Yazılar
Simplon’u dağdan geçmek…Sayı: - 27.12.2005
Şu Batı’lıların bir huyunu çok severim. Seyahat edecekleri yerin önce etüdünü yaparlar. Kitapları okuyarak, turizm broşürlerini inceleyerek en ince detayına kadar bilgilendikten sonra yolu çıkarlar. Ya Biz?
1967 senesinin yaz aylarında görevli bulunduğum Denizcilik Bankasının dış hatlar pasosunu kullanarak İtalya’ya; oradan da trenle İsviçre ve Almanya’ya uzanan bir seyahat programladığımda belirli coğrafya bilgiler haricinde hiçbir şey bilmiyordum. Bu zaten yurt dışına ilk çıkışımdı. Sanırım Akdeniz gemisi olacak, iyi bir yolculukla Napoli’ye vardık.
Uzaktan haşmetli Vezüv yanardağı görülüyordu. Trenle Milano’ya ve bir gece kalıp İsviçre de Lozan’a doğru yolumuza devam edecektik. Nitekim Milano’yu onun o muhteşem garını, üstü kapalı çarşılarını gezdik, akşamüzeri de İsviçre’ye hareket ettik.
Bakın ben size bir şey söyleyeyim. Hani güzelliklerini methede ede bitiremediğimiz Boğaz var ya... İnanın Dünya’da tek değil. Milano’dan ayrılıp Alplere doğru tırmanmaya başladığımızda gördüğümüz manzaralar- Lago Maggiori ve yanındaki birkaç göl- hiç de güzellikte Boğaz’dan geri kalan yerler değildi. Artık hava kararmaya başlamakta biz de Simplon Tüneline yaklaşmakta idik. Bunu Tünel başında trenin durması, içeri birtakım gümrükçülerin girmesi ile daha iyi anladık. Anladık ama bu Tünelin aynı zamanda İtalya- İsviçre sınırı olduğunu hala bilmiyoruz. Tren tünel içine girdiğinde kasvet basıyor. 10 km.lik bir tüneli 100 km. hızla da geçseniz karanlık içinde seyahat insanı sıkıyor. Tren gidedursun kompartımana İsviçreli gümrükçülerin girdiğini, bavullarımızı açtırıp muayeneyi yaptığını ve de çok şükür açık havaya çıktığımız BRİG kentinde de kısa bir duruştan sonra trenin yoluna devam ettiğini hatırlıyorum.
Aradan 5 yıl kadar geçti. Ben bu arada bir ANADOL aldım. Seyahat hastalığı var ya!
“Hadi bu sene de karadan gidelim, dönüşte arabayı vapura koyarız” dedim. Bulgaristan Yugoslavya- Avusturya- Almanya derken vapurun kalkacağı CENOVA limanına inmek için İtalya’ya girmemiz gerekiyordu. Bir öğle saatinde Lozan üzerinden Möntrö ve diğer şehirleri geçerek BRİG’e vardık. Hava alabildiğince güzel, Leman gölü, şehirler o temizlik ve güzellik abidesi. Brig hani ilk seyahatte trenle geçtiğimiz şehir 30 bin nüfuslu ama Senfoni Orkestrası varmış... Nitekim buna şahit olacağız...
Brig’den İtalya’ya geçmek için iki şık var. Biri arabayı trene yüklemek, diğeri dağı arabayla aşmak. Ben yine yeterli bilgim yokken “Gel bu sefer de tepeyi aşalım” diye teklif ediyorum. Ve bizim Anadol, nasılsa Zigana’lara tırmanmaya alışmış... Tırmanıyoruz. BRİG’i konum olarak bizim Maçka (Trabzon) ya benzetirsek, Simplon’u da Zigana dağı yerine koyarız; koyarız ama – geçtiğimiz yoldan da belli – Orta ve Kuzey Avrupa’nın kışından bıkan ve yaz tatilini İtalya’da geçiren herkesin geçit yeri ( Tabii o yollardan sadece biri). Dağdaki otel ve lokantaların tarifini yapmak kabil değil. Ben hemen Trabzon’da Özel İdarenin bizim Zigana’nın tepesinde (2000 rakım) kurduğu moteli hatırlıyorum. Kiremitini (üstü belki de çinko levha idi) rüzgâr uçurdu, kapısına çobanlar yaktı, belki? Kaç kişi geceledi ve ne oldu o bina? Rahmetli Foto Yaşar’la Zigana’ya çıkışlarımızda bir harabe gibi dururdu karşımızda.
