Yazılar
Kültürün, Çoksesliliğin Eşiğinde Ezgisel ÇırpınışlarSayı: - 26.12.2005
Müzik üzerine başlatılmış uzun yıllar süren bir tartışmanın sonunda öylesine ilginç bir noktaya gelindi ki, hangi yönü seçeceğimize bir türlü karar veremiyoruz. Türkiye’nin zengin bir müzik geçmişi var, yine de yıllarca süren kimliğimizin saptanması ve Batılılaşma süreçleri, müzik alanında çeşitli tartışmalara yol aça gelmiş. “Teksesli” müziğimizi, batılılaşma adına çeşitli biçimlere sokmuşuz. Doğulu yönümüzü dışlayıp, batılı bir kimlik geliştirmeyi denemişiz. Tam anlamıyla doğru olmasa da, kimi belirleyici düşünüş biçimlerine damgasını vurmuş bir görüş bu. Gerçi bu tartışma bir anlamda müziği aşan, bir anlamda da müzikte yansımalarını bulan bir tartışmaydı. Hangi tarihsel dönem kesit alınırsa alınsın, şu soru yanıtlanmaya çalışıldı: “Neredeydik ve nereye gidecektik?”. Aslında öyle ya da böyle, insanlık tarihinin hemen, hemen her kültüründe ve bütün zamanlarda, insanların aklını kurcalamış bir soru olmalı bu. Başka türlü olması pek beklenemezdi; belirsiz bir yerden gelip, yine belirsiz bir yere yönelip temel uğraşı da, sanki bu belirsizliği çeşitli biçimlerde anlamlandırmak oldu. Müziği bu anlamlandırma uğraşından uzak tutmak ise, oldukça güç olsa gerek. Hatta biraz ileri gidip, müziğin insana ait temel bir özelliğin en ileri düzeylerinden birisi olduğunu söylemek pekte yanlış olmaz. İletişim temel yönelimi ise, anlam yapıları kurmaktır. Yani, belirsiz olanı belirli kılma uğraşıdır bir bakıma. Müzik ise, soyut olmasına karşın, evrenselleşmeyi en iyi biçimde başarabilmiş dillerden, iletişim sistemlerinden birisidir. Dünya üzerindeki bütün kültürlerden var olması ise, müziğe verilen önemi yeterince açıklıyor. Hatta yalnızca bir “değer” olmasından öte, belirli toplumsal işlevleri içerdiğini de gösteriyor.
Dünya üzerinde çeşitli diller ve farklı iletişim biçimleri bulunur. Yapılarına, kuruluş özelliklerine ve biçimlerine karşın, birinin diğerine göre üstünlüğünden söz etmek ne denli güçse, müzik için böyle bir karşılaştırma yapmak da aynı ölçüde yanlış olur. Hele yeniliklere, katılımlara açık bir “dil” olması müziği daha da önemli bir hale getirir. İşte böyle bir ortamda, kültürlerin “çoksesliliğinde”, bir tekseslilik/çokseslilik tartışmasının yapılması ne denli anlamlı olacaktır? Türkiye tarihinde, bu tür tartışmalara çok fazla rastlanmıştır. Ancak yıllar sonunda, gerek Türkiye’nin gerekse Dünya’nın gelmiş olduğu nokta, bu tür tartışmaların artık geride bırakılması gerektiğini gösterdi. Buna karşın, belli belirsiz bahsettiğimiz bir özelliğin bu konuda kimi açıklamalar getirebileceğini düşünüyoruz. Müziğin evrensel bir dil olduğunu söyledik. Müzik temelde, “psişik” bir olgu görünümündedir. Sözgelimi, bilmediğimiz bir kültüre girdiğimizde bu kültürün çeşitli özellilerinin ruhsal dünyamızı etkilemesi kaçınılmazdır. Diğer bir deyişle, ifade etmeye çalıştığımız müziğin bu anlamdaki evrenselliğidir. Ancak, konumuz gereği başka bir evrensellik boyutunun tanımlanması gerekiyor.
