir hal alır.Üvertür adı verilen Opera başlayıp perde açılmadan önce orkestranın seslendirdiği kısmın da bir sinfonia yapısında olmasını ve ardından gelecek olan operanın bir özeti niteliği taşımasını arzulamıştır bu besteci.
Gluck'a göre bu değişikliklerin müziğe getirdiği yalınlık çok güzeldir.Bu yalın güzellik felsefesi yine KLASİK dönem operasının en önde gelen özelliği olur.

Gluck yaşamı boyunca elliye yakın opera , baleler, şarkılar , d,nsel ses müziği ve oda müziği yapıtları vermiştir. Bu eserlerinden en önemlileri , Artaserse (1741) Alceste (1776) , Orfeo ve Euridice (1762) , Armide (1777) ve İfigeniya Avlis'te (1774) dir.


Bu sohbetler devam edecek
 

Yazıyı Tavsiye Et

Yorumlar


Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.

Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.