Simplon’u 2000 metrede aştık. (Zigana dağı geçidi de Tünel yapılmadan evvel tam 2000 m.yükseklikte idi) Brig, Maçka idi. Karşımıza çıkan köy ise bizim Zigana Köyü’ne muadil geldi – Simplon- Dorf. İtalya sınırı ise az aşağıda görülüyordu. “Burada kalalım” teklifi iyi ki “Evet” almış.
Motel-Fletchorn isimli otele gittik. Kapıda bizi beyaz bir Colli karşıladı, biraz hır etti sahibi susturdu. Kaydımızı yaptırdık, odamıza eşyaları koyduk. Otelden çıkarak küçük bir yürüyüş yapalım dedik. Tepeye doğru tırmanan yolu yürüdük. 300 metre kadar gitmiştik ki sağda boş bir alanda kurulu bir sirk çadırı gözümüze çarptı. Vakit artık akşam saati idi ve biz kendimizi çadırın içinde bulduk. Çadırda uzun masalar, kenarlarında banklar vardı. Ortada gezinen birkaç kişi herkesin yakasına rozet gibi bezden yapılı bir şeyler takıyorlar karşılığında nikel paraları kumbarada topluyorlardı. Biz de kervana uyduk, taburelerden birine iliştik, geçmiş zaman bir şeyler yedik, içtik ama hala bu toplantının ne olduğunu anlamış değiliz. O arada sahneye mükemmel bir orkestra çıktı. ”İşte Brig’in bando takımının elemanları “ diye az sonra bize olayı İngilizce anlatacak kişi kulağımıza fısıldadı. Meğer bu toplantı ora yerlilerinin her 5 yılda bir yaptıkları ananevi bir toplantı imiş... Nerede olursan ol... O kasabanın çocukları bu günü unutmaz ve bu toplantılara katılırlarmış. O gece o kişilerin neşelerine pek katılamadık. İçimize sinmedi. Bu satırların yazıldığı 1992 senesinde, 1987 yılındaki Trabzon Lisesinin 100 ncü kuruluş şenliklerindeki toplantı olmasa; İstanbul’da arada bir aynı yıl mezunlarının bir araya geldiği buluşmalar yaşanmasa birbirine merhaba demeyecek katılığa erişen televizyon-kolik fertlerimizi düşündük., Yardımlaşmanın, sevmenin, hayata bağlılığın faziletleri aklımızı kurcaladı. Süklüm püklüm otele döndük. Neyse ki bizim Colli uzun tüylerini kaşıtmak üzere bu kez dostça kafasını bize uzatmış ve bizden de o romantizm o duygular içinde cevap almıştı.
1400 rakımlı o kasabanın sabahı daha bir başkaydı. Kahvaltıda sürahilerle gelen süt, tereyağı, bal vardı. İç içebildiğin kadar. İnanın açlıktan çok temizlik ve de her şeyin yapmacıksız olmasının verdiği huzur ile yedik, içtik... Bizim süt ve yoğurt kaplarının çabuk temizlensin diye deterjanla yıkanmalarını, doğru dürüst durulama yapılmamasını, sütler kesilmesin diye bir takım katkı maddelerinin katılmasını, balın ‘Yaylalara taşınan çuvallar dolusu şeker ikram edilen arılar’ tarafından üretildiğini, tereyağına katılan margarin yağlarını, kalitesi günden güne bozulan Hamsiköy sütlacını düşündük ve de hayıflandık.
Bu noktaya gelişte kendi hatalarımızı da kefeye koyarak, belki birilerine bir şeyler anlatır diye bu satırları yazdık. Allah zenbimizi affeyleye...
Zenb=günah
Yazıyı Tavsiye Et ♫
Yorumlar
Bu yazıya henüz yorum yapılmadı.
Yorumları okumak yada yorum yazmak için sisteme giriniz.