Bunun için Dünya’da yaygınlık kazanmış hayat biçimi şu veya bu şekilde “Batılı” ya da daha yerinde bir deyişle, dünya kültürlerinin köktenci etkilenmesi Batı yönelimli. Her ne kadar karşılıklı bir etkileşim söz konusu olsa da, yaygın olan tarz “Batılı” Dünya üzerinde gündeme gelen evrensellik anlayışının temel normları batılı olduğu için de, bunun müzikte yansımalarının bulunması kaçınılmaz. Bu durumun kökenleri üzerine yapılacak bir tartışma, çeşitli çözümleme düzeylerini açığa vurabilir. Ama şimdiki sorunumuz bu değil. Çalışmamız açısından yalnızca şu saptamayı temel alıyoruz: ”Müziğin dünya üzerindeki evrenselleşmesi ya da evrensel müzik, batı normları içerir.” Yine de bunu, bir tür tek-boyutlaşmaya yönelme olarak düşünmememiz gerekir (en azından müzik anlamında böyle). Çünkü bir dil veya toplumsal bir olgu olmanın ötesinde, müzik bir anlamda “kişisel”, yani sanat ve kaynağı da yaratıcılık. Bu nedenle, “toplumsal bir aktör” olsa da sanatçının kişisel yaratımı ön planda. İşte bu aşamada, geliştirilmiş ve geliştirilecek kimi biçimler ya da sistemler, yaratıcının ve geliştirilecek kimi biçimler ya da sistemler, yaratıcının kişisel anlamlandırma yapılarına ulaşmasını olanaklı kılabilir. Farkında olmadan, müziğin başka biçimleri hatta bütün diller için zorunlu bir özellik:”Anlaşılır kılınmak” ya da belirli anlam yapılarıyla örtüşmek. bu durumda, belirli ölçütlerin belirli kural kümelerinin geliştirilmesi kaçınılmazdır. Dolaysıyla kültürlerin “çoksesli” ortamında, kimi normların temel alınması ve yerel kimlikler tarafından içselleştirilmesi bir anlamda zorunludur da. “Çokseslilik”, tanımı gereği çeşitliliği içerir, ama kimi iç dinamikler bulunur. Bazen kültürlerin etkileşimi çatışmalara da yol açabilir.
Nasıl olursa olsun, her türlü etkileşim “çokseslilik” adına atılmış bir adım olacaktır. İşte Türkiye’de yapılan tartışmaların bu çizgide yeniden ele alınması bize daha anlamlı görünüyor. Kimliğimizi evrensel boyutlarda tanımlamayı istedik belki ama müzik üzerine yapılan tartışmalar kimi yanlış anlamalara neden oldu. Batılılaşma yomlunda, “doğulu” yönümüzü inceltmeyi denedik. Oysa zaten “çoksesli” bir ortamda bulunuyorduk. Yapılması gereken belki de batılı olmaya çalışmaktan çok, evrensel ölçütlere açık olmak ve bize kalan kültürel mirası evrensel bir dilin iç dinamikleriyle bütünleştirebilmek olmalıydı. Bunun yapılmaya çalışılmadığını söylemiyoruz ama sanki Türkiye’de bir kopukluk yaşandı sürekli. Daha önce söylediğimiz gibi çatışmalar kültürün “çoksesliliğini” olumlu yönde etkileyebilir. Ancak, sağlıklı bir iletişim zemininin kurulması da zorunludur. Belki, Türkiye’de yaşanan belirsizliklerin nedenini bir tür olarak bir dulun kurulamayışına bağlamak mümkün olabilir. Çalışmamızın ilerleyen bölümlerinde, ulusal ve evrensel ölçütlerin oluşturulması ve bütünleştirilmesi sorunlarına değineceğiz.
Editörün Notu: Değerli Okurlar, Mavi Nota Müzik ve Sanat Dergisi olarak, sitemizin Mavi Nota Ödülleri sayfasında yayınladığımız
Günümüz Türkiye’sindeki Müzik türlerinin Ulusal ve Evrensel Ölçütler Açısından Durumu konulu
Nimet Koray Araştırma-İnceleme Ödülü’ne katılan ve ödülü alan
Deniz Ertan, Cem Soydemir ve
Yiğit Aydın’ın grup çalışması olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan tezi, 2 Ocak 2006 Pazartesi gününden itibaren bölümler halinde yayımlayacağız. Yukarıdaki çalışma söz konusu tezin giriş bölümüdür. Çok değerli bir jüri tarafından değerlendirilip ödül verilen bu çalışmayı takip etmenizi öneririz.
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.